Türkiye toplumu nereye gidiyor?

Bülent Güven / Yazar
14.05.2021

Türkiye geleneklerini, geleneksel bir şekilde değil, zamana uygun yöntemler ile muhafaza etmelidir. Bunun da yolu sloganlardan ve tahakkümden uzak projeler geliştirmekten geçer. Ancak böylece Z kuşağı ve ondan sonraki nesiller yakalanabilir.


Türkiye toplumu nereye gidiyor?

Geçtiğimiz hafta, 6 Mayıs 2021 tarihinde, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) "İstatistiklerle Aile 2020" başlığı ile bir bülten yayımladı. Bültendeki veriler Türkiye'deki aile ve toplum yapısındaki değişimleri gözler önüne seriyordu. Bu veriler:

* Türkiye'de 2008 yılında 4 kişi olan ortalama hane halkı büyüklüğünün azalma eğilimi göstererek 2020 yılında 3,30 kişiye düştüğünü,

* 2014 yılında yüzde 13,9 olan yalnız yaşayan fertlerden oluşan tek kişilik hane halklarının oranının 2020 yılında yüzde 17,9'a yükseldiğini,

* Türkiye'de 2020 yılında toplam hane halklarının yüzde 9,7'sini tek ebeveyn ve çocuklardan oluşan hane halkları oluşturduğunu,

* Hane halkı bilişim teknolojileri kullanım araştırması sonuçlarına göre, evden internete erişim imkânına sahip olan hanelerin oranı 2004 yılında yüzde 7 iken 2020 yılında bu oran yüzde 90,7 olduğunu,

* Belki de çok daha önemlisi, Türkiye'nin yüzde 94'ünün şehirlerde yaşadığını gösteriyordu.

O halde tüm bu veriler bize genel manada ne söylemektedir?

Modernleşme teorileri

Bu veriler ışığında yapılabilecek ilk yorum Türkiye'de toplumun hızlı bir şekilde "modernleştiği" olabilir. Zira modernleşme teorilerinin çoğu toplumların, tarım toplumundan sanayi toplumuna, cemaatsal yapılardan bireyselleşmeye, köylülükten şehirleşmeye doğru gideceğini iddia eder. Bu çerçevede bu teorilerin çoğunda şehirleşen/bireyselleşen toplumlarda sekülerleşme, sosyal hareketlilikler, rasyonelleşme, bilimsel düşünme ve benzeri özelliklerin ortaya çıkacağı varsayılır. Örneğin, her ne kadar çok sayıda detaylı çalışmanın yapılması gerekiyor olsa da şimdilik hane halkındaki kişi sayısının azalmasının kişilerin bireyselleştiklerini gösterdiğini iddia edebiliriz. Benzer şekilde tek çocuklu aile sayısının artması da aynı çerçevede düşünülebilir. O halde TÜIK'in açıkladığı bu veriler Türkiye'de yaşanan modernleşme hareketlerinin sonuçları olarak okunabilir.

Türkiye'deki modernleşme sürecinin genel hatlarıyla 18. yüzyıl sonlarında yani III. Selim ile başlayıp, Tanzimat ve Cumhuriyet ile devam ettiği bilinmektedir. Fakat bu modernleşmenin toplumun tamamına yansımasının bir hayli zaman aldığı da gerçektir. Örneğin, çok yakın bir tarih olan 1970'lerde bile Türkiye'de toplumun yüzde 80'inden fazlası köylerde yaşıyor ve bu çerçevede şehirli kültürün içinde yoğrulamıyorlardı. Bu durum 1970 ve sonrasında köyden kente göçün artması ile değişti. Türkiye'de toplumun geneline yayılan bir modernleşme süreci yaşandı. Nitekim yukarıdaki rakamlar da bu sürecin sonuçlarıdır.

Bu rakamların Türkiye için ortaya koyduğu gerçekler, Avrupa'da daha önceki yıllarda örneğini gördüğümüz gerçeklerle de paralellik arz eder. Zira bu modele göre toplumlar "modernleştikçe" bireyselleşme artmakta, bireyselleşme arttıkça da evlilik oranlarında düşüş ve boşanma oranlarında artış yaşanmaktadır. Yukarıdaki veriler bu trendleri de teyit etmektedir.

Paradoksal bir durum

İşin ilginç yanı, netice itibari aile kurumunu zayıflatan, toplumsal dayanışma duygusunu azaltan, seküler bir hayat tarzının önünü açan bu tür modernleşme süreçlerinin sonuçları hem Avrupa'da hem de Türkiye'de genelde hep muhafazakâr iktidarların döneminde gerçekleşmiştir. Bu süreçlerde, muhafazakârların yaşadıkları toplumdaki muhafaza etmek istedikleri değerlerde aşınma meydana gelmiştir. Bu elbette muhafazakâr iktidarların amaçlamadıkları, fakat politikalarının sonuçları olarak gerçekleşmesine katkı sundukları bir süreçtir. Bu paradoksal durum nasıl açıklayabiliriz? Bu konuda 20. yüzyılın en önemli filozoflarından Karl Popper bize yardımcı olabilir. Popper toplum bilimlerinin görevi ile ilgili yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanır:

Amaçlanmayan sonuçlar

"Teorik toplum bilimlerinin görevi, amaçlı insan eylemlerinin amaçlanmayan toplumsal etkilerini ortaya çıkarmaktır. Bu konuda basit bir örnek verebilirim. Bir kimse, belirli bir semtte acilen bir ev satın almak istemektedir. Bu kişinin o semtteki evlerin piyasa fiyatlarının yükselmesini arzu etmediği varsayılabilir. Oysa alıcı olarak piyasaya çıkması, kaçınılmaz olarak fiyatları yükselme eğilimine sokacaktır. Benzer durum satıcı bakımından da ortaya çıkacaktır. Çok değişik bir alandan başka bir örnek verelim: Hayat sigortası yaptırmak isteyen bir kimsenin, başkalarını, paralarını sigorta hisse senetlerine yatırmaya özendirmek gibi bir amacı olamaz. Ama sonuç yine de bu olacaktır. Açıkça görülüyor ki, eylemlerimizin sonuçlarının hepsi amaçlanan sonuçlar değildir."

İngiliz sosyolog Anthony Giddens da 1994 yılında kaleme aldığı Beyond Left and Right isimli kitabında Avrupa ve Amerika'da bu paradoks durumun nasıl ortaya çıktığını detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Giddens'ın da dikkat çektiği üzere sağ muhafazakârlar hem Avrupa'da hem de Türkiye'de kalkınma partilerdir. Bu açıdan böylesi partiler ekonomik gelişmeye öncelik verirler. Nitekim 1980'li yıllarda Amerika'da Ronald Reagan, İngiltere'de Margaret Thatcher, Almanya'da Helmut Kohl ve Türkiye'de de Turgut Özal gibi muhafazakâr liderler ülkelerini yönetiyorlardı. Helmut Kohl'un 1983 yılındaki seçim sloganı "Geistig-moralische Wende", yani "ahlaki ve zihni" dönüşümdü ve bu slogan Kohl'dan önceki sosyal demokrat Şansölyeler olan Willy Brand ve Helmut Schmidt'in sekülerleşme ve liberalleşme politikalarına tepki olarak seçilmişti. Giddens'a göre tüm bu muhafazakâr iktidarlar o dönemin hâkim bir paradigması olan neo-liberal ekonomi politikalarını uyguladılar. Bu neo-liberal ekonomik politikaların sonucu olarak da bu ülkelerdeki bireyselleşme, sekülerleşme, sosyal hareketlilik gibi süreçlerde hızlanma yaşandı. Bunun sonucu olarak da muhafazakâr iktidarların muhafaza etmek istedikleri aile kurumu, dindarlık ve yerellik gibi değerler zemin kaybetti. Bu iktidarlar döneminde boşanma oranları hızlı bir şekilde arttı, evlenmeden birlikte yaşama modelleri yaygınlaştı, toplumsal dayanışma duygularında azalma yaşandı. Yani Popper'in de vurguladığı gibi 1980'lerdeki muhafazakâr iktidarların politikaları yani "amaçlı insan eylemleri" Avrupa'da "amaçlanmayan toplumsal etkileri" doğurdu. Başka bir ifadeyle onların amacı muhafazakâr ve kalkınmış bir toplumdu. Sonuç olarak ise muhafazakâr değerlerin aşındığı, gelir dağılımındaki dengesizliklerin arttığı ve aile hayatının aşındığı farklı bir toplum ortaya çıkmıştı. Bu durumda TÜIK'in Türkiye'nin aile yapısı ile ilgili açıkladığı veriler Avrupa'da yukarıda anlatılan gelişmeler sonucu aşınan muhafazakâr değerlerin Türkiye'de de aşınma sürecine girmiş olduğunu iddia edebiliriz.

Dahası Avrupa'daki durum, son yirmi yılda yaşanan gelişmeleri de dikkate alırsak, Alman sosyolog Andreas Reckwitz'in de altını çizdiği gibi tekil (singular) ya da bireyselleşmenin en uç noktaya vardığı, bireyin içinde yaşadığı toplumla zihinsel bağını kopardığı kendini milletler üstü, iyi gelirli bir topluluğun parçası olarak gördüğü bir bireyselleşmenin yaşandığı noktaya varmış bulunmaktadır. Bu durumda, Avrupa'daki hâkim ekonomik paradigmaları bir politika olarak uygulayan Türkiye'nin de belli bir süre sonra, toplumsal anlamda, Avrupa'nın ve Amerika'nın geldiği noktaya varacağını öngörmek mümkün olabilir.

Gelir dağılımı dengesi

Ayrıca Avrupa'da gelinen noktada toplumda refah düzeyi artmış olsa da toplum mikro düzeyde incelendiği zaman, oldukça gri bir tablo ortaya çıkıyor. Bu tabloya göre, toplumda gelir dağılımda ciddi bir dengesizlik bulunmaktadır. Toplum bu anlamda üst ve alt gelir grubu olarak ikiye bölünmüş durumdadır ve orta kesim giderek erimektedir. Aile kurumu ciddi bir erozyona uğramış haldedir. Dinin toplumdaki konumu minimum seviyelere inmiş noktadadır. Örneğin, Almanya, İngiltere ve Fransa'da kiliseye gidenlerin oranı yüzde altılardadır ve onların da çoğu yaşlı kesimdir. Bu ve buna benzer durumlar Avrupa'daki siyasi arenayı istikrarsız bir hale getirmiş durumdadır. Aşırı sağ ve sol partilerin oy almalarının arkasındaki nedenlerden biri de Avrupa'da böyle bir sosyolojinin bulunmasıdır.

Gelinen nokta esasında gelecek açısından pek de iç açıcı değildir. Bu durum sadece muhafazakâr değerler açısından değil, toplumun genel gidişatı ve huzuru açısından da problemlidir. Zira toplumu bir arada tutan, dayanışma duygularını geliştiren ortak paydaların temayüz etmesine katkı sunan çoğu temayül/değer hem Avrupa'da/Amerika'da hem de yer yer Türkiye'de giderek kaybolmaktadır. Sonuçta eğer bu konuda gayret gösterilmezse sıklıkla üçüncü dünya ülkelerinin işlemeyen devlet yapıları için kullanılan işlevsiz/dağılmış devlet (failed state) tarzı ifadelerin, bu sefer farklı bir bağlamda gelişmiş ülkeler için işlevini kaybetmiş, çözülen bir toplum (failed society) şeklinde kullanılmaya başlandığını görebiliriz.

Nitekim Avrupa'da böylesi durumlara örnekler bulmak mümkündür. Parçalanmış bu toplum yapısını nispeten tamir etmek için Avrupa'da sosyal projeler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu projelerin de slogan boyutunun ötesine geçerek iyi düşünülmüş rafine çalışmalar olduğu görülmektedir. Bu projelerin denetimi ve finansmanı kamu kurumları ve kaynakları ile sağlanmakla birlikte, proje geliştirmesi ve uygulaması kâr amacı gütmeyen özel kurumlar ve dernekler üzerinden gerçekleştirilmektedir. Devlet projelerin uygulanmasında görünür olmadığı zaman, projelerin toplum tarafından kabulü ve verimliliği artmaktadır. Tabii devletten bağımsız bu tür projelere destek veren özel vakıflar da bulunmaktadır. Bu tür projelerin içeriği farklılıklar arz etmekle birlikte, genel amaç; toplumu bir arada tutan değerlerin toplumda yeşermesini sağlamak, toplumdan kendini dışlanmış insanların aidiyet duygusunu geliştirmek, gençlerin uyuşturucu bağımlılığı veya radikal ideolojik hareketlerin ağına düşmesini engellemek şeklinde özetlenebilir.

Meselenin daha iyi anlaşılması için, şahsen yaşadığım bir örnekten bahsetmek isterim. Lise dönemimde Almanya'nın metropol şehirlerinden birisi olan Hamburg'da, yaşadığımız semtin yakınlarında dünyaca ünlü bir eğlence merkezi vardı. Gençler için çok cazip olan bu eğlence merkezi, birçok gencin, hem kendileri hem de toplum için problemler arz eden bir yaşamın içine girmesine neden oluyordu. Sonuçta bu tarz eğlence merkezlerine kapılan çoğu genç uyuşturucu bağımlısı, çetecilik ve gasp gibi çok sayıda problemli davranışa temayül edebiliyordu. O yıllarda 30'lu yaşlarda bir kişi, cuma günü bulunduğumuz semte gelerek, biz gençleri kapalı spor salonunda futbol oynamaya davet etti. Turnuva şeklinde düzenlenen ve 3-4 saat süren bu futbol maçlarında katılmaya başladık. Maçtan sonra bu kişi bizi yemeğe de götürüyordu. O yıllarda "Bu adam niye her cuma gelip bizimle vakit geçiriyor, bize para harcıyor?" sorusuna cevap bulmakta zorlanıyordum. Fakat daha sonra bizimle ilgilenen bu kişinin, devlet destekli bir sosyal proje için çalıştığını ve cuma akşamları bizimle futbol oynayıp bizi yorarak, sosyalleştirerek bizim "problemli" yollara yönelmemizi engellediğini öğrendim. Bu örnekte açıkça görüldüğü gibi gençleri sıkmadan, zorlamadan ve baskı altına almadan şevkle yaptıkları bir işe yöneltmek, onları "problemli" yollara girmekten alıkoyabilir.

Avrupa'nın tecrübeleri

Modernleşme ve şehirleşme sürecinin menfi etkileri ile önümüzdeki yıllarda daha da fazla karşı karşıya kalacak olan Türkiye'nin Avrupa'nın hem menfi hem de müspet tecrübelerinden ders alması gerektiği açıktır. Özellikle Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve belediyelere bu anlamda çok iş düştüğü açıktır. Bu anlamda yapılması gereken ilk iş, TÜİK'in soğuk istatistiki verilerini baz almanın ötesinde, kapsamlı bir kalitatif ampirik çalışmadır. Resmin tümünü ortaya çıkararak kırılan fay hatlarını iyi tespit etmek gerekmektedir. Neticede doğru teşhis olmadan, tedavi oldukça zor olabilir.

Sonuç olarak Türkiye muhafaza etmek istediği geleneklerini geleneksel bir şekilde değil, zamana uygun yöntemler ile muhafaza etmelidir. Bunun da yolu sloganlardan ve tahakkümden uzak projeler geliştirmekten geçer. Ancak böylece Z kuşağı ve ondan sonraki nesiller yakalanabilir.

[email protected]