Türkiye Yüzyılı'nın yeni anayasa ile tahkimi

Ali Osman Sezer/ Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
16.06.2023

İnsani her tür değişimden rahatsızlık duyan zihniyetin, değişmemek içerikli değişim talebi karşısında bu millet Türkiye Yüzyılı gibi bir değişim sürecini yönetiyor. Millet iradesinin cari kılınması bir ülkenin en büyük değeridir. Bu iradenin sistemleştiği bir anayasa, Türkiye Yüzyılı'nı tahkim edecek en önemli unsur olacaktır.


Türkiye Yüzyılı'nın yeni anayasa ile tahkimi

Uzun yıllar ideolojik dayatmalarla sömürgecilerin sömürüsünün devamını tahkim etmeye dayalı, insani her tür değişimden rahatsızlık duyan zihniyetin, değişmemek içerikli değişim talebi karşısında bu millet Türkiye Yüzyılı gibi bir değişim sürecini yönetiyor. Değişimin konusu kimin ne kadar süre iktidarda olduğu değil, kimin milletin iradesine tekabül eden değişimleri gerçekleştirip gerçekleştiremediğidir. Bu açıdan millet, iradesi doğrultusunda Türkiye Yüzyılı idealine varan değişim ve dönüşüm süreciyle yine değişim ve gelişimden yana tercihte bulundu.

Her yönüyle insani gelişmişlik, kendini özgürce ifade edebilmeye bağlıdır. Özgürlük ise yapabileceklerinin sınırının olmadığı bir kapasiteyle donatılmış olan insanın kendini gerçekleştirebilme koşuludur. Özgürlüğü herkes için ele aldığımızda onun, her istediğini yapmak değil, herkesin özgür olması gereği, kendini sınırlama ve yaptıklarının sorumluluğunu almakla dengelenen insani bir durum olduğu kolayca anlaşılacaktır. Sorumluluk alma bilinci ile yaptığının öznesi olan özgürlük, inanca dair bir durumdur. Dolayısı ile hak bildiğini yapma ve yapabilecekken bile hak olmayanı yapmama bilinci ile ortaya çıkan özgürlük, akletme ile varılan inanca dair insanlığın en önemli meselesi olmuştur. Bu açıdan belirli bir inancın, ideolojinin, düşüncenin dayatıldığı bir ortamda, hak bilincini yitirmiş bir insan, yaptığının öznesi olamayacağı için orada özgürlükten ve insani gelişmeden söz edilemez.

Anayasaların, toplumların tarihsel süreçte kendi var oluşlarını dönüştürmek için ürettikleri devletin kullanma aygıtı olduğunu kabul edersek, toplum değiştikçe toplum ve devletin irtibatını sağlayacak aygıtların da değişmesi kaçınılmazdır. Böyle bir metin, ruhu itibari ile toplumun kendisi hakkında ulaştığı ve yöneldiği aşamanın göstergesi olup uzun vadeli öngörüler içerir. Bu öngörü birkaç maddeyi değil anayasayı bir bütün olarak kapsar.

Condorcet'in ifadesiyle, "Bir halk, her zaman anayasasını gözden geçirip, düzeltme, ıslah etme ve değiştirme hakkına sahiptir. Bir kuşak gelecek kuşakları kendi yasalarının hükmü altına alamaz." Başat bir siyasi metin olan anayasa, milletin hak bilincini merkeze koyan referans kaynağıdır. Yasalar da bu metni referans alarak hakların korunması ve icrası için yapılır. Hakkın ne olduğuna karar vermeden onu korumak ve elbette yasa yapmak da mümkün değildir. Millet iradesini yansıtmayan anayasaların millet iradesine uygun hale getirilmesi zaruret iken, millet kendi yaptığı anayasasını dahi, koşullar dikkate alınarak her zaman gözden geçirmek zorundadır.

Siyaset, dinamik bir yapı olan toplumların ihtiyaçları doğrultusunda değişme ve dönüşme kabiliyetlerinin tezahürü olarak, bunu millet iradesi doğrultusunda yönetmekle var olan bir kurumdur. Eğer bu kurum değişmez esaslara bağlanırsa ya da toplumun talepleri dikkate alınmadan onu değiştirmeye kalkışırsa bu durum siyaseti, değişen toplum karşısında onunla sürekli bir çatışma halinde karşı karşıya getirir. Böyle bir kurumu siyaset olarak adlandırsak bile bu durumun milletin hak bilinci doğrultusunda adaleti gerçekleştirme ideali olan siyasetle bir ilgisi olmayacaktır.

Değişim dinamiği

Millet iradesine dayalı reel siyaset ortamında, değişim ve dönüşümleri milli irade doğrultusunda gerçekleştirme becerisini yerine getirebilen siyasi anlayışlar ön plana çıkar. Türkiye siyasi hayatını belirleyen de bu değişim dinamiğidir. Özellikle yirmi bir yıldır millet iradesini merkeze alarak cumhuriyetin anlamını pekiştiren siyasal iradenin yine milletten yetki aldığını gördük. Seçim sürecinde muhalefetin, Cumhurbaşkanının uzun süre yönetimde olması üzerinden değişim talebi millet nezdinde karşılık bulmadı. Milletin değişim talebinin, kişilerin değişimi değil, milletin ihtiyacı olan değişimleri gerçekleştirme yeterliliği olarak anladığını ve bu doğrultuda bir anlayışla milletin ihtiyaçları doğrultusunda değişimleri gerçekleştirebilenden yana tercihte bulunduğunu gördük. Kısaca millet yine değişimden yana tercih yaptı. Belirli ideolojileri millete dayatıp devleti yönetmek yerine milleti yönetmeyi amaçlayan, kendisi gibi düşünüp inanmayanı tehdit eden statüko, yine tercih dışı kaldı.

Millet hak bildiği üzere yaşar ve bu bilinçle hareket edene teveccüh eder. Hak kavramı seküler yapı üzerine inşa olan modern devlet yasalarında tanımlamaya konu olmamıştır. Bu, doğrudan olumsuz olmasa da toplumun hak algısının anayasada belirsiz bırakılması, dönüşümün merkezinin milli iradeden kaymasına yol açabilir. Bu husus anayasaların en hassas noktasıdır. Bir anayasa yasaların yapımında zaruri olan hak referansı içermiyorsa kendisi böyle bir referans kaynağı olarak kutsal bir metne dönüşür. Bu sorunu fark eden ülke anayasalarında (Alman ve İsviçre Anayasalarının başlangıç kısımları) hak tanımı yapılmasa da milletlerinin hak kavramının sorumluluk bilincine dair temel referans verilmiştir. Elbette bu durum millet iradesinde neyin hak neyin haksızlık kabul edileceğine dair yasa yapabilme imkanı veriyor.

Ahlaktan ayrışık yasa

Hakkın ne olduğuna ilişkin doktrinde de tatmin edici bir tanım yoktur. Örneğin pozitivist modern teorilerde "hak hukuken korunan menfaattir" denilerek tersine çevrilmiş bir tanımla hukukun öznesi olan hak onun nesnesi olarak tanımlanmıştır. Modern anayasalar ahlaki ölçütü dikkate almayan bu biçimsel, Weberyan yöntemi benimsemiştir. Ancak ahlaktan ayrışık yasaların biçimlenmesi ile elde edilen biçimci hak algısı, yüzeysel olarak böyle görünse de aslında burada hukuku belirleyen irade hakkın da kaynağı olarak "kudretli bir Tanrı" gibi, dediği hak olan "kudretli bir iktidar" olarak tahtı ele geçirmiş oluyor. İçerik ve biçimi birbirinden ayrı tutan bu anlayış hakkı, içeriğe dair metafizik bir mevzu olarak algılaması nedeni ile onu tanımak yerine hukukun alt birimi olarak tanımlamayı ve hakkı dayandırabileceği biçimler ihdas etme yoluna giderek bu yapılardan, hukuki olgularla üretilen değerler elde etme yolunu tercih etmektedir. Bu yolla üretilen değerlere de değişmezlik vurgusu içeren bir tür ruh atfedilerek temel hakların ve buraya dayandırılacak hukukun içerik sorunu da çözülmeye çalışılmaktadır. Değişmezliğin tanrısal gücü burada, hakkın yerini doldurabilecek imkanı sağlamış oluyor. Böylece yapılan icraatların hakka uygunluk kriteri, bu değişmez, tabu haline getirilmiş temel kriterlere uygunluk üzerinden sağlanabiliyor. Millet iradesini dikkate almayan ve amacı sömürgeci iradeye geçit vermek olan Türkiye'de gerçekleşmiş tüm darbe ve darbe girişimleri böyle bir irade ürünüdür. Bu dönemde yapılan anayasalar da sömürüye geçit vermeye matuftur. Her ne kadar birçok değişiklik yapılmış olsa da darbe dönemini çağrıştıran ismi başta olmak üzere, millet iradesi doğrultusunda Milletin Anayasası, tamamen onun iradesi ile yapılmak zorundadır. Millet iradesinin cari kılınması bir ülkenin en büyük değeridir. Bu iradenin sistemleştiği bir anayasa, Türkiye Yüzyılı'nı tahkim edecek en önemli unsur olacaktır.

Değişmeyen yok olmaz. Belki böyle bir maslahat değişmezliği cazip kılabilir. Ancak değişmeyen var da olamaz. Bu yüzden bir şeyin var olabilmesi onun varlık-yokluk sürecinde değişebilir olması ile mümkündür. Tüm varlıkların oluşum zemini olan zaman ve mekanın kendisi de burada gerçekleşir. Çünkü her şey varlığını var ederek yok, yokluğunu yok edip var olarak, bilimsel olduğu ileri sürülen tabunun aksine vardan yok, yoktan da var olur.

[email protected]