Türkiye hangi devrime hazırlanıyor?

Dr. Celâl Fedai / Yazar
8.04.2017

Cumhuriyeti kuranların, Türkiye’nin bağımsızlığı konusundaki ısrarı milletin değerleriyle çatışmasaydı kim bilir ne durumda olurduk? Bugün onları her şeye rağmen hayırla yad ediyoruz. Yarın, bugünü hayırla yad edecekler, bağımsızlık konusundaki ısrarımızı, milletin değerleriyle birleştirip birleştiremediğimize bakacaklar. Türkiye’nin hazırlandığı devrim, burada aranmalı.


Türkiye hangi devrime hazırlanıyor?

Abdi İpekçi’nin 1973’de Opus dergisinde, Amerikan sanat ve bilim akademisi üyesi ünlü antropologumuz Nur Yalman ile yaptığı söyleşi, “Türkiye Hangi Devrime Hazırlanıyor?” sorusunun peşinde düşmek için oldukça mühim. “Böyle bir sorunun peşine niçin düşmeli?” diyemeyeceğimiz kadar aktüel bir mevzu bu: En çok da son yüz yıldır Türkiye, birileri tarafından bir devrime hazırlanır durmadan. Cumhuriyet’in devrimlerini, bitmek bilmeyen sosyalist devrim özlemi izler. Öyle ki Gezi Olayları’na gelindiğinde sosyalizmin, kapitalizm ile aynı anne babadan doğma üvey kardeşler olduğu açıkça görülür hâle gelir. Türkiye, mümkünse kapitalizmle olmazsa sosyalizmle, yüzlerce yıldır aldığı yoldan alıkonulan bir ülkedir. Fakat tarihin bilinen en eski destanının da anlattığı gibidir mesele: Enkidu’yla birlikte insanlara korku salan ormandaki devi öldürmeye giden Gılgamış da en az Europa kadar işvebaz ve fettan olan İştar kıza, bir süre takılıp kalmıştı. Sonunda o da ne için var olduğunu ve nereye gitmesi gerektiğini hatırladı. Türkiye de işveli Europa’nın yolundan alıkoyduğu bir ülkedir. Enkidu gibi amacının ne olduğunu anımsıyor şimdilerde. Türkiye’nin yıllardır hazırlandığı devrim, onu Europa’nın antropolojik araştırmaları için el altında tuttu. Ancak bu artık devam edeceğe benzemiyor. 

Nur Yalman, 1931 doğumlu. Mehmet Emin Yalman, Alp Yalman gibi tanıdık simaların olduğu bir aileye mensup. Robert Koleji bitirdikten sonra üniversite eğitimi için Cambridge’e gitmiş. O günleri onun ağzından dinleyelim: “Kolejde öğrenci iken cemiyetimizin hali çok gücüme gidiyordu. Kendimizi an’anelerinden kopup hedefleri biraz meçhul bir cemiyet gibi hissediyordum. Bu cemiyeti tahlil etmek, neden keşmekeş içinde olduğumuzu anlamak istedim. Bunun ilmini sosyoloji olarak biliyordum. Sosyoloji okumak istedim, memlekete bu şekilde hizmette bulunayım diyordum. Cambridge üniversitesinde sosyoloji diye bir dal yok. An’anelerine düşkün oldukları için çok yeni bulmuşlar, katmamışlardı, bunun yerine antropoloji vardı. Aynı şey dediler. Antropolojinin ne olduğunu bile bilmiyordum. Onların tavsiyesiyle antropolojiye girdim.” Evet, Yalman’ın öyküsü zaman içinde, Türkiye’ye hizmet etmek istemekten Türkiye’de devrim yapmak istemeye dek uzanan entelektüel eğilimler içinde bir yerde duruyor. Dört yıl kadar önce Katar’da verdiği bir konferansında Atatürk ile Erdoğan’ı karşılaştırıp “Türkiye son yıllarda tarihinin en hür, en refah dolu günlerini yaşıyor” diyen Yalman, şu günlerde ne düşünüyor doğrusu merak ediyorum. Bir antropolog olarak yaptığı çalışmaların bizden çok Anglo-Sakson dünyaya hizmet ettiğine işaret edelim şimdilik. Ama şunu söylemekten geri durmayalım; onun öyküsü üzerinden fark edebileceğimiz mühim bir husus var: “Türkiye hangi devrime hazırlanıyor?” sorusunun peşinden gittiğimizde bu mühim hususu görebileceğiz umarım.

Seylanlı talebeler Türkiye’de

İki yıl önce Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencilerinin kendi alanlarını yeniden düşünmek üzere hazırladıkları bir sempozyumda, “1940’lı yıllarda İngilizlerin, Cambridge’de sosyoloji bölümü açmayı, kökleriyle irtibatlarında bir kopukluk bulmadıkları için gerekli görmediklerini” söylediğimde, aralarında Hüsamettin Arslan ve Bengül Güngörmez’in de bulunduğu hocalarımız, tatlı bir gülümsemeyle Nur Yalman’dan aktardıklarıma hak vermişlerdi. Zira onlar da çok iyi bilmekteydiler ki Türkiye, hâlâ “an’anelerinden kopuk, hedefleri meçhul bir ülke”dir ve sosyologlar için tabir caizse bir cennettir. Türkiye’de onlarca sosyoloji bölümü var ve bu bölümler, an’anelerimizden kopukluğumuza ve meçhul olan ideallerimize dair muhakkak bir şeyler söylüyorlardır. Lakin bu hususta Avrupalı ve Amerikalıların Türkiye’ye bakışlarının bugün bile sosyologlarınkinden çok antropologlarınkine yakın olduğunu söylemek zorundayız. Malum olduğu üzere antropoloji, Batılıların sömürgeleştirdikleri kültürlerin kendilerinkinden farklı oluşlarını, aşağı bir insanlık durumu olarak araştırmak istemelerinin bir sonucudur. Avrupalılar köylerde yaşayan kendi halklarına bile vaktiyle böyle bakmış ve folklor araştırmaları, hareket noktasını buradan almıştır.

Bunları ve başka dikkat çekici hususları bir yana bırakıp bizi sorumuzun peşinde tutacak Nur Yalman’ın söyleşisine yeniden dönelim. Seylan’da saha araştırmaları yaparken rastladığı çok çarpıcı bir gözlemi var Yalman’ın. 12 Mart 1971 askerî darbesinden birkaç hafta evvel Seylan’da da bir ayaklanma oluyor. İktidarda sosyalist, komünist ve Troçkist partiden oluşan nadir bir koalisyon hükümeti var. İşe bakın ki ayaklanmayı organize edenlerin bir başka sol fraksiyon olduğu belli. Muhtemelen Maoistler. Nüfusu 15 milyon olan ve sadece 16 bin kişilik bir kolluk gücüne gerek gören, tarihi Hindistan ve Uzak Doğu ile beraber yoğrulmuş bu sakin ülkede sosyalizmin kat ettiği mesafe ayrıca düşündürücü. Ama asıl düşündürücü olan, ayaklanmayı gerçekleştiren üniversite gençliğinin Türkiye’de bulunmuş olması ve Türkiye’de bu tür bir ayaklanmanın olacağını önceden haber vermeleri. Şöyle diyor Yalman: “Benim de Türkiye’den olduğumu duyunca ‘aman’ dediler, ‘Türkiye çok enteresan, gel. Merak etmeyin Türkiye’de de bu hareket olacaktır, çok yakında Türkiye de bizim safımıza katılacaktır.’ O zaman çok şaşırmıştım. Arkasından Seylan’da olan hareket 6-7 Nisan 1971’de oldu. Bizim 12 Mart tabii ondan bir, iki hafta evveldi ve aralarındaki bağlantıyı hala merak ediyorum. Bir defa Seylanlı talebelerin Türkiye’yi ziyaret etmesi de, Türkiye’yi bilmeleri de benim içime bir şüphe düşürdü. Ne münasebetle bunlar Türkiye’ye geldiler, kimden yardım görerek geldiler.”

Öyle görünüyor ki Türkiye’de Gezi Olayları’yla başlayan “devrim süreci”nin geçmişi, 12 Mart 1971’de de tecrübe edilmiş. Gerçi bu geçmişi birazdan daha da eskilere götüreceğiz ama bir sosyolog olarak Nur Yalman’ın gözlemlerinde durmakta fayda var. Çünkü lise yıllarında Türkiye’yi, “an’anelerinden kopuk, hedefleri meçhul bir ülke” olarak gören ve bu halinin gücüne gittiğini ifade eden Yalman’ın Türkiye’deki sosyal hayat üzerinde İslam’ın olumlu etkilerine ilişkin tespitleri, eminim o yılların entelektüelleri için pek şaşırtıcı gelmiştir. Nitekim Abdi İpekçi’nin Müslüman toplumların genellikle geri kalmış ülkeler olduğu yönündeki sorularına Yalman, farklı alanlardan misaller getirip aksi karşılıklar veriyor. Auguste Comte ve Durkeim’den gelen ve dini müesseseleri küçümseyen fikir akımının Ziya Gökalp üzerinden İttihat ve Terakki’ye geçmesine de hayıflanmadan edemiyor. Oysa ona göre modern sosyoloji ve antropoloji dinî müesseseleri küçümsememektedir. Amerika, İngiltere ve İsviçre gibi ülkelerde dinin etkisi çok güçlüdür. Yalman’ın Cumhuriyet sonrasında Türkiye’deki kültürel devrimi, laikliğin uygulanışı üzerinden okuyarak Kemalizm’e getirdiği eleştirilerinin ayrıca önemli olduğunu da belirtelim ve geçelim.

Milli Mücadele ve sol

Gelelim 1971’de Seylan’da çıkan ayaklanmaya katılan üniversiteli gençlerin Türkiye’de ne aradığına… Bunun için Milli Mücadele yıllarında oluşan iktidar boşluğundan istifade edip Türkiye’de sosyalist devrim gerçekleştirmek isteyenlerden günümüze değişen şeyi anlamamız gerekecek. O yıllarda sosyalizme meyledenlerin neredeyse tamamı, ülkenin işgalden kurtarılmasını birinci mesele olarak görmekte ve İslamiyet’i, kapitalizme değil sosyalizme yakın gördükleri için sosyalizme meyletmekteydiler. 1919 yılında Kurtuluş dergisinde İsmail Suphi’nin dediği tam da şudur: “Mukadderatımızı kurtarmak için icap ederse şeytan olacağız.” Bu cümlede, “mukadderatımızı kurtarmak”tan kasıt, ülkenin işgalden kurtuluşudur. Sovyet Rusya ile olan temaslar, tam da bu yüzden kaçınılmazdır. Mustafa Kemal’in liderliğindeki Ankara hükümeti de ondan bağımsız olarak Rusya’yla temas halinde olanlar da bu hususu ön planda tutmaktadırlar. Rusya da sosyalist bir devrim için hazır bulmadığı Türkiye’yi, emperyalistlere karşı mücadele eden ve ilerici yönleri ağır basan bir burjuva milliyetçi hareketi olarak görmektedir zaten. Resmin tamamı bundan ibaret değil elbette. O yıllarda Türkiye’de Bolşevik bir devrim için şartların uygun olduğunu ve Sovyetlerden gelecek yardımla bu devrimin gerçekleştirilebileceğine inananlar da vardır. Nitekim Murat Belge meşhur çalışması Türkiye’de Sol Akımlar’da Sovyet Rusya’da, Türkiye’de devrim için şartların uygun olmadığını, bu yüzden de rejimin desteklenmesi gerektiğine dair Radek’in yorumunu eleştirerek; bu yaklaşımı, uzun yıllar için,  “Anadolu solculuğunun mezar taşı” olarak değerlendirir. Belli ki Belge’ye göre, bu yaklaşım, Türkiye’de oluşabilecek sosyalist devrimin önünü uzun yıllar tıkamıştır.

Tıkamıştır da ne olmuştur? Maalesef Murat Belge’nin de içinde bulunduğu Türk solunun fikri skalası, ya irrasyonel devrim rüyasında ya da Frankfurt Okulu fantezisi içinde entelektüel spekülasyona dönüşmüştür. Milli Mücadele günlerinin “mukadderatını kurtarmak” için çaba sarf eden sosyalistleriyle ne bugünün ne de dünün sosyalistlerinin bir bağının olmaması üzücüdür. Bugün Türkiye’nin Milli Mücadele günlerini yaşamakta olduğu aşikârdır. Hem de öyle aşikâr ki yüz yıl önceki hadiseler hemen hemen aynı şekilde cerayan etmekte.

Evet, Türkiye bir devrime hazırlanıyor. Nur Yalman’ın, Murat Belge’nin öyküleri ihmal edilecek öyküler değil belki ama milletin öyküsü de bambaşka. Sessiz, kendi halinde, sabırla ertelediği bir öyküsü var milletin. Cumhuriyeti kuranların, Türkiye’nin bağımsızlığı konusundaki ısrarıı milletin değerleriyle çelişip çatışmasaydı kim bilir ne durumda olurduk? Bugün onları her şeye rağmen hayırla yad ediyoruz. Yarın, bugünü hayırla yad edecekler, Türkiye’nin bağımsızlığı konusundaki ısrarımızı, milletin değerleriyle birleştirip birleştiremediğimize bakacaklardır. Türkiye’nin hazırlandığı devrim, burada aranmalıdır. 

[email protected]