Türkiye ekonomisi gerçekten kötüye mi gidiyor?

Bülent Güven / Yazar
10.04.2021

Türkiye; Libya, Suriye ve Azerbaycan'da İHA ve SİHA teknolojisindeki başarısını sahada ortaya koydu. Bu alanda ABD, Çin ve İsrail ile birinci ligde oynuyor. Avrupa ülkeleri Türkiye'nin çok gerisinde. Bu başarının özel sektöre de çok olumlu yansımaları olacağı kesin. Nitekim ABD savunma sanayii belli bir gelişmişlik düzeyini yakalamamış olmasaydı, dijitalleşme devi ABD şirketleri muhtemelen hiç olmayacaktı.


Türkiye ekonomisi gerçekten kötüye mi gidiyor?

İnsanlar iktisat formasyonuna sahip olsunlar ya da olmasınlar, ekonomik gelişmeler gündelik hayata egemen olduğu için yaşadıkları ülkenin ekonomik durumu hakkında ister istemez belli bir tasavvura sahip olmak durumundadır. Bundan dolayı olsa gerek sadece Türkiye'de değil, yaşadığım veya gezdiğim hemen hemen tüm ülkelerde medya organları ekonomi konularındaki gelişmelere özellikle dikkat eder ve bu çerçevede iktisadi açıdan işlerin nasıl kötüye gittiğinden yer yer bahsederler. Bu bağlamda da sürekli olarak istatistiklere ve gündelik olarak dövizin nasıl değiştiğine dikkat çekerler.

Makro dinamikler

Ben bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde bir gazetecinin yapması gereken vazifelerden biri olan bu istatistikleri şimdilik bir kenara bırakmayı tercih ettim. Zira bana göre bu tür veriler ekonominin anlık resmini çekmek veya güncel gidişatı anlamak için oldukça önemli olmakla birlikte ekonominin makro dinamiklerini anlamak adına tek başına yeterli değildir. Zaten ekonomi sadece veriler ve/veya matematiksel modellerle açıklanacak bir hadise de değildir. Nitekim ülke ekonomisinin nereye gittiğini anlamak için bu verilere ek olarak odaklanılan ülkenin tarihini, sosyolojini, coğrafyasını ve içsel gerilimlerini dikkate almak gerekir. Hiç şüphesiz bu kısa yazıda tüm bu konular çerçevesinde Türk ekonomisi hakkında detaylı bir analiz yapmak pek de mümkün değil. Ben bunun yerine son yıllarda Türkiye'nin farklı illerinde yaptığım gezilerde ihracat eksenli şirketlerden edindiğim izlenimleri, konuştuğum iktisatçıları ve iktisadi aktörle ile elde ettiğim kanaatleri sizlerle paylaşarak Türkiye'nin iktisadi geleceği hakkında bir resim çizmeye çalışacağım.

ABD'nin çökeceği iddiası

Türkiye'ye gelmeden önce, belki dış dünyada son yıllarda yaşanan iktisadi gelişmelere çok kısa bir şekilde göz atmakta fayda var. 1970'ler ve 1980'lerde ABD'deki gündemi takip eden hemen hemen herkesin hatırlayacağı unsuların ikisi şuydu: Japonya'nın büyük bir ekonomik güç haline gelmesinin takdir edilmesi ve bununla paralel olarak gelecekte Japonya'nın yükselişi karşısında ABD'nin çökeceği iddiası. Dahası Oxford ve Yale'de dersler vermiş dönemin ünlü ABD'li tarihçilerinden Paul Kennedy The Rise and Fall of the Great Powers: Economic Change and Military Conflict from 1500 to 2000 (Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü) kitabında ABD ekonomisinin çökeceğini de iddia etmişti. Oysa günümüzde geldiğimiz nokta pek de böyle bir tablo sunmamaktadır. Tam aksine Japon ekonomisi 1999'da krize girmiş ve hala kendini toparlayamamıştır. ABD ekonomisi ise, her birinin borsa değeri Türkiye gibi ülkelerin yıllık GSMH'den daha fazla şirketin doğumuna ev sahipliği yapmıştır. Apple, Google, Amazon bunlardan sadece birkaç tanesidir.

Benzer bir gözlemi Almanya için de yapmak mümkündür. 1990'ların sonu, 2000'lerin başında Almanya'daki ekonomik gündemi takip eden birisi, acaba bu insanlar dünyanın en fazla ihracatını yapan ve kişi başına düşen milli gelire göre dünya ikincisi Almanya'dan mı bahsediyorlar yoksa Afrika'da az gelişmiş bir üçüncü dünya ülkesinden mi diye şüpheye düşerdi. Gelinen noktada Almanya, Çin ile birlikte hala dünyanın en fazla ihracat yapan ülkesi ve yapay zekâ konusunda da ABD ve Çin'in gerisinde değil.

Medya, muhalif yaptı

Almanya'da tahsilini yapmış bir göçmen olarak Türk ekonomisini doğrudan olmasa da ilk olarak 1980'lerin sonu, 1990'ların başında yayımlanan gazeteler üzerinden izlemeye başladım. Bilindiği gibi bu dönemler Turgut Özal'ın dönemiydi. Hürriyet ve Tercüman gibi merkez medya gazeteleri Özal'ın şahsından işlerin nasıl kötüye gittiğini yazıyorlardı. O dönem konulara aşina olmayan biri olarak yazılanlara inanıyordum ve itiraf etmeliyim ki ben de Özal muhalifi biri olmuştum. Daha sonraki yıllarda konuya daha soğuk kanlı bakıp konu ile ilgili akademik çalışmalar okumaya başladıktan sonra, Özal döneminin özellikle ilk zamanlarında Türkiye'de müspet anlamda nasıl bir ekonomik dönüşüm sağladığını anladım. Örneğin, 1980'lerde Türkiye'de kişi başına düsen milli gelir bin 100 dolar iken, bu rakam 1990'larda 3 bin 200 dolara çıkmıştı. Diğer taraftan bu yükselişteki en büyük pay 1980 öncesinde olduğu gibi tarıma değil, daha çok sanayi ve hizmet sektöründeki gelişmelere dayanıyordu.

Bugüne gelirsek; Türk medyasından Türkiye ekonomisi ile ilgili yazılıp çizilenlere bakılırsa ekonomik durumun hiç de iç açıcı olmadığı kanaatine varmak oldukça kolaydır. Bu eleştirilerin konjonktürel anlamda gerçeklik payı da vardır. Zira hem pandemi hem dünya ekonomisinde yaşanan dönüşümler hem de iç siyasette yaşayan gelişmelerden dolayı Türkiye'de ekonomik manada bazen ciddi sorunlar oluşabiliyor. Hatta bu ortamda gençler ve nitelikli insanlar gözlerini dışarıya yöneltip fırsat bulurlar ise dışarıya kaçmaya da çalışıyor. Fakat ben Türk ekonomisinde yaşanan bazı gelişmeler çerçevesinde ülkenin geleceği ile ilgili karamsarlığa gerek olmadığı kanaatindeyim.

Tekerlekli laptop

Geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin yerli otomobili TOGG'un Bilişim Vadisindeki Genel Merkezini ziyaret edip, TOGG'un CEO'su Gürcan Karakaş ile görüşme imkânım oldu. Karakaş TOGG'a gelmeden 27 yıl boyunca dünyanın en büyük teknolojik otomotiv tedarikçisi olan Bosch'da üst düzey yönetici olarak çalışmış birisidir. Ayrıca dünyada Tesla gibi yeni nesil otomobillerin nasıl yapıldığını en iyi bilen insanlardan da birisidir. Kendisi ve ekibi işlerine o kadar hakimler ve tutku ile bağlılar ki insanda "acaba başarabilirler mi" sorusuna mahal bile bırakmıyorlar. Üretecekleri arabayı "tekerlekli laptop" olarak tanımlıyorlar ve TOGG gerçekten de klasik bir arabadan ziyade teknolojik olarak yeni bir dünyaya kapı açan bir araç projesi peşinde gözüküyor. Projede ağırlıklı olarak Türk mühendisleri çalışıyor. TOGG üretimi başlattıktan sonra, Türk ekonomisine özellikle dijitalleşme alanında çok büyük etkisi olacağı kesin. Benzer bir duyguya İstanbul Sultanbeyli'de bulunan Ford'un AR-GE merkezini gezerken de kapılıyorsunuz. Bin 500 civarında Türk mühendis tır, gemi ve otobüs motoru tasarlayıp dünya için üretiyor. Bu tarz projelerin Türk mühendislerine ileride "know-how" konusunda yardımcı olacağı kesin.

Kuluçka merkezleri

Başka bir örnek ise Türkiye'deki teknokentler ve kuluçka merkezleri. İstanbul Kurtköy'de Apple, SAP, Samsung gibi uluslararası şirketlere ARGE ev sahipliği yapan teknokent, Türkiye'nin farklı üniversitelerinden mezun olmuş genç mühendislerin çabalarıyla bulunan teknolojik çözümleri ve başta İstanbul olmak üzere farklı illerdeki kuluçka merkezlerinde gençlerin kurdukları yenilikçi şirketleri destekliyor. Böylesi gelişmelerin, Türk ekonomisinin orta vadede sağlam temeller üzerinden büyüyeceğinin göstergesi olduğu kesin. Buralardaki projelerin başarısının arkadan gelen gençlere örnek olup ileride yeni dinamikleri harekete geçireceğini düşünüyorum.

Son örnek ise İHA ve SİHA'lar. Türkiye; Libya, Suriye ve Azerbaycan'da bu teknolojideki başarısını sahada ortaya koydu. Vurgulamak gerekir ki Türkiye bu alanda ABD, Çin ve İsrail ile birinci ligde oynuyor. Avrupa ülkeleri Türkiye'nin çok gerisinde. Havacılık ve askeri sanayideki bu başarının özel sektöre de çok olumlu yansımaları olacağı kesin. Nitekim ABD savunma sanayii belli bir gelişmişlik düzeyini yakalamamış olmasaydı, bugün dijitalleşme alanında dünyanın en büyük şirketleri konumunda olan ABD şirketleri muhtemelen hiç olmayacaklardı.

Bu teknolojik gelişmelere ek olarak dünyayı gezen bir insanın Avrupa, Asya, Afrika ve Atlantik ötesinde gittiği her havalimanında bir Türk Hava Yolları uçağına rastlamasının mümkün olduğununun altına çizmek gerekir. Modanın merkezi olarak sayılan İtalya'da önemli İtalyan markalarının Türk şirketleri tarafından üretildiğini etiketlerine bakarak anlayabilirsiniz. İtalya'daki moda merkezlerinde Damat gibi Türk markalarının mağazalarını görmeniz mümkün. ABD'deki marketlerde Ankara'da sıkılmış organik meyve suyu satın almanız da mümkün. Almanya'da beyaz eşya veya TV alacağınız zaman, Vestel, Arçelik, Beko gibi markalar da seçenekleriniz arasında bulunuyor. Rusya'da kaldığınız otel bir Türk inşaat şirketi tarafından yapılmış olabilir. Ortadoğu'daki bir havalimanı ve Orta Asya'daki bir stadyum yine bir Türk inşaat şirketi tarafından inşa edilmiş olabilir. Dünya'nın farklı ülkelerinden insanlar tedavi olmak için Türk hastanelerine geliyorlar. Sadece edebiyatta değil artık tıpta da Nobel alan bir bilim insanımız var. Dahası ve belki de en önemlisi Londra'da bir Türk kafesinde (Kahve Dünyası) kahve içmeniz mümkün. Bu örnekleri elbette çoğaltabiliriz.

Tüm bu gerçekleri bize neyi anlatıyor?

Bardağın yarısı dolu.

Boş olan tarafını da bu başarı örneklerinden alınacak motivasyonlarla doldurmak gerekiyor.

Karamsarlığın, "bizden adam olmaz" mantığının bize hiçbir yararı olmadığı kesin.

Türkiye'nin dinamiklerine inanmanın başarının yarısı olduğu kanaatindeyim.

Ayrıca Batı'da ilk olarak 1750'lerde başlayan sanayi devriminin Osmanlı'daki yansımaları, 19. yüzyıl sonlarında yani uzun bir süre sonra cılız bir şekilde ortaya çıktı. Ama şimdi dijitalleşme, İHA/SİHA, elektrikli otomobil gibi çoğu gelişmeyi Türkiye'nin yakından takip ettiğini görüyoruz. Dolaysıyla Türkiye dünyada yaşanan yeni gelişmelerin içinde gözüküyor.

Türkiye'nin kafa yorması gereken ve tedbir alması gerekli asıl mesele, bu yeni dinamiklerin niçin Türkiye'de değil de ABD ve Avrupa'da ortaya çıktığı meselesi. Bu dinamikler okunup, gerekli tedbirler alınır ise Türkiye'nin 21. yüzyılda gelişmiş ilk 10 ülke arasında olmasının önündeki engeller kalkmış olacaktır.

Bu açıdan özellikle eğitimli gençlerimiz, geleceğini, herhangi bir Batı ülkesinde ikinci sınıf bir vatandaş olarak değil, Türkiye'de Türkiye'nin gelişme sürecine içten bir şekilde destek vererek aramalıdır. Bundan dolayı da Türkiye'nin gündemi kısır siyasi çekişmeler yerine kalkınma ve büyüme olmalı ve tam da bundan dolayı çocuklarımızın rol modelleri tarihimizdeki meşhur tüccarlar ve günümüzdeki başarılı iş adamları olmalıdır. Bu sayede hem ülkemizde hem de dünyada kalıcı ve güçlü atılımlar ortaya koyabiliriz.

[email protected]