Türkiye, İdlib'in yeni Srebrenitsa olmasına müsaade etmemeli

Labib Nahhas / Syrian Association for Citizens ’Dignity (SACD) Program Direktörü
28.02.2020

Cumhurbaşkanı Erdoğan, eski Bosna Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç'in kendisinden, öldüğünde Bosna'ya ve halkına sahip çıkmasını ve yeni bir Srebrenitsa'nın tekrarlanmasına izin vermemesini istediğini dile getirmişti. Bu zorlu zamanlarda, İzzetbegoviç ‘in bu çağrısı, Bosna'nın ötesine doğru yankılanmaktadır. Nitekim, bütün Suriyeliler bunun önlenmesi için gözlerini Türkiye'ye çevirmiş durumdalar.


Türkiye, İdlib'in yeni Srebrenitsa olmasına müsaade etmemeli

Rusya’nın ve Esad’ın roketleri ile yüksek-tesirli bombaları, gittikçe daralan bir alanda sıkışmış olan ve birçoğu yerlerinden edilerek derme çatma çadır kamplarda ağır kış şartlarıyla mücadeleye maruz bırakılan yaklaşık üç milyon İdliblinin üzerine yağmur gibi yağarken, bazı eleştirmenler ve kanun koyucular bu durumu, Suriye savaşında “acımasızca fakat kaçınılmaz bir son” olarak görüyor. Böylesine bir ifade, bir savaşta, yanlış anlaşılmış bir “son çare” algısına davetiye çıkarmaktadır. Nitekim, 1995 yazında Bosna-Hersek Srebrenitsa’da aynı durum meydana gelmişti.

İdlib, 2011 devriminde özgürlüğü ve onurlu yaşamı hayal etmeye cesaret eden tüm Suriyelilere yönelik ölümcül, sistematik bir şiddet kampanyası başlatmasının ardından Beşar Esad’ın ve onun Rus ve İranlı müttefiklerinin acımasız yönetiminden kaçan insanlara sığınak olan son toprak parçası olduğu gibi, Srebrenitsa da Bosna’nın doğusundaki Bosnalı Müslümanlara sığınak olan son toprak parçasıydı. Onların önemsiz varlığı, Slobodan Miloseviç ve Radovan Karadziç’in Drina Nehri vadisinin etnik temizliğine ve Sırbistan ile Bosnalı Sırpların elinde bulunan bölge arasındaki sınırın ortadan kaldırılmasına yönelik stratejik hedeflerine ulaşmasını engelliyordu.

Yanmış toprak

“Yanmış toprak” olarak adlandırılan savaş stratejisi bile Suriye’de şahit olduğumuz durum ile aynıydı. Nitekim, bu durumun da Rusya’dan kaynaklanıyor olması hiç şaşırtıcı değil. Sivillerin gelişigüzel olarak bombalanması ve açlığa terk edilmeleri, esir alınanlara ve tutuklananlara yönelik işkence ve katliamlar yapılması, kitlesel göçler ile asıl sakinlerinden yoksun bırakılan toprak parçalarının hayalet bölgeye döndürülmesi, daha önce gördüğümüz olaylar.

İdlib’e benzer şekilde Srebrenitsa halkı da, güçlü devletlerin güvencesi altında sözüm ona korunmaktaydı ve burası da Birleşmiş Milletler tarafından “güvenli bölge” olarak belirlenmişti. Ancak, önceden Srebrenitsa’da şahit olduğumuz ve günümüzde İdlib’de gördüğümüz üzere, uygulanma niyeti olmayan güvenceler, “korunanlar” arasında yıkıma sebep olan ve ölüm saçan varil bombaları ile korkutucu çığlıklar atan jetler tarafından kolayca parçalanmış bir kağıttan kaplandan başka bir şey değildir. Nitekim, Bosnalı Sırplar bu kağıttan kaplanları parçalayıp Srebrenitsa’yı fethetmeye karar verdiklerinde, bu güvenceler halkı meydana gelen soykırımdan koruyamamıştı.

‘Soykırım beklemiyorduk’

Batılı güçlerden elde edilen belgeler David Rohde’nin Endgame (Oyun Bitti) adlı ufuk açan kitabında detaylandırılmıştır: The Fall and Betrayal of Srebrenica, Europe’s Worst Massacre Since WWII adlı kitap (İkinci Dünya Savaşı’ndan Bu Yana Avrupa’nın En Acımasız Katliamı, Srebrenitsa’ya Yapılan İhanet ve Bir Şehrin Düşüşü) Srebrenitsa’nın düşüşünün uluslararası siyasi güç simsarları, özellikle de Clinton yönetimi tarafından Bosna savaşını sona erdirmek için kritik bir ”oyun sonu stratejisi“ unsuru olarak kabul edildiğini göstermişti. Daha sonrasında, Ratko Mladiç’in kontrolü altındaki güçlerin bölgeyi ele geçirdikten sonra soykırım yapacaklarını asla beklemediklerini iddia edeceklerdi. Tüm bunların üzerine, İdlib hususunda ne olacağını bilmediğimizi iddia edemeyiz. Uyarılar oldukça açık: Esad’ın kimyasal saldırılardan sabıkalı rejimine karşı çıkmaya cesaret eden Suriyelilere yönelik dokuz yıldır süren sistematik insanlıktan çıkarmalar ve katliamlar ile bizzat Kasap Esad’ın kendi sözleri ortada. Kimyasal silah kullanımı da dahil olmak üzere en korkunç savaş suçlarını işleyerek sivilleri altı yıldır sistematik olarak öldürmesinin sonuç olarak “daha homojen bir toplum” elde etmesinde kendisine yardımcı olduğunu, 2017 yılı Ağustos ayında açıkça ve alaycı bir tavırla açıklamıştı.

Grozni Doktrini

Ruslar ve İranlılar tarafından teşvik edilen bu doktrinin, İdlib’de de acımasız ve kan dondurucu bir şekilde uygulanacağı kesindir. Bunu şimdiden, rejim ve İran milisleri tarafından ele geçirdikleri her alanda gerçekleştirilen kindar eylemlerde görebiliriz: Yargısız infazlar, rastgele tutuklamalar, işkenceler ve hatta mezarlara yapılan saygısızlıklar bunlardan yalnızca bazılarıdır. Çoğu zaman insanlık dışı koşullar altında, durmaksızın göç etmeyi yeğleyerek, Esad’ın egemenliği altında yaşamayı şiddetle reddeden İdlib halkına yönelik nefretlerinin seviyesi hayal dahi edilemez. Esad’ın “homojen” toplumunu elde etmek için cani bir çaba içerisinde bu insanlara yönelik gerçekleştireceği intikam ve vahşetin ölçüsünü çok az kişi idrak edebilir.

İdlib’de çok daha büyük bir ölçekte gerçekleşmesi muhtemel olan yeni bir Srebrenitsa’yı önleme sorumluluğu, başta Türkiye olmak üzere büyük güçler tarafından yerine getirilmelidir. Bu sadece ahlaki bir zorunluluk ve Türkiye’nin garantör olduğu Soçi anlaşmasını sürdürme yükümlülüğü değil; İdlib’in Esad, Rusya ve İran’a kalmasına müsaade edilmesinin Türkiye açısından oldukça vahim ve uzun-vadeli sonuçlarının olacak olması nedeniyle siyasi ve stratejik bir zorunluluk meselesidir. Yakın gelecekte baş gösterecek olan birçok kasvetli senaryo bulunmakta ve hepsi için de Türkiye’den kararlı eylemler beklenmektedir.

Rusya’nın İdlib’e saldırma ve Türkiye ile olan ilişkisini riske atma konusundaki aceleci kararının temel nedeninin, rejimin ekonomik, sosyal ve sonuç olarak güvenlik düzeyinde giderek kaçınılmaz bir şekilde yok edilmesi ve parçalanması olduğunu belirtmek önemlidir. Rusya, askeri zaferlerini, rejimin öngörülen geri kalan ömrü dahilinde diplomasi yoluyla kalıcı siyasi kazanımlara dönüştüremeyeceğini fark etmiştir. Bunun yerine, stratejik hedeflerinin önünde duran insanları tamamen yok etmeye ve rejim çökmeden önce çatışmayı sona erdirecek olan “Grozni Doktrini” taktiğini benimsemeye karar vermiştir.

Sınırda üç düşman rejim

Türkiye’nin, rejim güçleri ile onların Rus ve İranlı müttefiklerinin İdlib’i ele geçirmesine ve kaçamayan çok sayıda insandan intikamını almasına izin vereceği felaket senaryosunun kaçınılmaz sonuçlarından biri, Suriye’deki çatışmaya siyasi bir çözüm bulma şansının tamamen yok edilmesi olacaktır. Böylesine bir sonuç, Türkiye’de olanlar da dahil olmak üzere mültecilerin toplu geri dönüşünü engelleyecektir.

Rusya ve Şam’daki kukla rejimi, herhangi bir gerçek siyasi çözüme ulaşma konusunda zaten ilgisiz durmaktalar. Bunun sonucunda, siyasi süreçte onlardan talep edilen tüm tavizleri de tamamen göz ardı edecekler. Böylesine bir siyasi süreç başarısızlığa uğrayacak ve Suriyelilerin yerlerinden edilmesi kalıcı bir durum olmasa da uzun vadeli bir durum olacaktır. Suriyeli mültecilerin bu alanların yeni bir “İdlib” olmayacağına dair herhangi bir güvenceye inanmaları imkansız hale geleceği için, Türkiye’den “Fırat Kalkanı” ya da” Afrin” bölgelerindeki evlerine geri dönmesi için yapılacak herhangi bir plan gerçekçi olmayacaktır. Bunun aksine, yerlerinden edilmiş yeni ve daha büyük bir mülteci dalgası Türkiye sınırına yönelecek ve sınırı geçmelerini engellemek zorlaşacaktır. İdlib’deki daralan bölge, Rusya ve rejimin mevcut altyapısı ve devam eden saldırıları sebebiyle, ülkesinde yerinden edilmiş bir milyon insanı barındıramaz. Sonuç olarak, Ruslar ve İranlılar, İdlib’te ve Halep’te yeni bir statüko kurmayı; bölgenin askeri, güvenlik ve ekonomik kontrolünü güçlendirmeyi; Türkiye’nin Suriye savaşındaki ve gelecekteki herhangi müzakere veya siyasi çözüm üzerindeki etkisini ve nüfuzunu büyük ölçüde azaltmayı başaracaklardır. Türkiye, sınırlarında üç düşman rejime sahip olacaktır: PKK terör gruplarının yanı sıra Rusya, İran ve Esad rejimi. Bu durum, Suriyelilerin, kalıcı bir durum haline gelmesi muhtemel olan ve Türkiye’yi olumsuz etkileyecek olan yerlerinden edilmeleri ile bölgenin gelecekteki dinamiklerini büyük ölçüde etkileyecektir.

Türkiye son umut

Her iki senaryoda da, Rusların ve Esad’ın İdlib’i ele geçirdikten ya da yeni bir statüko kurduktan sonra duracağını ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki Türkiye kontrolündeki bölgelere yönelmeyeceğini düşünmek akıllıca değildir. Rusya’nın geçmişte Türkiye ile yapılan anlaşmalara olan, yüzde sıfır denebilecek bağlılığı ortadadır. Sonuç olarak, gelecekte yapılması muhtemel herhangi bir anlaşmanın geçmiştekilerden daha iyi bir niteliğe sahip olmayacağı neredeyse kesindir. İdlib’in Ruslara kalması durumunda, Türkiye’nin etkisi altındaki geriye kalan bölgeler de, dört milyondan fazla insanın çok sınırlı bir coğrafi bölgeye sıkışmasıyla ortaya çıkacak dayanılmaz insani koşullar ve güvenlik koşulları sebebiyle, İdlib’in kaderinin bir yansıması olarak büyük olasılıkla çökecektir.

Son olarak, Esad ve Rusların İdlib’i ele geçirmelerine Türkiye’nin gözetiminde izin verilmesi halinde, bu durum, Türkiye’nin hali hazırda dört milyon Suriyeli üzerindeki itibarını tamamen yok edecektir. Türkiye’nin Suriyeli mültecileri kabul etme ve onlara yardım etme konusunda diğer ülkelerden çok daha fazlasını yapmış olması yadsınamaz bir gerçektir. Suriyeliler bu yardım için her zaman minnettar olacaklar. Ancak, İdlib’in milyonlarca savunmasız insanını Esad’ın ve Rusların merhametine bırakmak, Türkiye’nin Suriyeliler arasındaki imajına onarılamaz bir şekilde zarar verecektir. Bu sadece Suriye’nin kuzeyi ve Türkiye için değil, tüm ülke genelinde geçerli olacaktır. Esad’ın zulüm ve baskısından bir çıkış yolu arayan nüfusun büyük çoğunluğu için Türkiye son bir umut niteliğindedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, eski Bosna Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in kendisinden, öldüğünde Bosna’ya ve halkına sahip çıkmasını ve yeni bir Srebrenitsa’nın tekrarlanmasına izin vermemesini istediğini dile getirmişti. Bu zorlu zamanlarda, İzzetbegoviç ‘in bu çağrısı, Bosna’nın ötesine doğru yankılanmaktadır. Nitekim, bütün Suriyeliler bunun önlenmesi için gözlerini Türkiye’ye çevirmiş durumdalar.

@LabibAlNahhas