Türkiye-ABD anlaşması ne anlama geliyor?

Prof. Dr. Muhittin Ataman / Yıldırım Beyazıt Üniv. Öğretim Üyesi
15.08.2015

Türkiye, sadece insani politikaya / yumuşak güç unsurlarına dayanarak ve maliyetlere katlanmayarak Ortadoğu’da etkili olamayacağını gördü. Örneğin, küresel güçlerin devam eden etkinliği yanında İran’ın nasıl askeri, siyasi ve ekonomik imkânlarını seferber ettiğini müşahede ettik, ediyoruz. Türkiye, İran gibi riskler almadan etkili olmaya çalıştı, ancak mümkün olmadığı anlaşıldı. Bundan sonra Türkiye’nin daha fazla risk alması, maliyetlere katlanması ve kaçınılmaz olarak küresel güçlerle ittifak arayışına girmesi gerekecektir.


Türkiye-ABD  anlaşması ne anlama geliyor?

7 Haziran seçimlerinden bu yana Türkiye, oldukça kırılgan bir durumda bulunmaktadır. Temmuz ayının sonlarından itibaren ülke içinde ve dışında Türkiye’ye karşı yürütülen siyasi kampanyalar ile başlatılan şiddet hareketleri, Türkiye hükümetini siyaset değişikliğine zorladı. Bir taraftan, AK Parti’nin Meclis’teki çoğunluğu kaybetmesiyle bozulmaya başlayan siyasi istikrar ile PKK, KCK ve HDP’nin değişen siyasi söylemi dolayısıyla artan güvenlik kaygıları; diğer taraftan DAEŞ’in Türkiye’nin içine kadar getirdikleri şiddet ortamı ile bölgesel ölçekte Türkiye karşıtı gelişmelerin artması üzerine Türkiye, hem iç hem de dış politikaya yönelik ‘oyun değiştirici’ bazı adımlar atmak zorunda kaldı. Son dönemde yaşanan gelişmelerle birlikte iç siyaset ile dış siyaset arasındaki karşılıklı etkilenmenin böylece yüksek düzeyini görmek mümkün hale geldi.

Türkiye, uzun süredir yürütmeye çalıştığı ekonomi ağırlıklı ve insani endişelere dayalı bölgesel siyasetine son vermek zorunda kaldı. Zaten, giderek kaotik bir hal alan Suriye iç savaşında gerçekleşmeyen beklentiler dolayısıyla yaşanan sıkıntılar, ülkenin güvenliğini tehdit eden gelişmelerin yaşanmasıyla Türkiye güvenlikçi bir tavır takınmaya başladı. Son dönemde ABD ile varılan mutabakat da Türkiye’nin bölgede değişen şartlara verilen tepkilerin bir sonucu olarak okunabilir.

Henüz yeterince netleşmemiş olmasına rağmen, yazılanlara ve konuşulanlara bakılırsa, ABD ile Türkiye arasında varılan mutabakata göre, Suriye’de birinci önceliği DAEŞ ile mücadele olan ABD hükümeti, Fırat’ın Batısında daha çok DAEŞ’in kontrolünde bulunan Cerablus ile Azez arasındaki bölgenin DAEŞ’ten arındırılmasını ve bölgenin Türkiye’nin beklentileri doğrultusunda Özgür Suriye Ordusu çatısı altındaki gruplara bırakılmasını kabul etti. İlaveten, Türkiye’nin ısrarı üzerine PYD’nin bu bölgeye girmesine izin verilmeyeceği garantisi verildi. Ancak, bu noktada, mutabakatın beraberinde getirdiği dolaylı etkiler üzerinde durmak gerekmektedir. Yani, ABD ile Türkiye arasında imzalanan mutabakatın dolaylı sonuçları nelerdir? Bundan sonra Ortadoğu hangi gelişmelere gebedir?

Eleştiri kaçınılmaz

Dünyanın en nüfuz edilebilir ve müdahaleye açık bölgesi olan ve bölgesel aktörlerin sık sık tavır değiştirdiği Ortadoğu konusunda konuşmak çok fazla dikkat gerektirdiğinden burada sadece bazı muhtemel paradoksal gelişmeler üzerinde durulacak ve elde verilerden hareketle kısa bir analiz yapılacaktır.

Bir kere, bölgede söylemsel bir muhalefet yapmaya çalışan Türkiye şimdilik bu söylemini rafa kaldırmak zorunda kaldı. Uluslararası koalisyonun operasyonlarıyla entegre bir siyaset izleyecek gibi duran Türkiye, Batı dünyasındaki menfi algısını ve karşıtları tarafından yürütülen olumsuz kampanyaların etkilerini izale etme şansı yakalaycaktır. İlaveten, bölgede yalnızlaşan Türkiye’nin yeniden geleneksel Batılı müttefikleriyle birlikte hareket etme imkânı elde edecek. İran-Batı, Suud-Rus, Katar-Rus ve Körfez-Suriye gibi herkesin herkesle görüştüğü bir ortamda Türkiye de ABD ile anlaşmaya vararak ulusal menfaatlerini azamileştirme siyaseti izlemek durumundadır.

Ancak, bunun yanında, 13 yıldır Türkiye’de iktidar olan AK Parti hükümetleri, bölgede ve küresel ölçekte bir muhalefet söylemini de rafa kaldırmak zorunda kalacaktır. Türkiye; BM’nin -özellikle Güvenlik Konseyi’nin- yapısının değişmesi talebi, ‘dünya beşten büyüktür’ kampanyası, Ortadoğu’da halkların meşru yönetimlere sahip olması ve demokrasinin yaygınlaştırılması, bölgesel tedrici değişim sürecinin devam ettirilmesi talebi ve Ortadoğu’da inisiyatif almak ve bölgesel bir güç olmak istemesi dolayısıyla Batı ülkeleriyle farklı düşmüş ve neticede arası açılmıştı. Ulusal güvenliğine yönelik tehditlerin artması üzerine bu küresel muhalefet konumunu terk ederek yeniden Batılı ülkelere yanaşmak durumunda kaldı. Bu durum, Batıcı ve sömürgecilerin müttefiki eleştirilerine yol açacaktır. Örneğin, bir kaç gün önce, koalisyon uçakları tarafından Atme’ye yapılan saldırıda DAEŞ değil, Ceyşus-Sunne ve en-Nusra hedefleri vuruldu. İncirlikten kalkan koalisyon uçaklarının vurduğu her hedeften sonra kaçınılmaz olarak Türkiye karşıtı bir eleştiri yapılacaktır.

Öncelikler değişecek

İkinci olarak, Türkiye, sadece insani politikaya / yumuşak güç unsurlarına dayanarak ve maliyetlere katlanmadan bölgede etkili olamayacağını gördü. Örneğin, küresel güçlerin devam eden etkinliği yanında İran’ın nasıl askeri, siyasi ve ekonomik imkânlarını seferber ettiğini müşahede ettik, ediyoruz. Türkiye, İran gibi riskler almadan etkili olmaya çalıştı, ancak mümkün olmadığı anlaşıldı. Türkiye, bugüne kadar haklı olarak Suriye iç savaşının bir parçası olmaktan kaçındı. Ancak, Suriye iç savaşında kendisine yönelik bazı saldırılara (uçağın düşürülmesi ve Reyhanlı saldırısı örneklerinde olduğu gibi) karşı etkili cevap vermeyerek caydırıcı gücünü zayıflattı. Sonucunda ise sınırdaki şiddet kullanan devlet-dışı silahlı aktörler Türkiye’yi tehdit eder hale geldi. Kısacası, Türkiye daha çok diplomatik ve siyasi bir söylemle ekonomik ve insani araçları kullanarak Ortadoğu’da etkili olmaya çalışması büyük bir ihtimalle olumlu bir şekilde sonuçlanmayacaktır. Bundan dolayı, daha fazla risk alması ve maliyetlere katlanması gerekecektir. Türkiye, bu riskleri ve maliyetleri ortak hareket ettiği devletler ve aktörler üzerinden azaltmaya çalışacaktır.

Üçüncü olarak, Suriye’nin başka bölgelerinde meydana gelen olumsuz gelişmelerin zamanında farkına varılamaması veya bunların uluslararası aktörlerin dikkatine sunulamamasının yol açtığı olumsuzluklardır. Bugün itibariyle Türkiye’nin ulusal menfaatlerini en çok tehdit eden iki aktör olan DAEŞ ve PYD’nin kısa süre içinde bu kadar etkili olmasını kimse beklemiyordu. Tüm dikkatin Esed rejimine verilmesi dolayısıyla Türkiye, bu örgütlere yönelik gerekli tedbirler almaya yeltenmedi. Bu durum, Türkiye ile Batının farklı tehditleri merkeze almasının bir sonucudur. Türkiye, Esed rejiminin düşürülmesini öncelerken, Batılı ülkeler DAEŞ’in engellenmesini öncelemektedirler.

Durum kalıcı değil

DAEŞ’in Batı için daha büyük bir tehdit olması / DAEŞ karşıtı tüm aktörlerin desteklendiği bir ortamda PYD’ye daha fazla alan açılması üzerine Türkiye, değişen şartlara uygun bir siyaset izlemeye başladı. Bir taraftan DAEŞ karşıtı mücadelenin etkin bir parçası olurken, diğer taraftan da PYD’nin meşrulaştırılmasını engellemek için çaba sarf etti: PYD’nin DAEŞ karşıtı olarak gördüğü işlevi anlamsızlaştırmak için, zaten DAEŞ karşıtı uluslararası koalisyonun bir parçası olan Türkiye, DAEŞ ile mücadeleye aktif olarak katılacağını bildirdi. Bu şekilde, koalisyonun PYD’ye duyduğu ihtiyaç ortadan kaldırılmış olacak.

Son olarak, ABD ile Türkiye arasında Esed sonrası Suriye ile ilgili olarak farklı tavırlar ve beklentiler söz konusudur. Aslında pek çok diğer farklılıkların temel nedeni de bu husustur. Türkiye, Esed sonrası dönemde Suriye halkının çoğunluğunun temsil edildiği aktörlerin belirleyici olmasını bekler ve savunurken, ABD ve diğer Batılı ülkeler, Arap Baharı sürecinde rejim değişikliği yaşayan diğer Arap ülkelerine de bakarak, daha kontrollü davranıyorlar. Özellikle kendi menfaatlerine aykırı olacak İslami grupların, ülke siyasetinde etkili olmasını istemiyorlar.

Batılı ülkelerin nazarında bütün İslami gruplar siyaseten benzer durumdadır, dolayısıyla hepsini radikal örgüt kategorisine sokarak ötekileştirmektedirler. Türkiye ise İhvan ve benzeri örgütlerin radikal ve şiddet yanlısı olmadıklarına, aksine demokratik yöntemlerden yana olduklarına dikkat çekerek bu ılımlı grupların otoriter rejimlere karşı savunulmasını istemektedir. Suriye sınırında alınan tedbirlerin başarısı biraz da Türkiye’nin, bu grupları Batılı ülkelere kabul ettirmesine bağlı görünmektedir. Türkiye’nin bu hususu dikkate alarak, Körfez ülkeleri başta olmak üzere bölgesel aktörleri de yanına alarak, Suriye muhalefetinin ana damarını temsil eden grupların meşruiyetlerini elde etmeleri sağlamaya çalışması gerekir.

Sonuç olarak, istikrarsız bir bölgede devletlerin siyasetlerini ve işbirliği yaptıkları ortakları sıklıkla değiştirdikleri bir ortamda Türkiye de, iç ve dış siyasetinde meydana gelen gelişmeler doğrultusunda bölgesel siyasetini yeniden şekillendirmek zorunda kalmıştır. Ayrıca, mevcut durumun kalıcı olmadığını da akıldan çıkarmamak lazım.

[email protected]