Türkiye Suriye için ne yapabilir?

METE ÇUBUKÇU / NTV Haber Müdürü/ [email protected]
20.10.2012

Türkiye ve Rusya’nın Suriye’de Esad’sız bir geçiş sürecini ihtimali hala var. Ankara Suriye’deki insani drama sırtını dönmeden, savaş opsiyonu dışında Suriye krizini çözme gücüne hala sahiptir.


Türkiye Suriye  için ne yapabilir?

Suriye’ye yönelik tezkerenin TBMM’den geçmesinden bu yana Türkiye-Suriye sınırında sıcak ve endişeli günler yaşanıyor. Türkiye’nin kendisini yönelik tehditlere yanıt vermesi F4 uçağının düşürülmesinden sonra bekleniyordu; Ankara Akçakale saldırısından sonra harekete geçti. Akçakale saldırısı ve tezkerenin kabulüyle Türkiye’nin her saldırıya anında karşılık vermesi, Suriye’deki savaşta Türkiye açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Bu dönüm noktasını, Suriye ordusunun 10 kilometre geriye çekilmesiyle birlikte oluşan fiili tampon bölge oluşturdu. Bu durum muhalif güçlerin avantaj elde etmesi ve Türkiye’nin Suriye ordusuna doğrudan silahla karşılık vermesi anlamına geliyor.  Suriye birliklerinin geri çekilmesiyle birlikte oluşan hattın önümüzdeki günlerde 20-30 kilometre derinlik kazanması da mümkün. Gelişmeler, Hatay-Halep hattının neredeyse tamamının muhaliflerin kontrolüne geçmesi ihtimalini arttırıyor. 

Türkiye’nin tüm ikazlarına rağmen Suriye ordusunun top ve havan topu atışları sürüyor. Tabii ki bu atışların bir kısmının provokatif amaçlarla muhalifler tarafından atılmış olabileceği ihtimalini de yabana atmamak gerekiyor. Ancak, birçok kişinin kafasında bu durumun devam etmesi halinde Türkiye’nin ne yapacağı sorusu vardı. Bu sorunun yanıtı merak edilirken Suriye Hava Yollarına ait yolcu uçağı silah parçası taşıdığı iddiasıyla Ankara’ya indirildi. Bu, Türkiye’nin Suriye’ye karşı uluslararası anlaşmalar çerçevesinde her türlü tedbiri alacağının en üst göstergesi oldu. Türkiye adımlarını uluslararası meşruiyete dayanarak atmaya çalışıyor. Bu meşru adım aynı zamanda uçağın kalkış noktası ve Suriye’nin müttefiki olan Rusya’da bir mesaj niteliği taşıyor.

Suriye krizinin ‘vekilleri’

Suriye’deki iç savaş bir yanıyla Türkiye-Suriye gerilimine dönüşmüş gibi görünse de yaşananlar sadece iki ülkeyi ilgilendirmiyor. Bölgesel ve küresel anlamda bir ‘oyu sahası’ ve  ‘vekalet savaşının’ alanı. Tarafları belli olan bu ‘oyun sahasında’ binlerce insan hayatını kaybederken sanki bir taraftan da ‘çözümsüzlük çözümdür’ noktasına doğru gidiliyor. Sürecin bu hale gelmesinin birçok nedeni var. Ancak, bölgenin en önemli ülkesi olan Türkiye için Suriye meselesi günden güne daha sıkıntılı bir hale geliyor. Bu durumun en önemli nedeni, Türkiye’nin uyguladığı politikanın doğru/yanlış olması bir yana, Suriye’nin uluslararası cepheleşmeye konu olmasından ve dini, mezhebi ve etnik yapısından kaynaklanıyor. Diğer yanıyla Suudi Arabistan-İran, Rusya-Batı arasındaki vekalet savaşının bir ürünü. Yani Suriye’nin çarpan etkisi kendi gücünden daha fazla. 

Suriye’de bir rejim, yönetim değişikliği kaçınılmaz. Her gün yüzlerce kişi Esad güçleri tarafından öldürülüyor. Bu sürdürülebilir ve göz yumulur bir durum değil. Diğer yandan, ülke giderek bir yıkıntı haline geliyor, insanlığın ortak mirasları zarar görürken, giderek yaşanılabilir olmaktan çıkıyor. En kötü senaryo ise: Savaşın iç savaşa dönüşmesi 3-4 yıl sürmesi, Suriye halkının düşmanlık ve intikam temelinde ayrışarak birlikte yaşam iradesinin kaybolması. Sürenin uzaması halinde bir taraf askeri olarak kazansa bile sonrasında etnik ve sekteryan bir çatışma ile karşı karşıya kalma ihtimali.

ürkiye Akçakale saldırısı sonrası diplomatik açıdan BM ve NATO dahil olmak birçok uluslararası kurumun desteğini aldı. Ancak, bu destek verilirken askeri seçenek gündeme getirilmedi. Mülteci sayısının 100 bini aşması, Suriye’deki insani trajedinin bugün vardığı nokta bile bu durumu değiştirecek gibi görünmüyor. NATO’nun Türkiye’ye verdiği desteğin askeri bir nitelik kazanması teamüller ve karar alma mekanizmaları açısından kolay değil. Suriye konusunda Soğuk Savaş dönemini andıran dengeler nedeniyle ‘reel politika’nın öne çıktığı söylenebilir.

Arap coğrafyasının hafızası

Türkiye’nin insani amaçla yola çıktığı biliniyor. Ancak, bir süre sonra mülteci sayısı Türkiye’yi zorlayabilir. PKK saldırıları ile başlayan terör süreci kamuoyunda Suriye ile bağlantılı olarak algılanabiliyor. Suriye muhalefetine yapılan siyasi ve silahlı yatırımda gerekli geri dönüşün sağlanamaması olumsuzluk yaratıyor. Bu nedenle Esad rejiminin ömrü beklendiği kadar kısa olmadı. Ama Türkiye’yi tahminlerde en fazla yanıltan ‘Rusya, İran, Irak Mihveri’inin Suriye’ye verdiği destek oldu. Çünkü bugün Suriye’de sadece Esad ve muhalifler değil pratikte Rusya, İran, Irak, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan mücadele ediyor. Arka fondaysa ABD, Fransa olan biteni izliyor. 

Türkiye’nin İran ve Irak ile mesafeli politikasını Rusya’ya uygulaması şimdilik zor. Rusya-Türkiye şu ana kadar karşılıklı ilişkilerini Suriye parantezi dışında yürüttüler. Her iki ülkenin karşılıklı çıkarları en azından şimdilik ‘Suriye için kurban edilecek nitelikte’ değil.  Türkiye’nin, Suudi Arabistan ve Katar gibi, ülkelerle olan birlikteliği bölgesel anlamda Sünni cephesi algısı yaratıyor. Türkiye’nin böyle bir niyeti olmasa da ister istemez bu cephe içinde görülmesi, bu şekilde algılanması, ileriye yönelik olarak başka bir riski beraberinde getirebilir.  Suudi Arabistan’ın Suriye politikasının temelinde ise İran karşıtlığı ve nükleer tehditten çok mezhebi bir duruş yatmakta.

1970’lerle birlikte Arap milliyetçiğinin yerini İslamcılık almış olsa bile tarihi referanslar, söylenceler, inanışlar devam ediyor. Ortadoğu coğrafyasında Müslümanlık yapıştırıcı işlev görse de Arap aidiyetini göz ardı etmemek gerekir. Arap coğrafyasında Osmanlı dönemi ile ilgili olumlu olduğu kadar olumsuz yaklaşım/algı/söylence/hatıra/gerçek mevcuttur. Her ne kadar günün ruhuna uygun olarak bölgede milliyetçiğin yerini İslamcılık almış olsa bile Arap milliyetçiğini göz ardı etmemek gerekir. Türkiye ve İran’ın yani Arap olmayan iki ulusun karşı karşıya gelme ihtimali de yabana atılmamalıdır. İran’ın Suriye konusu tamamen bir mezhep çizgisine indirdiği de görülüyor.

Küçük de olsa umut var

Suriye içinde ve dışındaki tüm olumsuz tabloyu rağmen hala çözüm şansı var. Bu çözümün ilk ayağı ABD ve Rusya’nın anlaşmasıdır. Diğeri ise Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan’ın içinde olduğu gruptur ve asgari müştereklerde ortak çözüm bulabilirler. Ancak, bu amaçla hayata geçirilmeye çalışılan toplantılar dizisine Suudi Arabistan’ın ısrarla katılmadığını unutmayalım. ABD’de seçim sonuçları ne olursa olsun hızlı bir politika değişikliği beklenmemeli. ABD’nin Irak sonrası Ortadoğu politikası daha temkinli hala gelmiştir. Muhaliflere denetimsiz silah ve para desteğinin El Kaide ve radikal unsurları güçlendireceği düşüncesi ABD’de hala endişe kaynağı. ABD için radikal İslam’ın ‘korku/tehdit’i’ Suriye’nin geleceğinden daha önemli gibi. Rusya ise tıpkı Türkiye gibi pozisyonunu değiştirecek gibi değil. Bu nedenle bölgenin iki güçlü ülkesi Suriye konusunda farklı düşünse de çözümün anahtarı olabilirler. Yani, Türkiye ve Rusya’nın Suriye’de Esad’sız bir geçiş sürecini hayata geçirme ihtimali hala var. Türkiye, Esad rejimine duyulan öfke ile bu ülkeye müdahale oranı arasında mantıklı bir denge kurma zorunda. Türkiye aynı zamanda tüm bölgesel sinir uçlarıyla karşı karşıya gelme riskini de hesaba katmalı. Ankara Suriye’deki insani drama sırtını dönmeden, kapıları kapamadan savaş opsiyonu dışında Suriye krizini çözme gücüne hala sahiptir. Bir süre sonra, Adornu’nun “bir savaş var, son bulduğunda kimse başlangıcını hatırlamayacak” sözünün geçerlilik kazanmaması için elden ne geliyorsa yapılmalıdır.