Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir

Faruk Önalan/ Yazar
27.12.2019

Eski İngiliz Başbakan Winston Churchill’in 1936’da sarf ettiği şu sözler, aslında işgal ve sömürge zihniyetinin odak noktasını net olarak açıklıyor; “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.” Bizim farkımız da bu noktadan sonra başlıyor işte. Türkiye’nin gönül sınırları, fiziki sınırlarının çok daha ötesinde. O yüzden Suriye’de de, Libya’da da, Afrika’da da, Arakan’da da olacağız, olmak zorundayız zira Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir!


Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir

Suriye’nin kuzeybatısında, Türkiye’ye 130 km sınırı olan ve Hatay’ın karşısında yer alan, Afrin, Hama ve Esed’in “butik devleti” Lazkiye arasında stratejik bir konumda bulunan, yaklaşık 4 milyon insanın sıkışıp kaldığı feryadın şehri İdlib. Aslında nüfusu yaklaşık 2,5 milyon ama Rejim, İran destekli milisler ve Rusların saldırılarından kaçan insanlarla nüfus 4 milyona çıkmış. 1 milyondan fazla insan sınırdaki kamplarda yaşıyor. Rejim ve Rus güçlerinin tamamen kontrol altına almaya çalıştığı, Türkiye-Suriye-Ürdün’ü birbirine bağlayan, Soçi mutabakatında serbest ticarete açılması planlanan M5 otoyolu da buradan geçiyor.

 

4-5 Mayıs 2017’de Türkiye, Rusya ve İran arasında Astana’da varılan mutabakatla İdlib, “Gerginliği Azaltma Bölgelerinden” biri ilan edildi. Bu kapsamda Türkiye Eylül 2017’den itibaren 12 adet gözlem noktası kurdu. Ancak rejim güçleri bu süreçte, güneyden başlayarak İdlib’e yönelik yoğun hava saldırılarına başladı. Bu noktada gözler yine Türkiye’ye yöneldi zira ne Amerika ne de Avrupa bu konuda inisiyatif almıyor tüm yükü Türkiye’nin omuzlarına bırakıyorlardı. Erdoğan da yeni bir mülteci akınına karşı Batı’ya uyarılar yapıyor onlar ise her zaman ki söylemlerini tekrarlayıp “Erdoğan kapıları açmakla tehdit etti” yaygarasını koparıyorlardı. Oysaki Türkiye milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmakla yetinmemiş, AB ile imzalanan geri kabul anlaşmasıyla da Avrupa’ya mülteci geçişini de engellemişti.

 

7 Eylül 2018 tarihinde Tahran’da düzenlenen üçlü zirve sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teklifiyle 17 Eylül’de Soçi’de Erdoğan ve Putin yeniden bir araya gelerek, "İdlib’de silahsız bölge" mutabakatını imzaladılar. Mutabakata göre 15 Ekim itibariyle silahsız bölge 15-20 km alanı kapsayacak, muhalifler bulunduğu yerde kalmaya devam edecek, Rusya İdlib’e yönelik saldırıları engelleyecek ve Rusya-Türkiye alanda koordineli devriye atacak.

 

Bu mutabakat sonrası bir süre Rus ve rejim hava saldırıları durdu, evlerini terk eden yaklaşık 80 bin kişi geri döndü. Bölge halkı bu gelişmeyle rahat bir nefes almayı umarken, İran destekli Şii milisler yerleşim alanlarına saldırdı ardından Rejim uçakları İdlib’e beyaz fosfor bombalarıyla vurmaya başladı. Çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere onlarca insan hayatını kaybetti. Bu noktada Ruslar saldırıları durdurmadığı gibi bazı bölgelerde halkı Türkiye’ye karşı kışkırtmaya çalıştı. Yapılan mutabakatlara rağmen hem rejim güçleri hem de Ruslar en başından beri İdlib’i güneyden itibaren bombalayarak Türkiye sınırına doğru sıkıştırma gayretinde. 

 

Bombardımandan kaçan bir sivilin sözleri aslında her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor; "Rejim uçaklarının ikinci saldırıyı yapması zaman alıyor. Bu sürede kaçabiliyoruz. Ancak Ruslar aralıksız bombalıyor. Hiç durmadan. Gece gündüz bombardıman. Gündüz kimse hareket edemiyor. Kıyamet koptu. Genel olarak kimse nereye gideceğini bilemiyor."

 

Ateşkes ihlalleri

 

Yapılan saldırılar sonrası 8,9 ve 10 numaralı gözlem noktalarımız rejim güçlerince kuşatıldı. Hatta Ağustos ortasında 9 numaralı gözlem noktasının güvenliği için gönderilen Türk askeri destek konvoyuna rejim güçleri tarafından saldırı düzenlenmiş, konvoyda bulunan 3 sivil hayatını kaybetmişti. Rejim güçleri 2018 yılında 1156 ateşkes ihlali gerçekleştirirken, 2019 yılının sadece ilk üç ayında bu sayının iki katı kadar ateşkes ihlali gerçekleştirdi. Heyet Tahrir Şam bahanesiyle hem rejim hem de Ruslar saldırıları meşrulaştırmaya çalıştılar. Olan ise, arada kalan sivillere oluyordu. Yaşadıkları durumu Alman DW’ye anlatan Suriyeli bir İngilizce öğretmeni şöyle haykırıyordu; “İdlib için en iyi çözüm, kentin Türkiye'nin kontrolü altına girmesi olur. Elimde olsa yarın Türk vatandaşlığına geçerdim çünkü ne Esed yönetimi altında yaşamak istiyorum ne de bu cihatçılarla uğraşmak. Türkiye aynen bizim yaptığımız gibi İslami muhalifleri destekliyor.”

 

Son günlerde İdlib’e yönelik rejim ve Rus saldırıları yine arttı, binlerce insan tek çıkış Türkiye sınırına doğru yığılmaya başladı. Hafta içi Cumhurbaşkanlığı basın sözcüsü İbrahim Kalın, Rusya’ya sert bir mesaj gönderdiklerini ve yeni bir ateşkes yapılmasını talep ettiklerini açıkladı. Türkiye’nin bu noktadan sonra yapması gereken, anlaşmaya aykırı şekilde kuşatma altında tutulan gözlem noktalarına tahkimatı güçlendirmek ve rejim güçlerine yönelik caydırıcı bir tavır içine girmek olmalı. Aksi durumda İdlib mutabakatının ihlal edildiği ilan edilmeli zira Türkiye’nin tek başına altından kalkamayacağı yeni göç dalgası, İbrahim Kalın’ın da bahsettiği gibi sadece Türkiye için değil uluslararası bir sorun olacaktır. Ve bu saatten sonra da kimse kalkıp da Türkiye’yi “kapıları açtı” diye sorumlu tutamaz. Çünkü olası göç dalgasında Türkiye’nin sırtını sıvazlamaya çalışan, masada tekliflere olumlu bakıp uygulamaya gelince hareket etmeyen Avrupa Birliği ülkeleri her zamanki gibi elini taşın altına koymaktan imtina ediyor. Erdoğan konuşunca da veryansın ediyorlar. İşin özünde sivillerin durumu ne ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin (ve de destekledikleri PKK/YPG’nin), ne Rejim’in ne de onu destekleyen Rusya ve İran’ın umurunda olmadı ki Rakka’yı, Musul’u, Halep’i, İdlib’i sivil ayrımı yapmadan yerle bir ettiler. Oysa Türkiye, gerek Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı gerekse Barış Pınarı Harekatı’nı icra ederken siviller konusunda oldukça hassas davrandı ki bu sebeple çok sayıda şehit verildi.

 

Kan yerine petrol aksaydı…

 

Suriyelinin petrol gelirini yine Suriyeliler için harcama, (konut, okul, yol vs.) teklifine başta petrol kaynaklarını terör örgütü PKK’ya peşkeş çeken ABD karşı çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Birleşmiş Milletler Küresel Mülteci Forumu’nda bu çarpıklığı, ikiyüzlülüğü muhataplarına net bir şekilde ifade etti; “Suriye’de dokuz yıldır yaşanan insanlık dramını Halep’teki şu duvar yazısı çok net anlatmaktadır: “Suriye’de ölen çocuklardan kan yerine petrol aksaydı, dünya anında müdahale ederdi. Evet, petrol kuyularını koruma uğruna harcanan çabaların hiç biri canını kurtarmak için varil bombalarından kaçan çocuklara harcanmamıştır. Bu müessif tablo karşısında uluslararası toplumdan arzu ettiğimiz desteği göremeyince biz de başımızın çaresine bakmak zorunda kaldık. Diyorum ki; o petrol kuyularında bulunan petrolü gelin beraber çıkaralım. Ondan sonra o terör bölgesine şu projeleri uygulayarak şu anda mülteci halinde olan bu insanları o yaptığımız evlere, okullara, hastanelere barınmaları için oraya yerleştirelim. Ama buna yanaşmıyorlar, çünkü petrol onlara daha çok lazım. YPG-PKK terör örgütünün sivilleri hedef alan saldırılarına rağmen bu bölgeler hâlihazırda Suriye’nin en yaşanabilir, en huzurlu alanlarıdır.”

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2 milyon mülteciyi güvenli bölgeye yerleştirilmesi, ve buralarda konutlar, okullar, hastaneler, ibadethaneler, sosyal donatılar yapılması için sürekli çağrıda bulunuyor ama tek bir mülteci sınırı geçince feryad figan eden Batı ülkeleri bu çağrıya kulaklarını tıkıyor üstüne “Erdoğan tehdit ediyor” basitliğine kaçıyor.

 

Gönül sınırları

 

Öte yandan, İdlib kent merkezi, Maaret el Numan ilçesi dahil onlarca yerleşim yerinde binlerce Suriyeli, Türkiye tarafından icra edilen Barış Pınarı Harekatı’na, destek vermek için bir araya gelmişti. Onlar da biliyorlardı ki, Türkiye'nin kontrolü altındaki bölgelerde yaşam normale dönmeye başlamıştı. Bu normalleşmeyi bozmak isteyen ABD destekli PKK/YPG terör örgütü, pazar yerlerinde bombalı araç saldırıları düzenlemeye başladılarsa da bunda başarılı olamadılar zira bugün bile Türkiye'den binlerce kişi, Barış Pınarı Harekâtı ile PKK/YPG teröründen arındırılmış Rasulayn ve Tel Abyad'a dönmeye devam ediyor. Geri dönüş yapan Suriyeli mültecilerin ihtiyaçları Şanlıurfa Valiliği'nin hayata geçirdiği Suriye Destek ve Koordinasyon Merkezi (SUDKOM) ve AFAD tarafından karşılanıyor. 5 bin kilometrelik bölgede asayişin sağlanması için yerel halktan oluşan yaklaşık 4 bin kişilik polis gücü oluşturuluyor. Mülakatları tamamlanan 1800 Suriyelinin eğitimlerine başlandı. Alanda çok sayıda tuzaklanmış bomba düzeneği ve araç bulunuyor bunların da temizlenmesi için çalışmalar sürüyor. Fırat Kalkanı Harekâtı ile terör örgütü DEAŞ’tan temizlenen Azez, Mare, Cerablus, Çobanbey, Dabık El-Bab’ta da hayat normale dönmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı olarak El Bab’da İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, (Uluslararası Ticaret ve Lojistik bölümü, İktisat Bölümü, İşletme Bölümü) Azez’de İslami İlimler Fakültesi ve Zeytin Dalı Harekâtı ile terör örgütü PKK’dan temizlenen Afrin’de de Eğitim Fakültesi kuruldu. Yakında diğer bölgelerde de eğitim faaliyetlerine başlanacak. Terör örgütü elebaşı Öcalan’ın ideolojisiyle sözde eğitim verilen, PKK baskısı altındaki Münbiç halkından da fakülte kurulması için talepler gelmeye başladı.

 

Mültecilerin ülkelerine kendi istekleriyle dönebilmeleri için her türlü imkân seferber edilmiş durumda. Altı adet hastane inşa edilirken yaklaşık 800 okul, 42 sağlık ocağı, 775 camii bakım ve onarımı yapılarak Suriye halkının hizmetine sunuldu. Bunun yanında Afrin’e bir stadyum, diğer bölgelere ise 20’den fazla futbol sahası ve ayrıca gençlik merkezleri yapıldı. ABD, Suriye’deki kaosu daha da artırmak ve parçalamak için terör örgütüne binlerce tır ağır silah ve mühimmat gönderirken Türkiye oluşturduğu 650 noktaya binlerce tır gıda ve insani yardım ulaştırdı.

 

Eski İngiliz Başbakan Winston Churchill’in 1936’da Avam Kamarasında sarf ettiği şu sözler, aslında işgal ve sömürge zihniyetinin odak noktasını net olarak açıklıyor; “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.” Bizim farkımız da bu noktadan sonra başlıyor işte. Türkiye’nin gönül sınırları, fiziki sınırlarının çok daha ötesinde. O yüzden Suriye’de de, Libya’da da, Afrika’da da, Arakan’da da olacağız, olmak zorundayız zira Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir!
 

[email protected]