Türkiye nasıl büyüyebilir?

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Akademisyen
1.10.2022

Geçtiğimiz günlerde İran, Erbil'i bombaladı ve onlarca sivil insanı hunharca katletti. PKK kendi taraftarlarına bu saldırıyı, İran-Erbil ortak harekatı olarak anlattı ve tüm bir kitleyi de buna inandırdı. Bu bozguncu mekanizma sizi de ürkütmüyor mu?


Türkiye nasıl büyüyebilir?

Şairlere hayran olan ve şiiri de kutsal metinlerle akraba gören birisi olarak şiirlerine laf etmek niyetinde olmadığım, ilk önce Devrimci-Solcu, sonra Müslüman ve daha sonra Türk olduğunu söyleyen İsmet Özel, kendi derneğindeki üyelerine verdiği bir vaazda: "Öyle dolaylı ifadelere gerek yok, Türkiye'de bir sonuç elde edilecekse Kürtler asimile edilecek, Aleviler Sünnileşecek" demişti. Her ne kadar bu sözün devamında konuyu ırkî bir temelde ele almadığını iddia etse de işin pratikteki reel işleyişi hep etnisite üzerinden devam etmiştir.

Esasında bu ifade Türkiye'nin sahip olduğu ölümcül dilemmaya işaret etmektedir. Hem büyük devlet olmak istiyor hem de içindeki çeşitliliği yok etmek/küçültmek istiyor. Benim hayatımda ki en çarpıcı bilgilerden birisi de, okuma yazma bilmeyen, ömrü boyunca gördüğü kişi sayısı bini geçmeyen ve yaşadığı köyden kasabaya dahi sayılı kez gitmiş olan bir çobanın Irak'ın Kuveyt'i işgal ettiği gece doğan oğluna Saddam Hüseyin adını koyduğunu öğrenmek oldu.

Gittim yanına, merak ettim, "Mustafa amca Allah analı babalı büyütsün. Yeni doğan çocuğunun ismini Saddam koymuşsun. Biraz ilginç bir isim değil" mi dedim. Adam beni karşısına oturttu, hiç konuşmadan cebinden tütün tabakasını çıkardı ve bir sigara sardı, bana uzattı. Sonra kendisi için de bir tane sardı. Çakmağıyla önce benimkini yaktı, sonra kendisininkini, hala hiçbir şey konuşmuş değiliz. Sigarasından birkaç nefes çektikten sonra biraz da sorduğum soruya morali bozulmuş bir iç çekmeden sonra; "Mazhar Hoca, millet bilmiyor, sen de mi bilmiyorsun? Kuveyt bizim bir parçamız değil mi? Irak'ın bir vilayeti değil mi? Bu lider, dağılan yüreğimizin küçük bir parçasını birleştirdi. Gerisi Allah kerim" demişti.

Romantik emperyalizm

Kuşkusuz tekil bir olaydan evrensel bir olguya varmak gibi bir niyetim yok. Ama bu ifade bu coğrafyadaki insanların nasıl bir rüya sahibi olduklarını ve dünyaya hangi pencereden baktıklarını gösteren çok çarpıcı bir fikre işaret etmektedir ki ben buna romantik emperyalizm diyorum. Zihin dünyası böyle şekillenen bir sosyolojiyi ulusalcı bir ideolojiye inandırmak kolay olmayacak ve olmadı da.

Dikkat edilirse bu coğrafyadaki insanların gönlünde ve zihninde fiziki bir sınır yok ama genç cumhuriyet hem coğrafi olarak hem de soyut olarak ülkeyi son derece dar bir çerçeveye hapsetti. Her vatandaşın da bu sınırları kutsal bilmesini istedi. Ama ulusalcı Kemalistlerden başka hiç kimse bu sınırları içselleştirmedi, benimsemedi. Neredeyse bütün kara sınırlarındaki ülkelerden yaygın bir kaçakçılık faaliyetinin (ki yerel halka göre bu ticari bir faaliyettir) kurumsal bir yapıya kavuşmuş olmasının temel nedeni de zaten milletin Batılı emperyal aktörlerin çizdiği bu siyasi sınırları bir türlü zihninde bir yere oturtamamış olmasındandır. AK Parti, ulusalcılık ideolojisi üzerinden inşa edilen o dar çerçeveli sınır hattını insanların zihninden silmeyi kısmen başardı ama şimdilerde, bahse konu çerçevelendirme İ. Özel'in temellendirdiği ve daha önce hin bir cinlikle üretilen "müsbet milliyetçilik" fikri üzerinden tekrar dillendirilmeye başladı.

Müminler ancak kardeştir

"Ümmet" fikri ve "müminler ancak kardeştir" ilkesini insanlar yüreğinde taşıdıkları için son derece rahatlıkla Kırım da bizimdir Kuveyt'te, Irak'ta bizimdir Batı Trakya'da diyebiliyorlar...

Milletin gönlündeki ütopyası ile devletin kızılelması çok farklı. Devlet, bütün ideolojik aygıtları ve baskı unsurları ile yüz yıla yakındır yürüttüğü gayri nizami harp teknikleri ile bu açığı kapatmak istedi ama arpa boyu yol alamadı. Millet kendi bildiğini muhafaza etmenin her türlü bedelini de ödedi. Artık bu yönde atılacak hiçbir adımın işe yaramayacağını acı bir tecrübe ile kabul etmek durumundayız.

Kürtlerin asimilasyonu veya siyahların beyazlaştırılması gibi bizim inancımıza uymayan, değerlerimizle çatışan projelerin hayalini kurmak bu ülkeyi küçülten sonuçlar doğurdu şimdiye kadar ve bundan sonra da böyle olacaktır.

Türkiye, üzerinde yeşerdiği imparatorluk mirasına uygun büyük bir devlet olacaksa eğer onun büyümesini engelleyen bu iki temel sorunu çözmek zorundadır. Bu iki sorunun çözümü ise doğrudan maceracı ittihatçıların envai çeşit entrikalarla inşa ettiği resmi ideolojinin yapı sökümüne uğraması ve yeni bir ideolojinin inşa edilmesi ile mümkün olacaktır. Esasında AK Parti iktidarı bu konudaki en büyük şanstır. Belli bir grubu değil, toplumdaki her bir sosyolojik kompartımanı temsil edebilecek potansiyele sahip olan tek partidir ve şu anda da daha önce bu alanlara yöneldiğinde elde ettiği sermayeyi kısmen korumaktadır.

Masanın devrildiği gün

Bu arada, benim Kürtler ve Aleviler konusunda bahse konu etmek istediğim çözüm arayışı hiçbir şekilde PKK terör örgütü ile herhangi bir diyalog ya da başka türlü bir pazarlığı asla içermiyor. Aksine, ben daha önce de bu sayfalarda yazmıştım, örgütün masayı devirdiği gün "anlaşmayı bozan" taraf olarak bunun bedelini elebaşlarının hayatı ile ödemesi gerekirdi.

Artık iş yeni bir safhaya geldi, Kürt Meselesi 4.0 aşamasına geçmiş durumda. Dördüncü aşamadan kast ettiğim, bu coğrafyadaki tüm Kürtleri içine alan bir yol haritasının belirlenmesidir. Ki o zaman Türkiye bu coğrafyanın kurucu iradesi haline gelir. Aksi halde dört bir tarafı tamamen kuşatılmış olacaktır.

Kabul edelim ve takdir edelim ki AK Parti iktidarları bu meseleye bağlı olarak kendisine sosyolojik ve siyasi zemin bulan terör örgütü PKK'nın varlığını çok zayıflattı, onun belini kırdı ve bedenen de öldürdü. Ama hala ruhen yaşıyor.

Türkiye dün I. Dünya Harbi'nden sonra bütün bu coğrafyayı zehirleyen, gönül eğlendirdiği sevgilisinin Çanakkale harbinde ölmesinden duyduğu öfke ile koca imparatorluğun karnını deşen ve her Arap kabilesine isim babası olduğu bir devlet ikram eden (sözümona) çöl kraliçesi Gertrude Margaret Lowthian Bell'in, I. Dünya Harbi'nde Musul, Kerkük ve Süleymaniye'de İngilizlere kan kusturan Kürt aşiret liderlerine o gün söylediği "Bir Kürt devleti kurulacaksa onu da ben kurarım" iddiasından vazgeçtiğini düşünmesin.

Kürtlere devlet kurdurulmayacak, Kürtlerin bu ütopyaları PKK gibi kanlı bir çeteye ihale edilecektir. Bakın daha geçen gün İran, Erbil'i bombaladı ve onlarca sivil insanı hunharca katletti. PKK kendi taraftarlarına bu saldırıyı, İran-Erbil ortak harekatı olarak anlattı ve tüm bir kitleyi de buna inandırdı. Bu bozguncu mekanizma sizi de ürkütmüyor mu?

Türkiye bu oyunu bozar!

Türkiye bu oyunu bozabilecek olan tek aktördür. Ve bunu mutlaka başarmalıdır. Kürtlerin yaşadığı coğrafyalarla kardeşçe bir iletişim kurulmamasının rantı PKK'ya eleman olarak geri döner.

İran, PKK terör örgütü ile yürüttüğü işbirliği kapsamında oradaki Kürtleri terörize etmenin peşinde. ABD Suriye'de PKK'ya özerklik koparma arifesinde. Irak Kürdistan'ı PKK'nın tehdidi altında gergin günler yaşıyor. Türkiye'de HDP seçimin kilit partisi haline getirildi. Bütün bunların tesadüf olduğunu mu düşünelim yoksa tüm yaşamını dağda geçiren ve elindeki silahtan başka hiçbir alet edevat görmemiş, dar ideolojik bir kalıbın içine hapsolmuş ve asıl gayesi ağına düşürdüğü körpe Kürt kızlarıyla gönül eğlendirmek olan bir örgütün stratejik aklının mı sonucudur?

Malum olduğu üzere bu coğrafyadaki kavimler hep birbirleri ile çekişmeli bir ilişki içinde oldular. Ne zaman ki birlik olup "öteki" ile mücadele etmeye başladılar işte o zaman büyüdüler. Ki dikkat edilirse tarih boyunca da Türklerle Kürtler çekişmeli bir yapıda birlikte yaşadılar ama ne zaman "gavurlara" karşı birlik oldular işte o zaman büyüdüler ve güçlendiler.

I. Dünya Harbi bitmedi

Bana göre I. Dünya Harbi henüz tam olarak bitmedi. Çünkü asıl gayesi Osmanlı'nın varlığından çok onun sahip olduğu "Osmanlı Milletler Topluluğu" projesini bitirmekti. Yukarda andığım, oğlunun adını Saddam koyan Kürt çobanın hikayesi bize bu projenin doğurduğu sosyolojinin henüz yeteri kadar dönüşmediğini gösteriyor. İşini yarım bırakmayan İngilizlerin buradan el çektiklerini herhalde kimse düşünmüyor.

Dünyanın ekseninin Asya-Pasifiğe doğru kaydığı bu zamanda Türkiye bu coğrafyanın en kilit aktörüdür. Bu rolünü yerine getirebilmesine giden yol kendi coğrafyasını stabil kılmaktan geçer. Bunun da yolu hem fiziki olarak hem de ideolojik olarak PKK'yı bertaraf etmektir. Sadece Türkiye'ye karşı eylem yapan bir örgüt olarak değil, bütün bu coğrafyayı zehirleyen bir ölümcül virüs olarak görüp onu bertaraf etmelidir. Bana göre PKK, ilk önce ümmet fikrinin, sonra Kürtlerin daha sonra Ortadoğu'nun ve en sonunda da Türkiye'nin düşmanıdır. Peki niçin ümmetçiler, Kürtler ve Ortadoğulular değil de en çok Türkiye onunla savaşmalıdır? Çünkü Türkiye büyümek istiyor...

[email protected]