Türkiye-Avrupa Birliği normalleşmesi Kıbrıs'a nasıl yansır?

Prof. Dr. İsmail Şahin/ Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
4.08.2023

Erdoğan'ın “Avrupa Birliği'nde Türkiye'nin önünü açın biz de İsveç'in önünü açalım” sözleri, Türkiye-AB ilişkilerinde restorasyon işareti olarak yorumlanmıştı. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nde ise bazı çevreler Erdoğan'ın bu konuşmalarının Kıbrıs sorununa da olumlu yansıyacağını ileri sürüyor. Buna göre Ankara, BM tarafından kabul edilen, ABD ve AB tarafından da desteklenen siyasi eşitliğe dayalı, iki bölgeli, iki toplumlu federasyon tezi kapsamında müzakerelere yeniden geri dönecek. Peki bu Türkiye için mümkün mü?


Türkiye-Avrupa Birliği normalleşmesi Kıbrıs'a nasıl yansır?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Vilnius Zirvesi sürecinde Avrupa Birliği (AB)-Türkiye ilişkilerine yönelik yaptığı olumlu açıklamaların Kıbrıs'ta heyecanlı bir bekleyişe yol açtığı görülüyor. Erdoğan, NATO Zirvesi için Litvanya'nın başkenti Vilnius'a hareketinden önce, "bize verilen sözlerin tutulmasını istiyoruz. Önce Avrupa Birliği'nde Türkiye'nin önünü açın biz de İsveç'in önünü açalım" şeklinde bir konuşma gerçekleştirmişti. Erdoğan'ın bu ifadeleri, birçok uzman ve politikacı tarafından Türkiye-AB ilişkilerinde restorasyon işareti olarak yorumlanmıştı. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nde ise bazı çevreler (GKRY) Erdoğan'ın bu konuşmalarının Kıbrıs sorununa da olumlu yansıyacağını ileri sürüyor. Buna göre Ankara, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kabul edilen, ABD ve AB tarafından da desteklenen siyasi eşitliğe dayalı, iki bölgeli, iki toplumlu federasyon tezi kapsamında müzakerelere yeniden geri dönecektir. Bilindiği üzere 1968'den beri süregelen ve herhangi bir sonuç alınamayan Kıbrıs görüşmelerinde taraflar, en son 2017 yazında İsviçre'nin Crans-Montana kasabasında bir araya gelmiş ve burada da herhangi bir anlaşmaya varılamadan müzakereler sona ermişti. Başarısızlıkla sonuçlanan müzakerelerden dört yıl sonra taraflar Kıbrıs'ta kapsamlı bir çözüme ulaşılması hedefiyle BM öncülüğünde Nisan 2021'de İsviçre'de gayriresmi Kıbrıs Konferansı düzenlendi. Burada bir ilk yaşandı. Türk tarafı, Crans Montana'da federal çözüm perspektifinin tamamen çöktüğünü ve bundan sonraki müzakerelerin ancak egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm zemininde sürdürülebileceğini ileri sürdü. Türk tarafına göre federasyonu tartışmak artık sadece bir zaman kaybıydı. Bu nedenle yeni çözüm önerisi sahadaki gerçekliğe dayanmalıydı; o da bağımsız iki devletli çözümdü. Beklenildiği üzere Türk tarafının bu önerisi, Rum tarafınca kabul edilmedi. Ancak KKTC ve Türkiye de iki devletli çözüm önerisinden geri adım atmadı. Rum tarafı ve Yunanistan uzun yıllardır, Türkiye'nin AB üyeliğinde yol alabilmesinin ön şartı olarak Kıbrıs meselesinin federasyon tezi temelinde çözümünü şart koşuyor. Gelişmeler ve söylemler bundan vazgeçme ihtimallerinin son derece zayıf olduğunu gösteriyor. Zira geçtiğimiz pazartesi günü Güney Kıbrıs'ı ziyaret eden Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in Kıbrıs'ta federasyondan başka hiçbir öneriyi müzakere etmeyeceklerini yinelemesi, bu durumun değişmediğine en yakın ve en somut örnek. Peki siyasi bir öneri olarak sunulan federasyon modeli kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm için Kıbrıs'a uygun mu?

Kıbrıs'taki koşullar federal çözüme uygun mu?

Kıbrıs'ta iki toplum arasında kalıcı barış sağlamaya yönelik görüşmelerin üzerinden yarım asırdan daha uzun bir süre geçti. Bugüne kadar Birleşmiş Milletler himayesinde devam eden müzakerelerin hedef noktasını, siyasi eşitliğe dayalı, iki bölgeli, iki toplumlu federatif bir çözüm modeli oluşturdu. Buna göre, uluslararası kimliğe sahip bir federal devlet çatısı altında eşit statüye sahip Türk ve Rum kurucu devletleri yer alacaktı. Ancak bu siyasi önerinin, adada gerekli siyasal, tarihsel, coğrafi, kültürel ve toplumsal şartları sağlayıp sağlamadığı ciddi düzeyde pek fazla ele alınıp tartışılmadı. Başka bir ifadeyle, federatif hükümet ile kurucu devletlerin sorumluluklarının ve yetkilerinin anayasada sistemli bir şekilde kaleme alınması, adada kalıcı barış için yeterli mi? Öyle ki 1960-63 yılları arasında adada yaşanan tecrübe, anayasanın, yasaların ve hatta uluslararası antlaşmaların barışı sağlamada ne kadar yetersiz kaldığını göstermiştir.

Teknik açıdan federalizmin Kıbrıs'ta iki kurucu devlet ve iki halk arasında toplumsal güven inşa etmenin ötesinde siyasal açıdan herhangi bir denge fren sistemi yaratması olası görünmemektedir. Federal sistemlerin başarılı olabilmesi için üniter sistemi kabul etmeyen çoğulcu bir siyasi maziye sahip olunması önemlidir. Bu, zorunlu olmasa da ziyadesiyle gerekli bir durumdur. Daha açık bir ifadeyle, federalizmin arzu edilen birlik ve uyumu sağlayabilmesi için ortada çok sayıda parçaya ayrılmış bir toplum modeline ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda Kıbrıs'ta federalizme temel oluşturabilecek etnik çeşitlilik söz konusu olmadığı gibi kati şekilde bölgesellik arz eden bir toplum yapısından da pek söz edilemez. Bunun aksine adada, ulus devletin en katı şekliyle perçinleşmiş iki siyasi yapı bulunmaktadır. Bu iki siyasi mekanizmanın federal yapının bir tehdidi olarak yönetsel bölünme taraftarlığına kapı aralayacağı ve nihayetinde birleşmeden ziyade ayrışmaya dönük çözülmeci baskıları güçlendireceği çok açıktır.

Şayet adada Rum ve Türk nüfus kadar Ermeni ve Maronit nüfus var olsaydı, o vakit federasyon formülü gerçek anlamını bulabilirdi. Ancak böyle bir durumda, özerk yapıların korunması adına etkin bir merkezi güce duyulan ihtiyaç daha belirgin bir hale gelebilirdi. Fakat mevcut haliyle Kıbrıs'ta özerkliklerin korunması durumu, federatif çözüm sınırını çoktan aşarak ulusal örgütlenmesini tamamlamış bir evrededir. Ulusları bu evreden geri döndürmek oldukça güç bir iş olduğu gibi bir o kadar da tehlikeli bir girişimdir. Takip edilebileceği üzere federatif uygulamalar, tarihsel süreç içerisinde genellikle tek millet ve tek egemenlik kuralına dayalı merkezi idarenin üstünlüğünü esas alan üniter sistem yoluyla çözüme kavuşturulmayacak, güçlü bölgesel geleneklerin var olduğu, kültürel ve etnik farklılıkların kendini hissettirdiği, büyük coğrafyalarda iş birliği ve uzlaşmaya duyulan ihtiyacın bir ürünü olarak doğmuştur. Nitekim coğrafi, kültürel ve siyasi açıdan çeşitlilik gösteren bu tür toplumsal yapılarda, yerinden yönetim ve siyasal gücün uzlaşı temelinde paylaşılması oldukça önem arz eder. Daha öncesinde Kıbrıs'ta var olmayan bu şartların, kısmen 1974 sonrasında oluştuğu dikkatlerden kaçmamalıdır.

Ortak tehdit metaforu

Benzer biçimde federasyon tipi siyasal örgütlenmelerin, büyük bir dış tehdide karşı koymak üzere özerkliklerini korumak suretiyle bütünleşme sürecine girdikleri de görülür. Kıbrıs'ta böyle bir dış tehdit olmadığı gibi, her iki halk birbirlerini tehdit olarak tanımlamaktadır. Bu, psikolojik ve sosyolojik açılardan bir hayli tehlikeli bir vaziyettir. "Ortak dış tehdit" açığını kapatmak adına son yıllarda federasyon tezini savunanların Türkiye'yi hedefe koymaları ve bu çerçevede kampanyalar yürüterek Türkiye'yi "istilacı ve işgalci" güç olarak tanımlamaları hem "ortak tehdit" metaforu kapsamında hem de toplumsal bütünleşme bağlamında yanlış olduğu kadar temelsiz bir çabadır. Sonuç itibariyle, federasyon örgütlenmesinin koşullarını büyük ölçüde taşımayan Kıbrıs gibi küçük bir adada, yarım yüzyılı aşkın bir süre zarfında, adanın her iki yakasında yok edilemez siyasi güç alanlarının tesis edildiği siyasal ve toplumsal bir düzlemde, kalıcı çözüm için federasyon modelinde ısrar etmek gerçekçi bir çözüm önerisi olmayabilir. Şurası bir hakikat ki, mevcut koşullar altında Kıbrıs için en gerçekçi formül, bağımsız iki devlete dayanan çözüm önerisidir. Ancak bu öneri, uluslararası toplum tarafından henüz benimsenmemiştir. Uluslararası toplum siyasal gerçekliğe aykırı olsa da federasyon yanlısı olmaya devam etmektedir. Yazının ana sorusuna dönecek olursak, Türk tarafı iki devletli çözüm önerisinden vazgeçip tekrar federasyona döner mi? Kısa vadede böyle bir değişim pek muhtemel değil. Taraflar bir süre daha kendi tezlerinde ısrarcı olacaklardır. Yine de AB-Türkiye ve Türkiye-Yunanistan yakınlaşmasının Kıbrıs'a olumlu bir yansıması muhakkak olur. Fakat bu yansıma, adanın iki kesimi arasındaki siyasi, kültürel ve ekonomik diyaloğun iyileştirilmesinin ötesine geçecek düzeyde olmayacaktır.

[email protected]