Türkiye şecaat sahibi lider ülke

Adnan Boynukara / AK Parti Adıyaman Milletvekili
25.06.2016

Türkiye, dönüşerek demokratikleşecek ve milletine yararlı bir devlet haline gelecekse, devlet-i fazıla olacaksa bunun için bilinçli bir şecaat şarttır! Çünkü toplumların var olabilme yolu buradan geçiyor ve dönüşümlerin özgün bir varlık inşa etmesi için şecaatten başka çıkış yolu yok.


Türkiye şecaat sahibi lider ülke

Son yılların en önemli çabalarından birisi de algı oluşturmak, oluşturulan algı üzerinden toplumsal muhalefeti toparlamak ve bunu da iç siyasetin dizaynı için kullanmaktır. Bu yaklaşım; siyaset üretmeyen, politik tutum geliştirmeyen, sivil siyaset anlayışından yoksun ve sandıktan çıkma kapasitesi bulamayan siyasi anlayışların sığındığı bir limana dönüştü. Bu anlayışa sahip olanların son yıllarda odaklandıkları ve toplumsal algıyı etkilemeye çalıştıkları alanlardan birisi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Kullandıkları kavramlar ise ‘diktatörlük’ ve ‘otoriter eğilimler’dir.

Algı ve tahammülsüzlük

İnsan haklarına ilişkin en önemli kavramlardan birisi de düşünce ve ifade hürriyetidir. İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi konuya ilişkin çerçeveyi; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir, bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar” şeklinde açıklanmaktadır. Yaşam hakkıyla birlikte, çoğu hak ve özgürlüğün adeta ön koşulu olan düşünce ve ifade hürriyeti, günümüz demokratik sistemlerini var eden temel meşruiyet kaynaklarındandır. Toplumda kanaat oluşumunun ve kamusal tartışmanın varlığı bu kaynaktan beslenir ve tıpkı ekonomide olduğu gibi fikir piyasasındaki rekabet de ‘en iyi’nin kazanması için yegane yöntemdir.

Sahip olduğumuz gelenek, ihtilaflarımızı öteden beri rahmet kaynağı olarak görmüş ve gerçeğin fikirlerin çarpışmasıyla doğacağını kabul etmiştir. Dolayısıyla, hoşa gitmeyen, rahatsızlık veren, hatta şok eden fikirlerin, en az zararsız ve etkisiz gibi görülen, makul ve makbul sayılan fikirler kadar hoşgörüyle karşılanması gerektiğine inanmıştır. Bu bağlamda; demokratik hoşgörü, yeri ve zamanı geldiğinde vazgeçilebilecek bir lütuf değil, bireysel özgürlüklerin başlıca teminatı ve ihmal edilmesi imkansız bir görev olarak algılanmalıdır. Bunu sınırlayan tek faktör ise şiddettir!

Kısaca izah etmeye çalıştığımız bu çerçeve, genel anlamda üzerinde çoğu ittifak edilen bir çerçevedir. Bahsettiğimiz algıyı oluşturmak isteyen siyasi anlayışlar da bu değerlendirmeye katılır! Ancak kendileriyle aynı düşünceyi paylaşmayan kesimlerin bu konudaki taleplerine ve haklarına saygısızlık etmek konusunda ise pervasızlaşırlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anayasal yetkilerini kullanması konusunda gösterilen tahammülsüzlük, düşüncelerini açıklama konusunda daha yüksek bir tonda sergilenir. Yaptığı her açıklama tahammülsüzlükle karşılanır ve oluşturmak istedikleri algının biçimlenmesine malzeme olarak servis edilir. Bu tutum kendini, düşünce ve ifade hürriyetine tahammülsüzlük şeklinde ortaya koyuyor! Algı oluşturmak için kullanılan ‘otoriterlik’, ‘diktatöryal eğilim’gibi kavramlar gerçeği izah etmiyor. Bunlar, ilgili tarafların beslenme kaynağı! Bu noktada üzerinde durmamız gereken ve var olan durumu izah eden kavram ise şecaattir. Şecaat; inandığı değerler uğruna mücadele etmek ve sıkıntıları göze alarak bu değerleri korumaya çalışmak için sergilenen ahlaki duruşu izah eden bir kavramdır. Cesaret, yiğitlik gibi anlamlara gelen şecaat, ahlaki literatürde öfke duygusunun akla itaat etmek suretiyle kazandığı itidal halidir ve korkaklığın karşıtıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı yürütülen kampanya iki temel noktaya dayandırılıyor. Biri asıl konu, diğeri asıl konuyu gölgelemek için kullanılan konu! Asıl konu Erdoğan’ın ülkenin, milletin çıkarlarını korumasındaki kararlılığı, bunu gölgelemek için kullanılan ise gündeminde olan konular hakkında görüşlerini açıklamasıdır. Erdoğan, görüşlerini kimseye dayatmıyor. Ortak doğruya ulaşılması için çaba yürütüyor. Düşünce ve ifade hürriyetinden dolayı, saygılı olmak gerekiyor! İstenilen; susan, görüş açıklamayan ve kimi güç merkezlerinin dayattığı düşüncelerin sözcülüğünü yapan bir cumhurbaşkanı ise bu mümkün değil. Bu, eskinin alışkanlığı! Şu an; halk tarafından seçilmiş ve halk ile doğrudan iletişimi tercih eden bir cumhurbaşkanı var. Şal/gölgelemek olarak kullanılan bu konuyu bir kenara bırakırsak, Erdoğan’ın hedefe konulmasının asıl nedeni, çarpık dünya siyaseti ve bölgemizde yürütülen terörist faaliyetlere karşı sergilediği tutumdur! Bu, cumhurbaşkanının anayasal sorumluluğunun gereğidir ve ülkenin/milletinin çıkarlarını koruma çabasıdır. Kirli ve kanlı politikalara karşı ahlakı ve vicdanı merkeze koyan politik bir tutumdur!

Teröre susalım mı?

Batı ve Doğu’nun salt coğrafik bir tanım olmadığı, iş görme biçimi ve ahlaki duyarlılıkla da doğrudan ilgili olduğu, uluslararası ilişkilerde çok daha net ortaya çıkar! Batılıların, Ortadoğu ve diğer devletlerin hepsinde yer altı örgütleri ile ilişki kurdukları bilinir. Soğuk Savaş dönemi koşullarına ilişkin Gladyo örgütlenmesini sürdürdükleri konusunda kuşku yok. Gerekçesi ne olursa olsun, illegal terör örgütleri üzerinden ülkelerin iç siyasetine müdahil olmaya çalışmak ve terör faaliyetleri üzerinden yeni dizaynlara yönelmek evrensel bir suçtur! Bu konuda o kadar pervasızlar ki yürüttükleri süreçleri garantiye almak için farklı unsurlarla ilişki kurmayı da ihmal etmezler! Yerine göre solcu, sosyalist, dinci ve ayrılıkçılar ile ayrı ayrı veya birlikte iş tutarlar. Ya da stratejik ve jeopolitik olarak hangi proje/örgüt daha kullanışlı iş, onu öne çıkarırlar. Uluslararası fonlar üzerinden desteklerler. İşte, Doğu toplumları ve yöneticileri, bu tür terör örgütlerine karşı muvazaasız ve hakiki bir mücadeleye girdiklerinde, yani kendilerini savunduklarında, ‘diktatör’ kavramı üzerinden itibarsızlaştırılmak için kampanyaların hedefine konulurlar! Bunun yerelde karşılık bulması için ise ‘proje desteği’ adı altında fonlanan ve Batıya gönüllü kulluk eden unsurları kullanırlar. Erdoğan bu çarpık, kirli ve kanlı işbirliğine itiraz ettiği için bahsettiğimiz suçlamalara maruz kalıyor. Bu kirli ve kanlı oyunu deşifre ettiği gün ‘diktatörlükle’ suçlanmaya başlandı!

Biz biliyoruz ki; Türkiye, dönüşerek demokratikleşecek ve milletine yararlı bir devlet haline gelecekse, devlet-i fazıla olacaksa bunun için bilinçli bir şecaat şarttır! Çünkü toplumların var olabilme yolu buradan geçiyor ve dönüşümlerin özgün bir varlık inşa etmesi için şecaatten başka çıkış yolu yok. Yenilenme ve inşa aşamasında,  ısrarla ‘diktatörlük’ denilen duruşa, gerekliliğin en temel dinamiği olarak, kendini savunma anlamında ‘şecaat’ diyoruz. Bu bir süreçtir ve şecaat aşaması; cesaret, kararlılık, yapılması gerekeni kararlılıkla yapmak ve metanettir. Bu anlamda; Erdoğan, Batı’nın iç ve dış kirli oyunlarını deşifre eden sembol kişidir. Yeni Türkiye’nin yapıp ettikleri ise cahil cesareti değil, ileriki zamanlarda daha iyi anlaşılacak olan, tarihin kırılma dönemlerinden birinde kendini gelecek yüzyıla hazırlamaktır!

[email protected]