Türkiye'nin gücü, sadece tanklarda, uçaklarda değil; ruhunda. Filistin davası, 20 yılı aşkın bir bağ: Dini, sembolik, ideolojik. Liel'in dediği gibi, Gazze müdahalesi güç hedeflerinden öte, bir vizyon. Gazze'de veto edilemez arabulucu, Suriye'de derin nüfuz, savunma sanayiinde liderlik... Ankara, Orta Doğu'yu değiştiriyor.
Faruk Önalan/ Yazar
Orta Doğu'nun tozlu arenasında, kum fırtınaları gibi esen güç dengeleri, her daim sürprizlere gebedir. Ancak son yıllarda, bu arenanın merkezinde yükselen bir figür var: Türkiye. Benjamin Netanyahu'nun İsrail Meclisi'nde (Knesset) yankılanan sözleri, "Türkiye yeni bir stratejik tehdit" diye haykırırken, sadece bir liderin öfkesi değil, aynı zamanda bir imparatorluğun gölgesinde titreyen bir sistemin paniğini yansıtıyor. Netanyahu'nun bu beyanı, Walla News'in işaret ettiği gibi, İsrail'in Gazze'de Türk güçlerini veto etme inadını pekiştiriyor. Ama bu veto, bir duvar mı yoksa kumdan bir kale mi? Zira Trump'ın baskısı, ABD-İsrail ilişkilerinde bir krize dönüşebilir. Ve tam burada, Türkiye'nin hikayesi başlıyor: Artık sadece bir bölgesel oyuncu değil, denge kurucu bir aktör. Savunma sanayiindeki atılımları, diplomatik manevraları ve ideolojik vizyonuyla Ankara, Orta Doğu'yu kökten değiştiren bir güç haline gelmiş durumda.
Netanyahu'nun Knesset'teki konuşması, bir uyarıdan öte, bir itiraf gibiydi. "Bu tehditlere karşı teyakkuzdayız," derken, gözleri sadece Gazze'ye değil, tüm Orta Doğu'ya dikiliyordu. Neden mi? Çünkü Türkiye, İsrail'in geleneksel hegemonyasını sarsan bir fırtına gibi esiyor. Alon Liel, İsrail'in eski Ankara Büyükelçisi, bunu netleştiriyor: "Eğer Türkiye Gazze'de insani, siyasi veya askeri rol oynamakta ısrarcı olursa, Washington İsrail'e ciddi baskı yapabilir." Bu baskı, Trump yönetiminin Türkiye'ye bakışındaki dönüşümle somutlaşıyor. Netanyahu içinse kırmızı çizgi net: "Türkiye olmayacak." Erdoğan'ı "düşmanca bir lider" olarak gören İsrail, Ankara'yı siyasi rakip ilan etmekle kalmıyor; ideolojik bir vizyonu da hedef tahtasına koyuyor. Ama bu vizyon nereden geliyor? Tarihsel kökler, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasında yatıyor. Türkiye, 20 yılı aşkın süredir Filistin davasını dini ve sembolik bir bağla taşıyor. Liel'in dediği gibi, Ankara'nın Gazze müdahalesi sadece güç hedeflerinden değil, ideolojik bir vizyondan besleniyor. Israel Hayom'dan Nadav Sharagai, bunu abartılı bir tonda ele alıyor: "Erdoğan kendini Osmanlı sultanlarının devamı olarak görüyor, imparatorluk günlerini geri getirmek istiyor, kendini İslam adına Kudüs'ün koruyucusu olarak konumlandırıyor." Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi, Emevi Camii'ndeki adımlar ve Golan Tepeleri'nin iadesi talebi – Sharagai'ye göre bunlar, İsrail'de benzer bir "küstahlık" peşinde koşmanın habercisi. Ama bu eleştiriler, Türkiye'nin gücünü teyit etmekten başka bir işe yaramıyor. Zira Erdoğan'ın vizyonu, bir imparatorluk nostaljisi değil; modern bir denge arayışı. Libya'da, Suriye'de askeri varlık, Kıbrıs'ta İHA üssü, Mısır ile yapılan stratejik anlaşmalar ve Gazze'de TİKA yanında 13 yardım kuruluşuyla aktif rolü – bunlar, Türkiye'nin vekil güç tehdidi değil, bölgesel istikrarın mimarı olduğunu gösteriyor. Netanyahu'nun "tehdit" retoriği, İsrail'in stratejik körlüğünü de ifşa ediyor. Afrika'dan Kızıldeniz'e, Batı Hint Okyanusu'na uzanan İsrail çıkarları, Türkiye'nin kıtadaki ilerleyişiyle çatışıyor. İsrail, bu coğrafyalardan uzak kalamayacağını biliyor; ama Türkiye, stratejik rakibi olarak bir adım önde. Bu, sadece askeri değil, diplomatik bir zafer. Trump'ın "dostu" Netanyahu bile, ABD'nin Türkiye'ye farklı bakışını sindiremiyor. Walla News'in vurguladığı gibi, Türkiye'nin bölgesel tecrübesi ve arabuluculuk mekanizmaları, Gazze'de veto edilemez bir değer taşıyor. Ve evet, bu veto krize yol açabilir – ama kriz, İsrail'in mi yoksa Türkiye'nin mi lehine dönecek?
Yumuşak gücün zaferi
Gazze, Orta Doğu'nun kanayan yarası; Suriye ise karmaşık bir satranç tahtası. Her ikisinde de Türkiye, sadece müdahil değil, belirleyici bir aktör. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın sözleri, bunu kristalize ediyor: "İstikrar Gücünün oluşumuyla ilgili görüşmeler devam ediyor. BM Güvenlik Konseyi kararıyla meşruiyet çerçevesi çizilen bir güç... Türkiye, barış için elimizi taşın altına sokmaya hazırız." Şarm el-Şeyh'te dört liderden biri olarak Erdoğan'ın imzası, Ankara'nın fedakârlık iradesini gösteriyor. Ama görev tanımı mı? Yetkiler mi? Bunlar, Türkiye'nin akıllı diplomasisinin parçası. Fidan'ın ifadesi, "Ağırlıklı olarak buna göre karar vereceğiz" derken, Türkiye'nin pasif bir katılımcı olmadığını haykırıyor: O, çerçeveyi şekillendiren taraf. ABD'nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, bu rolü övüyor: "Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye müdahale etmese, Gazze'de ateşkes olmazdı; Türkiye'nin Hamas ile ilişkileri ateşkesi mümkün kıldı." Bu, Türkiye'nin yumuşak gücünün zaferi. Hamas'a olan destek, Israel Hayom'a göre "ahlaki ihlal"; ama Barrack içinse istikrarın anahtarı. Trump yönetimi, bu ayrılığı derinleştiriyor: ABD, Türkiye'nin rolünü takdir ederken, İsrail veto inadında. Kan News'in yetkililere dayandırdığı habere göre, iki seçenek masada: Silahsız güçlerin Gazze'ye konuşlandırılması veya Türkiye'nin yeniden inşaya dahil edilmesi. Netanyahu veto etse de, Trump ısrarcı. Ve burada, Türkiye'nin gücü parlıyor: Veto edilemez bir arabulucu. Suriye'ye gelince, Türkiye'nin nüfuzu daha da derin. Liel'in önerisi anlamlı: "Türkiye, Gazze yerine Suriye'de nüfuzunu derinleştirebilir." Zaten yapıyor. Askeri operasyonlar, mülteci yönetimi ve diplomatik temaslar – Ankara, Şam'dan Tel Aviv'e uzanan bir köprü kuruyor. Golan Tepeleri talebi, Sharagai'nin "küstahlık" dediği şey, aslında Türkiye'nin Suriye politikasında ideolojik tutarlılık. Batı'nın Osmanlı sonrası hatalarını eleştiren Barrack, "İşe yarayan şey, iyi niyetli monarşiler" dese de, Türkiye monarşi değil; demokratik bir cumhuriyetle denge kuruyor. Bu etkinlik, Netanyahu'yu teyakkuzda tutuyor: Türkiye, Suriye'de vekil güç değil, kalıcı bir denge unsuru.
Savunma sanayiinde devrim
Türkiye'nin yükselişi, sadece diplomatik değil; somut, çelik ve ateşle örülü. Erdoğan'ın son açıklamaları, bunu mühürlemiş: "Hedefimiz, 6 yıl içinde 250 ALTAY tankını Türk Silahlı Kuvvetlerimizin emrine vermektir. Milli Muharip Uçağımız KAAN'ı belirlediğimiz takvimde envantere katacağız. HÜRJET nasıl liderliğe oynuyorsa, KAAN da zirveyi zorlayacak." Bu sözler, bir liderin vaadi değil; bir milletin iradesi. TUSAŞ'ın BAE Systems ile imzaladığı Mutabakat Zaptı, insansız hava sistemlerinde yeni ufuklar açıyor: "Geleceğe yönelik ortak fırsatlar ve yeni iş birliği alanları." İngiltere ile 20 adet Eurofighter Typhoon Tranche 4 savaş uçağı tedariki ise, Türkiye'nin NATO içindeki bağımsızlığını teyit ediyor. Typhoon hamlesi, Typhoon'un (fırtına) adının hakkını veriyor: Türkiye-İngiltere İHA iş birliği, savunma sanayiinde bir devrim. ALTAY tankı, yerli üretimde bir simge; KAAN ve HÜRJET ise göklerdeki egemenlik. Bunlar, Netanyahu'nun "tehdit" korkusunu besliyor. Zira Türkiye, artık ithalatçı değil; ihracatçı bir güç. Libya'dan Suriye'ye, Afrika'dan Kızıldeniz'e uzanan operasyonlar, bu yerli teknolojilerle destekleniyor. İHA üsleri, silah sevkiyatları – Sharagai'nin "İran gibi vekil güç tehdidi" iddiası, ironik: Türkiye, vekil değil; doğrudan aktör. Bu atılımlar, dış politikadaki bağımsız çizgiyi somutlaştırıyor. Bu savunma hamlesi, küresel dengeleri değiştiriyor. Trump'ın Türkiye'ye sıcak bakışı, kısmen buradan: Bir müttefik, bağımlı değil; kendi ayakları üzerinde duran. İsrail'in veto inadı, bu gücü kıskanan bir yansıma. Türkiye, savunma sanayiinde "denge kurucu" olarak, Orta Doğu'yu sadece izlemiyor; şekillendiriyor.
Diplomasi, savaş meydanlarının gölgesinde yürür; ama Türkiye, bu gölgede dans ediyor. Walla News'in analizi keskin: "Türkiye, tecrübeye ve arabuluculuk mekanizmalarına sahip. İsrail veto edecek, ama Trump'ın baskısı kriz yaratabilir." Evet, kriz – ama Türkiye için fırsat. Barrack'ın sözleri umut verici: "Türkiye süreçte yer almaya devam edecek. İstikrar korunacak." Vance ve Kushner'ın adımları, ABD'nin takdirini gösteriyor. Liel'in öngörüsü doğru: Washington, İsrail'e baskı yapabilir. Neden? Çünkü Türkiye, Gazze ateşkesini mümkün kılan taraf.
Stratejik bir uyarı
İsrail medyasının Erdoğan eleştirileri – "rahatsız edici, tehlikeli, dini-ideolojik görüşler" – güçsüzlüğün itirafı. Sharagai'nin Osmanlı benzetmesi, korkuyu maskeliyor: Türkiye, imparatorluk hayali kurmuyor; modern bir güç projeliyor. Batı'nın Ortadoğu hatalarını eleştiren Barrack, dolaylı yoldan Türkiye'yi övüyor: "Batı'nın yaptığı her şey hataydı." Türkiye ise, iyi niyetli bir aktör olarak yükseliyor. Fidan'ın diplomatik temasları, BM çerçevesini vurguluyor: Meşruiyet, görev tanımı – Türkiye, kaosu değil, düzeni inşa ediyor. Bu ustalık, Afrika ve Kızıldeniz'de de görülüyor. İsrail'in kıtadaki emelleriyle çatışıyor. Ama Ankara, uzak kalmayı göze alamayacak İsrail'e mesaj veriyor: "Biz buradayız." Bu, stratejik bir uyarı; diplomasinin gücüyle.
Türkiye'nin gücü, sadece tanklarda, uçaklarda değil; ruhunda. Filistin davası, 20 yılı aşkın bir bağ: Dini, sembolik, ideolojik. Liel'in dediği gibi, Gazze müdahalesi güç hedeflerinden öte, bir vizyon. Ayasofya, Emevi Camii – bunlar, kültürel direnişin simgeleri. Sharagai'nin "İsrail'de yapmak istiyorlar" korkusu, Türkiye'nin Kudüs koruyuculuğunu kabul ettiriyor. Erdoğan, sultan değil; ama vizyoner bir lider. Bu ideoloji, Türkiye'yi "siyasi rakip" yapıyor; ama aynı zamanda vazgeçilmez kılıyor. Barrack'ın monarşi vurgusu ironik: Türkiye, cumhuriyetle monarşilerden daha etkili. Osmanlı mirası, yıkılışın acısından doğan bir güç: Bağımsızlık, denge, adalet. Bu vizyon, Netanyahu'yu tedirgin ediyor; Trump'ı cezbediyor.
Netanyahu'nun "tehdit" feryadı, Türkiye'nin zafer çığlığı. Gazze'de veto edilemez arabulucu, Suriye'de derin nüfuz, savunma sanayiinde liderlik – Ankara, Orta Doğu'yu değiştiriyor. Trump'ın baskısı, ABD-İsrail krizini tetikleyebilir; ama kazanan Türkiye olacak. Erdoğan'ın sözleri yankılanıyor: "Her türlü fedakarlığa hazırız." Bu, bir ülkenin değil; bir milletin manifestosu. Türkiye, kum fırtınalarını dindiren bir oasis. Stratejik tehdit mi? Hayır, kaçınılmaz gerçek. Ve bu gerçek, dünyayı yeniden şekillendirecek.