Türkiye siyaseti bağlamındaki çözüm süreci

Prof. Dr. Naci Bostancı/Amasya Milletvekili
14.06.2014

Demokratik yollar açılırken insan hayatını bir politik araç olarak kullanma “zalim aklı”na geçit vermemek gerekir. Ulaştığımız aşama ve olgunluk, acılarımız, tecrübemiz hepimiz için önemli bir yol gösterici. Geçmişin öğreticiliğinden ders çıkartmayan adil bir gelecek kuramaz.


Türkiye siyaseti bağlamındaki çözüm süreci

Siyasette hiçbir mesele özerk, kendi başına anlam taşımıyor. Konuların kendisi olmasa da toplumsal ve siyasal sonuçları onları, karmaşık bir denklemin mütekabil unsurlarına dönüştürüyor. Sadece “sorunların çözümü”nün sağlayacağı toplumsal fayda hesap edilmiyor. Aksine kim çözüyor, bundan hangi kesim kazanç elde edecek, olumsuz etkilenecek olanlar kim, türünden soruların cevapları da siyasal eğilimlerin konumunu belirliyor. Böylelikle, toplumun ortak dertlerine ilişkin işbirliği yapılması lazımgelirken, kimi gerekçelerin arkasına sığınılarak “siyasi çatışmaya” devam denilebiliyor.

Bu ilişki biçiminin mahiyetini tayin eden ülkelerin gelişmişlik düzeyleri. Toplumsal ortaklığın güçlü olduğu, siyasi rekabetin derece farkıyla yürüdüğü ülkelerde iktidar mücadelesi de “amansız, varlık-yokluk” anlayışı ile sürmüyor. Siyasi rekabetin keskin hatlarla oluştuğu, tüm toplumsal anlamları içerdiği ülkelerde ise siyasal başarı adeta “ölümüne” bir anlam taşıyor. Ne yazık ki bizim ülkemiz ikinci gruba daha yakın. Kimileri bunun sebebini gündelik siyasetin dilinde arayabilir. Bu çok doğru değil. Siyasal rekabet anlayışının arkasında iki yüz yıllık bir tarih var. Modernleşme arayışları, mukabil cevaplar arasındaki farklar rekabetin tayin edici unsurları. İnişli çıkışlı, bazen şiddetini artırarak bazen azaltarak yaşanan bu siyasi rekabette içinde bulunduğumuz dönemin önemi, bir kopuş aşamasını oluşturması. Sertliğin artmış gibi görünmesi, tarihsel dönüşümün son düzlüğünde bulunmamızdan.

İki ayrı gerilim alanı

Türkiye 21. Yüzyıla vesayetçi yapının tasfiye edilip siyasetle halk arasındaki ilişkilerin derinleştirildiği yeni bir demokrasi iklimi ile girdi. Bu da yerleşik iktidar ilişkilerini dönüştürdü, onların ezberlerine son verdi. Böylelikle Türkiye iki gerilim alanının etkisi altındaki bir mecrada yürümeye başladı. Birincisi, yerlerini kaybetmiş eski iktidar elitlerinin yeniden güçlerini kazanmak için giriştikleri mücadelenin etkisi. Ki bunun en önemli ve gerilimi maliyetli kılan yanı, meşru araçların yanısıra gayri meşru olanlar dahil her tür potansiyelin seferber edilmesi. İkincisi ise, halkla siyaset arasındaki ilişkinin yeniden ve halk rızası istikametinde tanımlanmasının getirdiği gerilimler. Uzun yıllar vesayet altında “resmi görüş” etrafında “milli birlik” sağlamış bir toplumun, şimdi demokratik bir zeminde, temel hakların ve hürriyetlerin desteklendiği bir iklimde, bastırılmış olan ne kadar konu, arzu, talep varsa bunları hem seslendirmeleri hem de buradan yeni bir milli birlik çıkartmaları kolay değil. Bu da demokratik mecrada yürüyüşü hayli sıkıntılı hale getiriyor. İşte bazen eski elitler, bu mecrada yaşanan gerilimleri de kendi iktidar arayışlarının bir aracına dönüştürme hevesiyle davranabiliyorlar. Böylelikle tuhaf ittifaklar, ortaklıklar, hesaplar ortaya çıkabiliyor.

Siyasi istismar bitmeli

Genel manzara böyle. Türkiye’nin en önemli toplumsal ve siyasal meselesi olan “Kürt meselesini çözüm” konusu da bu bağlamda telaffuz ediliyor, adımlara atılıyor. Süreç, yukarıda zikrettiğimiz bağlamın tüm arazlarını taşıyor.

Şunu biliyoruz: Benzeri problemleri yaşayan ülkelerde mutlaka iktidar ve muhalefet işbirliği yapıyor. Çünkü bu tür konular siyasal istismara, kışkırtıcılığa çok açık. Bundan yarar sağlamak isteyen çevreler, kafası karışık olan kesimleri saflarına çekebilmek için çözüm iklimini bozacak fırsatları kullanabiliyorlar. Türkiye’de bu işbirliği ne yazık ki sağlanamadı. En başta ana muhalefet partisinin kendi içinde bir ortak görüş yok. MHP kategorik olarak çözüm arayışlarına karşı. HDP ise çözümün bir aktörü olarak destek vermekle itiraz, pazarlık ve müzakere etmenin geriliminde davranıyor.

Bir de meşru siyasetin dışında bir aktör olarak Kandil var. Oradakilerin açmazı ise dağın aklıyla demokratik rızanın bir aktörü olunamamasının zorluğunda. Elinde silah, varlığını eyleme borçlu olan grupların kendi sonlarını getirecek adımlar atmaları kolay değil. Vesayetçi siyasetin egemen olduğu dönemlerde kendince şiddetin meşruiyetini üreterek ilgili kesimlerin desteği esasında bir varlık kazanan bu örgüt, şimdi kendi içinde dahi bu gerekçeleri yitirmiş durumda. Böyle zamanlarda şiddetin omurgasını oluşturduğu örgütler amaç-araç karışıklığına uğrarlar ve varlıklarını yeniden üretmede ideolojik olanı bir kenara bırakarak şiddetin maliyetine yaslanan bir ruhaniyeti öne çıkartmaya çalışırlar. “Otuz yılda kanlarını dökenlerin destani mücadeleleri” gibi bir söylem, bütün bunların niçin olduğu sorusunu muhakemeden uzak tutma amaçlıdır. Örgütün varlığı kanın büyüleyiciliğinden güç almaya başladığında ideolojik olan yerini kana bırakmaya başlar ve yeni bir retorik doğar. Kandil için bu manada güçlü bir retorik oluşmuş durumda. Çözüm sürecinde dökülecek her damla kan hafızalardaki bu retoriği “bütün canlılığı” ile uyandırma gibi bir işlevi yerine getirir.

Kandil’in hayaleti

Nitekim son günlerde görülen kimi gelişmeler, kan retoriği ile birlikte Kandil’in “gerekliliğini” hatırlatma amaçlı. Sebep Kandil’in, bir buçuk yıldır çatışma olmasa dahi kendi hayaletini ortada dolaştırmanın fayda sağlayacağı kanaatinde olması. “İstediğimiz şekilde barış olmazsa” şeklindeki “şiddet hatırlatması” bir politika olarak devreye sokuluyor. Keza Kandil, kendi doğal toplumsal kitlesi olarak gördükleri üzerinde de “silahlı varlığı” ile hatırlatıcı, yol gösterici, tayin edici rolünü sürdürmek istiyor. “Kimi gelişmeler karşısında çabucak uzlaşmaya yaklaşacak olan kitleler”in bu eğilimlerine karşı “onları yola getirmek için” de varlığını mühim görüyor. Üçüncü bir konu ise, sürekli B planını hatırlatarak “kitlesel dinamizm”i ayakta tutmaya çalışması. Bu konuyu da dağdaki varlığıyla bağlantılı görüyor. Öyle ya, bir politika olarak B planını hayatta tutmak için dağda bulunmak gerekir.

Bunların yanı sıra dağdakilere ilişkin henüz bir çözüm yönteminin ortaya konulmamış olması bir başka unsur. Ayrıca dağdakileri  “orada tutmak” “çatışmasızlığın, barışın zehirleyici etkisine karşı örgüt bilincini muhafaza etmek” az çok “eylemle” mümkün. Son zamanlarda gündeme gelen eylemler ile amaçlanan “dağdaki güçlerin varlığı”na imanı tazelemek.

Muhalefetin savruluşu

Tablo şu: Demokratik siyaset, ülkenin bu en önemli konusunu halk rızası temelinde ve demokratik usullerle çözmek için bir çabanın içinde. İlk adım silahların susması, uygun iklimin oluşması. İkinci adım siyasetin imkânları çerçevesinde konuşma, uzlaşma, milli birliğin zemini inşa etme. (Unutmayalım ki milli birlik her zaman ve her şartta sürekli güncellenen bir olgudur.) Muhalefet ise, 2002’de iktidar koltuğuna oturan Ak Parti karşısında 2014 yılında dahi iktidara yaklaşma konusunda bir umut sahibi değil. Olağan yollarla iktidar değişimini sağlama konusundaki çaresizlik, muhalefeti sokak hareketlerini desteklemek kadar, kategorik olarak mesafeli durduğu çözüm konusunda da “çatışmacı bir konum” almaya sevk ediyor. Daha yakın zamana kadar ulusalcı temalarla çözüm sürecine karşı çıkanlar, şimdi Kürt meselesinin şiddet opsiyonuna açık eğilimlerine sempati ile bakıyorlar. Sebep, gerilim ve kargaşanın yükselmesi ile Ak partinin toplumun gözünde itibar kaybedeceği beklentisi. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bir sistem değişikliğini zorlayacağı “kaygısı” muhalefeti daha ilkesiz, her tür konuyu iktidar arayışı için araçsallaştıran bir anlayışa götürüyor.

Çözüm meselesinde kimin ne söylediği, nasıl bir gelecek tasavvur ettiği, hangi inisiyatifleri üstleneceği elbette önemli. Fakat en önemlisi ve çözümün garantisi ülkedeki siyasi yapının yaşadığı dönüşüm. Halkın siyasette tayin edici güç haline geldiği bir sistemde, toplumsal problemlerin “bastırılması, yara olarak kalması” mümkün değil. Yeter ki uygun araçlar kullanılsın, problemin niteliğine ve yerleşik alışkanlıklara göre uygun bir zamanlama yapılsın.

Geçmişten ders alınmalı

O yüzden çözümü destekleyen herkesin aynı zamanda vesayeti reddetmesi, halk temelli demokratik sisteme güç vermesi hayati derecede önemli. Çünkü çözüm yolunda ilerlerken başka tür açmazlara düşülmemesinin, buradan toplumsal ortaklığın tahkim edilerek çıkılmasının garantisi bu.

Atılacak adımlar meselesine gelince. En önemlisi dağdaki insanlar için oluşturulacak yol haritası. Bu konuda açık seçik bir programın ortaya konulması, kimseyi rencide etmeyecek bir dilin ve uygulamanın pratiğe geçirilmesi şart. Bu ülkede fazlasıyla insan hayatını kaybetti, evlere ateş düştü, hep birlikte yaralandık. Yeniden benzeri bir sürece girilmesinin kimseye hiçbir şekilde faydası yok. Demokratik yollar açılırken insan hayatını bir politik araç olarak kullanma “zalim aklı”na geçit vermemek gerekir. Ulaştığımız aşama ve olgunluk, acılarımız, tecrübemiz hepimiz için önemli bir yol gösterici. Geçmişin öğreticiliğinden ders çıkartmayan adil bir gelecek kuramaz.

Klişelerin dışına çıkmak, barış için yeni bir dil oluşturmak, rencide edici yaklaşımlardan uzak durmak, kardeşliği lafta bırakmayıp pratiğe taşımak mühim. Çözüm sürecinde Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yeni bir aşamaya gireceğimiz görülüyor. Bu aşamada, hala yerinde sayanlar, bu yeni dile ve yaklaşıma ayak uyduramayanlar siyasal tasfiyeleri için çok güçlü bir nedene daha sahip olacaklardır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu bulunmasın!

[email protected]