Türkiye Yüzyılı dış politikasında denge siyaseti ve stratejik otonomi

Dr. Mehmet Rakipoğlu / Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
28.07.2023

Türkiye, İsveç ve Finlandiya gibi aktörlerin NATO'ya üyelik süreçleri üzerinden terörle mücadeleyi uluslararası askeri bir ittifakın gündemine taşımıştır. Aynı zamanda NATO'nun genişleme stratejisine ilkesel olarak verdiği desteği pratiğe dökmüştür.


Türkiye Yüzyılı dış politikasında denge siyaseti ve stratejik otonomi

11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta düzenlenen NATO zirvesi uluslararası kamuoyu tarafından yakından takip edildi. Zirve, uzun bir süredir tartışılan NATO'nun gücünü pekiştirdi. Bilindiği üzere Fransa Cumhurbaşkanı Macron, ABD'nin 45.başkanı Donald Trump gibi birçok isim NATO'nun yapısını ve işlevselliğini eleştirmişti. Dahası Şubat 2022'den beri Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesine rağmen NATO'nun Transatlantik güvenliğine dair somut adımlar atmaması ittifakın son yıllardaki görünümünün oldukça zayıfladığı şeklinde yorumlanmıştı. Fakat Finlandiya'nın NATO'ya üye olması, İsveç'in de bu yönde Türkiye'den -henüz süreç bitmemiş olsa da- yeşil ışık alması, Rusya'nın Ukrayna'da tam anlamıyla kazanımlar elde edememesi NATO'nun elini güçlendirdi ve bu süreçte Türkiye de etkin rol oynadı. Dolayısıyla Vilnius zirvesi NATO açısından kritik öneme haizdir. Bu anlamda uluslararası siyasetin nasıl şekilleneceğine dair ortaya atılan projeksiyonlar Türkiye'nin dış politika oryantasyonu ile doğrudan ilintilidir. Nitekim Türkiye, İsveç ve Finlandiya gibi aktörlerin NATO'ya üyelik süreçleri üzerinden terörle mücadeleyi uluslararası askeri bir ittifakın gündemine taşımıştır. Öte yandan Türkiye NATO'nun genişleme stratejisine ilkesel olarak verdiği desteği pratiğe dökmüştür.

Batı ile ilişkiler

Vilnius Zirvesi sonrası Türkiye'nin dış politikadaki bağımsızlık arayışından rahatsız olan birçok Batılı medya platformu, Ankara'nın geleneksel kodlara dönerek Batı yönlü bir dış politika izleyeceğine dair kamuoyu oluşturmaya başladı. Bu yönde yayınlara sıklıkla yer vermeye başlayan bu mecralar, Türkiye'nin Batı ile ilişkilerine yön vermek ve Ankara'nın özellikle Rusya ile sürdürdüğü iş birliğine zarar vermek istiyor. Türkiye ise NATO'dan ve Batı askeri yapılanmasından kopmadan bir dış politika tasavvuru inşa etmek istiyor. Aslında bu vizyon, Türkiye Yüzyılı olarak adlandırılan çok boyutlu bir yapının bir parçası. Mezkûr strateji, Türk dış politikasının 'Batılılaşma' mefhumundan kurtulup Ankara merkezli, Türkiye'nin maslahatlarını gözeten, çok boyutlu angajmanlara tekabül ediyor. Bu noktada Batı ile ilişkiler kritik önemde. Nitekim birçok akademisyenin de ifade ettiği gibi Türkiye, Batılı olmayan fakat Batı'nın bir parçası olan ülke. Dolayısıyla Türkiye, cumhuriyet tarihinin neredeyse hiçbir safhasında Batı'ya tam anlamıyla sırtını dönmedi. Son günlerde ABD ve AB gibi aktörlere dair ılımlı mesajlar Türkiye'nin Batı ile ilişkileri önemsediğini gösteriyor. Fakat bu süreçte Batı'nın Türkiye Yüzyılı çerçevesinde Ankara'nın benimsediği dış politika vizyonu ile ne kadar ve nasıl iş birliği yapacağı meçhul. Birçok AB liderinin Erdoğan takıntısı, Türkiye'nin AB üyeliğine dair takınılan ikircikli tavırlar, ABD'nin ödemesi yapılan savunma teçhizatlarını satmaması, terör örgütü üyelerinin Türkiye'ye teslim edilmemesi ve terör propagandasına yönelik politikalar bir blok halinde Batı'nın Türkiye Yüzyılı bağlamında Türk dış politikasını kabullenmediğini gösteriyor. Tüm bu olumsuz atmosfere rağmen Türkiye Yüzyılı dış politika vizyonu kapsamında Ankara, Batı'ya ilişkileri geliştirmek için zeytin dalı uzatıyor.

Rusya ile sinerji

Batılı aktörlerin aksine Rusya ve Ortadoğu'daki aktörler Türkiye Yüzyılı ile uyumlu bir siyaset izliyor. Bu anlamda her ne kadar zaman zaman pürüzler çıksa da Moskova ile Ankara arasında inşa edilen diyalog zemini Rusya ile Türkiye ilişkilerinin uyumlu bir şekilde ilerlemesini sağlıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki lider diplomasisi ve Suriye başta olmak üzere geliştirilen bölgesel iş birliği, Batılı aktörlere rağmen Moskova'nın Türkiye Yüzyılı çerçevesinde Ankara'nın benimsediği dış politik vizyonu kabullendiğini gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye ve Rusya Libya, Suriye gibi noktalarda farklı jeopolitik bloklarda yer alsa da jeopolitik denklemde bir araya gelip, inşa edilen karşılıklı sinerji ortamını terk etmiyor.

Ortadoğu dosyası

Türkiye Yüzyılı'nda Türk dış politikasındaki aktivizmin doğrudan sirayet ettiği bir diğer nokta Ortadoğu. Bu anlamda 2020'nin sonundan beri hayata geçirilen normalleşme süreçleri Ankara'nın bölgesel dönüşümlere ayak uydurduğunu gösteriyor. İsrail, Mısır gibi aktörlerle başlayan fakat BAE, Suudi Arabistan gibi aktörlerle daha hızlı bir şekilde sonuç veren normalleşme süreçleri bölgesel diplomasinin benimsendiğine işaret olarak okunabilir. Türkiye'nin dışında Eylül 2020'de Bahreyn, BAE, Sudan'ın İsrail ile, Ocak 2021'de BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Mısır'ın Katar ile, 2023'te Kuveyt, BAE ve Suudi Arabistan'ın İran ile normalleşmesi Ortadoğu'da rekabet ortamının yerini iş birliğine bıraktığını ispatlıyor. Libya, Afrika Boynuzu, Yemen gibi rekabet alanlarındaki çatışma yoğunluklarının geçmişe kıyasla azalması da bölgesel güç dengeleri açısından yeni bir durumun ortaya çıktığı şeklinde yorumlandı. Bu konjonktürde Türkiye de maslahatlarını gözeterek ve kırmızı çizgilerinden vazgeçmeyerek yeni bir dış politika anlayışı benimsedi. Dostları artırıp düşmanlıkları azaltma şeklinde özetlenen bu vizyon, Türkiye Yüzyılı'nda Ankara'nın dış politikasına doğrudan yansıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Körfez ülkelerine yaptığı son ziyaret silsilesinde imzalanan anlaşmaların medyadan savunma sanayiine geniş bir yelpazeye yayılması, ideolojik farklılıkların üstünün örtülmesi de Ankara'nın gerçekçi bir anlayışla dış politika şekillendireceğini gösteriyor.

Türkiye Yüzyılı

Son yıllarda özellikle de Ukrayna Savaşı ile birlikte ortaya çıkan yeni jeopolitik atmosferde, Batılı aktörler ve Batı karşısında duran (Rusya-Çin gibi) aktörler arasında en fazla konuşulan aktörlerin başında Türkiye geliyor. Batı'ya meydan okuyan, milli savunma hamleleri yapan ve askeri gücünü Libya, Suriye, Irak, Doğu Akdeniz, Azerbaycan-Ermenistan savaşı gibi birçok uluslararası mücadele noktalarında ispatlayan Türkiye hassas bir denge siyaseti yürütüyor. Bu politikanın merkezinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi bulunuyor. Erdoğan liderliğinde Türkiye, tüm ideolojik ayrışmalar veya farklı politik önceliklere rağmen 'rekabet alanlarını yöneterek' dış politikada stratejik otonomi arayışını sürdürüyor.

Türkiye'nin İsveç'in NATO'ya üye olmasına onay vermesi karşılığında AB'ye üyelik sürecinin hızlandırılması talebi, Türkiye'nin dış politikada yön değiştireceği sorularını akıllara getirdi. Fakat Türkiye'nin dış politikada stratejik yönünün radikal bir biçimde değişmeyeceği rahatlıkla söylenebilir. Bu durum Türkiye'nin benimsediği stratejik özerklik politikası ile alakalı. Ankara ne Batı'ya ne Doğu'ya tam anlamıyla bağlı kalmak istemiyor. Türkiye Yüzyılı perspektifine uygun bir şekilde Türk dış politikasında stratejik otonomi arayışı ve denge siyaseti devam edecek. Bu yönde yeni iş birliği alanları açılabilir, yeni normalleşme adımları atılabilir veya ilişkilerde yeni konsolidasyon süreçleri hayata geçirilebilir.

[email protected]