Önümüzdeki 10 yıl büyük dönüşüm ve kırılmalara gebe Türkiye her ihtimale hazırlıklı olmalı

Röportaj: Hale Kaplan
16.10.2020

Ferhat Pirinççi: “Türkiye'nin bulunduğu jeopolitik ortamın önümüzdeki on yıllık dönem içinde kapsamlı dönüşüm ve kırılmalar yaşama ihtimali çok yüksek. Her türlü ihtimale hazırlıklı olması gereken Türkiye hareket kabiliyeti yüksek ve esnek bir dış ve güvenlik siyaseti yöntemi benimsemek zorunda.”


Önümüzdeki 10 yıl büyük dönüşüm ve kırılmalara gebe Türkiye her ihtimale hazırlıklı olmalı

İki büyük dünya savaşının ardından Soğuk Savaş, 11 Eylül saldırıları ve Arap Baharı yakın tarihin belirgin kırılma noktaları olarak tanımlanır. İçinde yaşadığımız pandemi dönemi de muhtemelen tarihe benzer şekilde kaydedilecek. Küresel sistemin derinden etkileneceği söylenen bu dönemde güç dengelerinin yer değiştirmesi muhtemel, peki ya sonra? Prof. Dr. Ferhat Pirinççi ve Doç. Dr. Murat Yeşiltaş, birlikte kaleme aldıkları ‘Küresel Dönüşüm Sürecinde Türkiye’nin Büyük Stratejisi’ isimli kitapta dünya sisteminin ve uluslararası ilişkilerin değişmekte olan yeni jeopolitiğinde Türkiye’nin önüne çıkacak muhtemel fırsat ve riskleri mercek altına alıyor. Ferhat Pirinççi ile çok katmanlı ve çok kutuplu dünyada Türkiye’yi konuştuk.

Koronavirüs salgını için milad yorumu sıkça yapılıyor. Katılır mısınız buna? Pardemi küresel siyaset için köklü bir değişimin başlangıcı mı?

Salgının sadece küresel siyaset değil; dünya genelinde neredeyse bütün alanlarda etkisini gösterdiği bir gerçek. Ancak pandemiyi küresel siyasette köklü bir değişimin başlangıcı olarak değerlendirmekten ziyade, köklü değişimi hızlandıran bir aşama olarak görmek gerekir. Zira küresel siyaset 2000’li yıllarla beraber değişme emareleri göstermeye başlamıştı.

Ne ABD ne Çin

Koronavirüs sonrası dünya ne yeni bir Çin barışının ortaya çıkmasına ne de Amerikan barışının yeniden yükselişine şahitlik edecektir, diyorsunuz. Yükselişin ana parametresi ne olacak peki?

Yükselişin ana parametresi ne tek başına askeri güç ne de ekonomik güç olacak. Ana parametre bütün kaynaklarını ölçülü ve dengeli bir şekilde kullanabilmek, başarılı bir küresel yönetişim mekanizması oluşturabilmek ve özellikle de diğer aktörlerin uymaya rıza göstereceği normlar üretmek olacaktır. Ancak kısa vadede bu parametreye uygun bir küresel sistemin ortaya çıkması söz konusu değil; zira dönüşüm süreci ve sancısı devam etmekte.

Asya Pasifik ölçekli jeopolitik ve güvenlik sorunlarına dikkat çekmişsiniz. Önümüzdeki dönemin çatışma sebepleri ve alanlarına dair öngörüleriniz neler?

Çatışma sebepleri ve alanları çok çeşitlendi ve parçalı hale geldi. Bu çerçevede çatışma sebepleri kaynakların ve gücün yeniden dağılımı çerçevesinde olacaktır. Küresel ve bölgesel düzeyde jeopolitik temelli güç dengeleri sarsıntılar yaşıyor ve bu sarsıntılar esnasında ciddi güç boşlukları ortaya çıkıyor. Bu güç boşluklarını doldurma mücadelesi esnasında çatışma yaşanma ihtimali yüksek ancak çatışmanın da karakteri değişimden geçiyor. Devlet dışı silahlı aktörler önceki döneme göre daha ön planda. Çatışma alanları düşünüldüğünde, aslında güç mücadelesinin ve sarsıntının yaşandığı her yer potansiyel bir çatışma alanı.

Çok katmanlılık ve kutupluluk, küresel güç dengesini nasıl etkiliyor? Olumlu okumalara müsait mi yoksa rekabeti artırıcı bir unsur olarak mı görmek gerek?

Çok katmanlı çok kutupluluğu bir risk veya fırsat olarak değerlendirmek dünya jeopolitiğine nerede konumlandığınızla ilişkili. Öncelikle çok katmanlı çok kutupluluğun belki de en önemli özelliği yükselen güçlerin sayısında hatırı sayılır bir artışın olmasıdır. Yükselen güçler dahil oldukları çatışma ve rekabet süreçleri, bölgesel dış politika aktivizmleri ve küresel ekonomide sahip oldukları etkinlikleri bakımından dünya düzeninin şekillenmesinde giderek daha asli oyunculara dönüşmektedir. Dolayısıyla küresel güç dengesinin önceki döneminde asli bir güç unsuruysanız ve gücünüzde erozyon başladıysa, riskli bir durum olarak değerlendirirsiniz. Önceki sistemde edilgen konumdaysanız, önceki güç dengesinin cephesiyseniz veya olumsuz etkilerine maruz kalıyorsanız elbette yeni çok katmanlı çok kutupluluğu bir fırsat olarak görürsünüz. Özellikle etkisi giderek artan yükselen güçler arasındaysanız yeni dinamiklere yönelik kaçınılmaz bir şekilde olumlu bakarsınız.

Bu durum uluslararası kurumların konumunu da sorgulamaya açıyor. BM mevcut tabloda nasıl bir görev üstleniyor? Sonrası için ne söylenebilir?

BM, dönüşmekte olan küresel sistemin sarsıntılarının en fazla sembolize olduğu yer. BM’nin küresel salgın konusunda herhangi etkili bir adım atamamış olması diğer sorunlarla birlikte ele alındığında yönetişim krizini daha da derinleştirmektedir. Örneğin BM’nin Filistin konusunda takındığı tavır bu konuda çarpıcı örnekler sunmaktadır. ABD’nin Filistin konusunda almış olduğu tek taraflı tavra karşılık BM, icra gücünden yoksun Genel Kurul kararları dışında bazı açıklamalar yapmaktan öteye gidememiştir. BM, Suriye, Yemen ve Libya, Karabağ gibi diğer çatışma alanlarında da üstüne düşen sorumlulukları yerine getirememektedir.

Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz hatta şimdi Azerbaycan.. Türkiye’nin dış politikada etkinliğini artırdığı alanlar. Bu bölünmüş enerjiye mi işaret eder, sağladığı avantajlar var mı?

Türkiye’nin enerjisini böldüğüne yönelik tartışmalar var. Ben bunlara katılmıyorum, aksine Türkiye aslında alışkın olduğu yüksek tempolu dış ve güvenlik politikası gündemini ve angajmanlarını, araçlarını da çeşitlendirerek geliştiriyor. Bu durum ise kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’nin stratejik esnekliğini ve özerkliğini arttırmakta.

Taşlar yerinden oynadı

Taşlar bir kez yerinden oynadı bu saydığımız alanlarda. Bundan sonrası için nasıl bir projeksiyon tutulabilir?

Küresel sistemin dönüşüm sürecinin kısa ve orta vadede devam edeceği söylenebilir. Yeni sistemin hangi özelliklere sahip olacağı ve nereye doğru evrileceği biraz da günümüzde yaşanan gelişmelere bağlı. Şurası açık, eski sistem sürdürülebilir değil ve bu nedenle sancılar yaşanmakta. Yeni sistemin iyiden iyiye şekillenmesi ise yerel, bölgesel ve küresel jeopolitik rekabetin sonunda belli olacak. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde birçok düzeyde rekabetin ve gerginliklerin bolca yaşandığı bir döneme şahit olacağız.

Mülteciler meselesinin Türkiye büyük stratejisi içindeki yeri nedir? Yük olarak görmeye meyyal bir dünya var karşımızda, biz bunu güce çevirebilir miyiz?

Mülteciler meselesi Türkiye’yi genel ve özel düzey olmak üzere iki açıdan ilgilendiriyor. Genel açıdan bakmak gerekirse, mültecilik küresel bir sorun ve mülteciliğe neden olan dinamikler ortadan kaldırılmadıkça sorun olmaya devam edecek. Türkiye’nin gerilimlerin çatışmaya dönüşmeden önce ve çatışma yaşandığında ilgili bölgelere yönelik ikili, bölgesel ve küresel girişimleri var.

Özel düzeyde ise Suriyelilerin güvenli bir şekilde evlerine dönebilmesi için ülke olarak geliştirdiği politikaların yanı sıra diğer paydaşlarla yürüttüğü bazı girişimler bulunmakta. Koronavirüs pandemisi Türkiye’nin bireysel ve diğer paydaşlarla yürütmeye çalıştığı girişimleri yavaşlattı ancak pandemi sonrası dönemde bu soruna çözüm bulunabilmesi için girişimlerini sonuç alacak şekilde devam ettireceği söylenebilir.

Konu evlerini ve ülkelerini terk etmek zorunda kalanları ifade eden mültecilikten, çeşitli nedenlerle isteyerek bulunduğu ülkeden farklı bir ülkeye göç etmeyi tercih eden düzenli göçe çevrilmedikçe bir yük olarak görülmeye devam edilecek. Bu noktada Suriye krizini de aşacak şekilde Türkiye’nin temel amacı, insanların ve toplumların zorunlu nedenlerle yurtlarını terk etmesine neden olan faktörlerin üzerine gidilmesidir.

Dönüşüm ve kırılmalar

Koronavirüs sonrası dünyada Türkiye’nin önüne çıkacak muhtemel fırsatlar ve elbette riskler neler?

Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik ortamın önümüzdeki on yıllık dönem içinde kapsamlı dönüşüm ve kırılmalar yaşama ihtimali çok yüksek görünmektedir. Her türlü ihtimale hazırlıklı olması gereken Türkiye hareket kabiliyeti yüksek ve esnek bir dış ve güvenlik siyaseti yöntemi benimsemek zorundadır. Esneklik Türkiye’nin alternatif tercihlerini çoğaltacak, manevra alanını genişletecek ve maliyetleri azaltacak bir dış politika yöntemi olarak görülmelidir. Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik eski meydan okumaların bazıları etkili olmaya devam edecek ve karşısına yeni meydan okumalar çıkacaktır. Türkiye geliştirdiği kapasitesi, esnekliği ve giderek derinleşen özerkliği sayesinde karşısına çıkan meydan okumaların olumsuz etkisini minimize ederek ortaya çıkan güç boşluklarını dolduracak ve önüne çıkan fırsatları iyi bir şekilde değerlendirecektir.