Türkiye ve Suriyelilerin ortak geleceği

Dr. Ali Zafer Sağıroğlu / Oxford University, Göç, Toplum ve Siyaset Ç. Merkezi
28.01.2017

Geçiciliğin kalıcılığa dönüştüğü günlerin sonunda Suriyelilerin Türkiye’ye yapacakları katkı ve külfetlerin artacağı bir zaman dilimine girdiğimizi görmek gerekiyor. Kuluçka dönemi sona ermiştir. Suriyelilerin normal bir hayata tekrar kavuşmaları sadece Türkiye’deki Suriyelilerin değil, onlar kadar Türk halkının da geleceği açısından son derece önemli.


Türkiye ve Suriyelilerin ortak geleceği

Türkiye OECD rakamlarının işaret ettiği biçimi ile son yıllarda net göç alan bir ülke haline gelmiş bulunuyor. Türkiye’de biyometrik kayıtları alınmış yaklaşık 2.8 milyon geçici koruma altındaki Suriyelinin yanında, çeşitli uyruklardan 282 bin 518 kişi uluslararası koruma başvurusunun sonuçlanmasını beklemektedir. 2011 yılının nisan ayında Hatay’ın Yayladağı kapısından Türkiye’ye giriş yapan 250 kişilik Suriyeli ilk kafilenin gelişinin üstünden beş yılı aşkın bir süre geçti. Suriye krizinin çıktığı tarihten itibaren Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı yıldan yıla artış göstererek 2014 yılında 1.5 milyona, 2015 yılında 2.5 milyona ulaşmış ve 2016 yılı sonu itibarı ile 2.8 milyonu geçmiş görünüyor. Suriyeliler Türkiye’ye ilk geldikleri dönemlerde “misafir” olarak kabul edilmiş idi. Gerek evini terk etmek zorunda kalan Suriyeliler gerekse Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, ortaya çıkan tablonun uzak olmayan bir süreçte tekrar “normale” döneceği varsayımı üzerinden hareket etmişti. Bu arada, AB uyum müzakereleri çerçevesinde Türkiye’nin 2000’li yılların başından itibaren hazırlıklarını yürüttüğü göç yönetimine dair altyapı çalışmaları 2013 yılında yürürlüğe giren 6458 sayılı “Yabancılar ve Uluslararası Koruma yasası” ile nispeten daha sağlam bir yasal zemine kavuşmuş oldu. Yasanın düzenlediği biçimi ile Türkiye, kendisinden çeşitli nedenler ile bireysel ve kitlesel biçimlerde koruma talep edenlere dair uygulayacağı mekanizmaları kurdu ve devreye soktu. 22 Ekim 2014 yılında yürürlüğe giren “Geçici Koruma Yönetmeliği” ile birlikte Suriyelilerin de içinde bulunduğu kitlesel göç akınları ile Türkiye sınırlarından geçenlere verilecek statü belirgin hale getirilmiş oldu. Buna göre Suriyelilere 2014 yılından itibaren “geçici koruma” statüsünde Türkiye’de ikamet etme izni verilmiştir. 2017 yılının başı itibarı ile parmak izine dayalı biyometrik kayıtları alınmış 2 milyon 871 bin 112 Suriyeli Türkiye’nin farklı illerine dağılmış olarak hayatlarını sürdürmeye devam etmektedir.  

400 bin Suriyeli bebek

İçişleri Bakanlığı bağlı kuruluşu olan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün düzenli olarak Suriyelilere dair yayınladığı istatistiki veriler dikkat çekici ve üzerinde titizlikle düşünülmesi gereken bir tabloya işaret etmektedir.

Sosyolojik anlamda “mülteci”, hukuk terminolojisi ile “geçici koruma” statüsü altında Türkiye’de ikamet etmeye devam eden Suriyelilerin biyometrik kayıtları incelendiğinde 0-4 yaş aralığındaki bebek sayısının 300 bini geçtiği görülmektedir. 5-9 yaş aralığında 5 yaş grubundaki bebekler de bu rakama eklendiğine, Türkiye’de 400 bin kadar Suriyeli bebek olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Ancak doğum eğilimlerinde doğan her 100 erkek bebeğe oranla 108 kız bebeğin dünyaya geldiği düşünüldüğünde bu sayının daha fazla olduğu değerlendirilebilir. Muhtemelen Suriyeliler arasında kız çocuklarını kayıt altına alma eğiliminin daha düşük olduğu düşünülebilir.

Resmi yetkililerin açıklamalarına göre Türkiye’de doğan Suriyeli bebeklerin sayısı 185 bin olarak görünmekle beraber, mevzubahis yarım milyona yakın bebeğin Suriye’de doğduktan sonra Türkiye’ye geldikleri veya Türkiye’de doğdukları akla yatkın görünmektedir. 15 yaşın altında temel eğitim çağındaki Suriyeli çocuklar ile birlikte toplam bebek ve çocuk sayısının 1.3 milyonu aştığı görülmektedir. Bu bebek ve çocukların büyük çoğunluğu Türkçe öğrenerek büyümeye devam ediyor.  Biyometrik kayıtlar, potansiyel aktif çalışma yaşı olan 15-64 yaş aralığında 1 milyon 756 bin 124 Suriyelinin, Türkiye’nin çeşitli illerine dağılmış halde yaşadıklarını göstermektedir. İyimser bir tahminle 500 bin Suriyelinin, Türkiye’nin işgücü piyasasında çalışmakta olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. İlk akla gelenin aksine kadın-erkek bağlamında rakamlar incelendiğinde, Suriyeli erkek nüfusun kadınların sayısından daha fazla olduğu görülmektedir.

Misafirlikten kalıcılığa…

“Misafir” olarak başlayan ve “geçici” statüde devam eden Suriyeliler ile ilgili tartışmalar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kilis’te Suriyelilere hitaben yaptığı bir konuşmada “vatandaşlık verilmesini” gündeme getirmesi ile zirveye ulaşmıştı. Araya giren 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasındaki yoğun siyasi gündem nedeni ile vatandaşlık konusu gündemin geri sıralarına düşmüş görünüyor. Ancak konunun önemini yitirdiğini söylemek mümkün değildir.

Suriye’nin yakın bir gelecekte eski haline dönmesi bir tarafa, çatışmaların görünen bir gelecekte sona ereceğine dair umutlar her geçen gün azalmaktadır. Kaldı ki ateşkes veya kalıcı bir barış ile Suriye’deki çatışmalar sona erse dahi büyük oranda yıkılmış şehirler, çöken altyapı sistemi ve bozulan toplumsal ve ekonomik yapı Suriye’deki olağan hayatın geri dönme umutlarını azaltmaktadır. UNCHR’ın zorunlu göçlere dair yaptığı projeksiyonlar, 1990’lı yıllarda beş yıl olan ortalama geri dönüş sürelerinin günümüzde 20 yıla yaklaştığına işaret etmektedir. Zorunlu göçlere dair yapılan bilimsel çalışmalar geri dönüşlerin beşinci yıldan itibaren yüzde 50’liler seviyesine indiğini göstermektedir. Suriye’nin yakın bir zamanda eski haline döneceği varsayıldığı halde dahi –ki bu muhal görünüyor- çoğunluğu genç bir nüfustan müteşekkil Suriyelilerin iyimser bir ihtimalle yarısının Türkiye’de kurdukları hayatlarına devam edeceklerini söylemek kehanet olmayacaktır. Dolayısıyla belli ölçülerde “geçiciliğin” kalıcılığa dönüştüğünü söylemek mümkündür. Diğer taraftan Suriyeliler açısından “kuluçka’’ döneminin sonuna gelindiğini söylemek akla yatkın görünmektedir. Bundan sonra bugüne kadar oluşan yaşanmışlıkların iyi veya kötü meyvelerini alma zamanı yaklaşmaktadır. Her ne kadar Suriyeliler sürekli olarak meydana getirdikleri külfet ve sorunlar ile gündeme gelseler de, bugün çeşitli biçimlerde ekonomik hayatın içinde bir şekilde entegre olduklarını görmemezlikten gelemeyiz. Hayatını bir biçimde kurmuş ve kurmakta olan insanlar olduğu gibi çeşitli suç ortamlarına girmiş veya girmekte olanların da olabileceğini tahmin etmek güç değildir. Bütün zorluklara ve engellere rağmen Suriyeliler de bir biçimde herkes gibi ve herkes kadar “normal” bir hayatın arayışı içindeler. Geçicilikten kalıcılığa dönüşen süreçte Suriyelilerin geleceğinin, Türkiye’nin ortak geleceği ile tehdit ve fırsatları beraberinde getirdiğini kabul etmek zorundayız. Büyük çoğunluğu genç bir nüfustan oluşan Suriyelilerin “normal” bir hayata kavuşturulması hem onlar hem de Türk toplumu açısından kaçınılmaz görülmektedir.

Suriyelilerin ülkelerine geri döne(bile)ceklerine dair varsayımla “geçici statüde” hayatlarına devam edeceklerini düşünmek ciddi sorunların ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Zira geleceğine dair ümidini yitirmiş “kayıp nesil”, komşu ülkelerinin hemen hepsinin siyasal, toplumsal ve ekonomik istikrarsızlık ve çatışmalar ile çalkalandığı Türkiye gibi bir ülke açısından son derece tehlikeli ve riskli toplumsal “fay hatlarının” ortaya çıkmasına neden olabilir. Radikal hareketlerin ve terör gruplarının insan kaynaklarını, geleceğine dair ümidini yitirmiş toplumsal gruplardan edindiğini akılda tutmak gerekir. “Normal” bir hayata kavuşma ümidini yitirmiş Suriyeli gençlerin uzak olmayan bir gelecekte suç ve terör örgütlerinin içine karışması şaşırtıcı olmayacaktır. Bununla birlikte doğru ve etkin bir “normalleşme” sürecinin sonunda Suriyelilerin Türkiye’nin toplumsal, siyasal ve ekonomik potansiyeline güç katacaklarına şüphe yoktur. Suriyeliler ile ilgili akla gelen bir başka çözüm yolu, Suriyelilerin üçüncü ülkelere yerleştirilme ihtimalleri. Ancak son üç yılda üçüncü ülkeler tarafından Türkiye’den kabul edilen Suriyelilerin sayısı 10 bini dahi bulmuyor. Dolayısıyla dünyanın geri kalan ülkelerinin bu külfete ortak olmasını beklemek de makul görünmemektedir.  Yasa dışı yollar ile Avrupa kıtasına geçmeye çalışanların bu girişimleri de, her geçen gün artan güvenlik politikaları nedeni ile başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. 2016 yılında Akdeniz’in soğuk sularında hayatını kaybeden mültecilerin sayısı 5 bini geçmiş bulunuyor.

Bir diğer seçenek Türkiye’nin, Suriyelilere uluslararası mülteci hukukunu düzenleyen 1951 Cenevre sözleşmesi çerçevesinde “mültecilik” statüsünü açmasıdır. Ancak mültecilik statüsü de “geçici koruma” statüsü gibi geçici ve kalıcı olmayan bir süreçtir. Bu seçeneği devreye sokması halinde, Türkiye’nin yakın ve uzak çevresinde kendisine yönelmesi muhtemel göç ve iltica arayışındaki insan hareketliliklerini de nasıl yöneteceğini hesaba katması beklenir.

Geçiciliğin kalıcılığa dönüştüğü günlerin sonunda Suriyelilerin Türkiye’ye yapacakları katkı ve külfetlerin artacağı bir zaman dilimine girdiğimizi görmek gerekiyor. Kuluçka dönemi sona ermiştir. Suriyelilerin normal bir hayata tekrar kavuşmaları sadece Türkiye’deki Suriyelilerin değil, onlar kadar Türk halkının da geleceği açısından son derece önemli. Diğer bir deyişle Türkiye’nin geleceği ile sayısı 3 milyona yaklaşan Suriyelilerin ortak bir geleceği paylaşacaklarını kabullenmek zorundayız.

[email protected]