Türkiye-BAE ilişkisinin anatomisi

Hamdullah Baycar / Yazar
5.02.2021

Son zamanlarda BAE'nin de dahil olduğu İsrail ve Katar normalleşmelerinden sonra BAE tarafından Türkiye ile de normalleşileceği sinyalleri geldi. Bu durumun karşılık bulup bulmayacağını önümüzdeki aylarda göreceğiz.


Türkiye-BAE ilişkisinin anatomisi

Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ilişkileri şimdiye dek hiç olmadığı kadar zıt bir dış politika ile karşı karşıyadır. Arap Baharı, Katar krizi, Akdeniz'de doğalgaz aramaları ve Libya bu anlaşmazlıkların sadece bazıları. 1971'de kurulduğunda bağımsızlığını sürdüremeyeceği nazarıyla bakılan ülke, hakkındaki kötümserliği bilmiş olacak ki yaşamak için büyük çabalar sarf etti. Özellikle içişlerine dokunulmasını engelleme amacıyla ilk önce emirlikler lehine olan güç dengesini Abu Dabi'ye yönlendirerek federal devletin gücünü pekiştirdi. BAE, dış politikasını da bu sürece paralel olarak kurguladı. Peki, yüzde 10-15'i vatandaş olan yaklaşık 10 milyon nüfuslu yedi emirlikten oluşan ve Abu Dabi'nin önderlik yaptığı federal devletin Türkiye ilişkileri geçmişte nasıldı, nasıl bir geleceği olabilir?

İlk dönemin baş ağrıları

Bağımsızlığı takip eden süreçte BAE kendi içinde (emirliklerin net olmayan sınırları) ve komşu ülkeleriyle ciddi toprak anlaşmazlıkları (İran ile adalar sorunu, Suudi ile Abu Dabi'nin sınır anlaşmazlığı, Umman, Suudi Arabistan ve Abu Dabi arasındaki El Buraymi toprakları üzerinde süren kavga) yaşadı. Buna ek olarak, babadan oğula geçen nispeten bir ideoloji kalkanından yoksun olan yönetim sistemi de BAE'nin ilk döneminin baş ağrıtan uğraşlarından biri oldu. Bir yandan Mısır'da Cemal Abdülnasır ile zirve noktaya ulaşan Arapçılık, diğer yandan İhvan ideolojisini benimsemiş gençlerin Arap dünyasına eğitim için yayılması ve bu ikisini eşit derecede etkileyen Filistin mevzusu... Yine 1979'daki İran İslam Devrimi'nden sonra da bu devrimin ihraç korkusu. Bütün bunlara ek olarak Saddam ve Kaddafi gibi güçlü liderler. Ancak henüz genç olan bu ülke kırılgan yapısını petrolün verdiği güç sayesinde ekonomik yatırımlar, dış yardımlar, diplomasi ve yumuşak güç marifetiyle önemli ölçüde aştı. BAE ile Türkiye arasındaki ilk dönem ilişkilerin de bu sürece paralel olduğu görülüyor.

İyi ilişkiler dönemi

BAE her ne kadar Britanya ve ABD'den güvenlik satın almaya devam etmişse de sadece iki ülkeye bağlı kalmayarak güvenlik kaynaklarını olabildiğince çeşitlendirmeye çalışmıştı. Müslüman nüfusa sahip ve Batı ile ittifakını NATO üyesi olmakla kanıtlayan Türkiye'ye de önem atfetti. Örneğin, 2004'teki ölümüne kadar Türkiye ile olumlu sayılabilecek ilişkiye sahip olan BAE'nin kurucu Cumhurbaşkanı Şeyh Zayid, Kenan Evren'e Birlik Nişanını takdim ettiği gezide Kenan Evren'in beraberindekiler arasında Türk askeri yetkililerin varlığı ve askeri ekipmanların temini konusunun gündeme gelmesi bunun bir göstergesi. Yine Kenan Evren ve Turgut Özal ile güçlü temasları olan Şeyh Zayid, Türkiye ile Arapların arasının Batılılar tarafından açıldığını da söylemekten çekinmediği gibi Evren'e Türkiye'nin tekrar şeriata dönmesi gerektiği gibi cesur sözler kullanmıştı. İki ülke arasındaki ilişki, Şeyh Zayid'in güvenlik merkezli dış politikasına karşın, Ankara'nın ekonomik merkezli ilişkiyle kazan-kazan ilkesi üzerine oturdu. Öyle ki, Milliyet gazetesi 2 Kasım 2004'te vefat eden Şeyh Zayid'i "Bir Türk Dostuydu" başlığıyla anmıştı.

Şeyh Zayid daha ılıman ve müzakereci bir figür olmasına karşın, oğullarının (resmi emir Şeyh Halife bin Zayid ve özellikle de ülkenin şu anki de facto lideri Muhammed bin Zayid) müdahaleci ve agresif iç/dış politikasının genel olarak dış politikayı özel olarak ise Türkiye ile ilişkilerine yansıması gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek. BAE ve Türkiye ilişkilerinin kötüleşmesi Şeyh Zayid'in ölümünden 6-7 sene sonrasına denk gelse de bu durumun sadece liderin kişiliğine bağlanması, resmin eksik görülmesine yol açabilir. Nitekim 2002-2009 arasında ekonomik kapasite yüzde 800 arttı, 9 milyar dolara ulaştı. İki ülkenin sıcak ilişkileri, 2013'e dek üst düzey ziyaretlerle devam etti. Ancak dostluktan düşmanlığa uzanacak bu ilişkinin seyri, ekonomik, askeri ve diplomatik etkisi giderek artan BAE'nin iç ve dış pozisyonunun değişimine paralel bir seyir izledi.

Ayrışmanın miladı

Tunus'ta başlayan ve domino etkisiyle tüm bölgeyi kısa sürede etkisi altına alan Arap Baharı, BAE'nin iç ve dış politika yapımında kritik eşik. Zira bu döneme kadar ideolojik ve insan kaynağı ihtiyacını Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslim'in) kadrolarıyla doldurmaya çalışan BAE, Tunus ve Mısır'da bu kadroların başa geçmesiyle risk ve tehdit algısını İhvan'a yöneltti. Nitekim Mısır'da ilk demokratik seçimle yönetime gelen Muhammed Mursi'nin darbe ile koltuğundan olmasında BAE'nin büyük paya sahip olması, Arap Baharı devrimlerini destekleyen Türkiye ile ilişkilerinde derin bir kırılma yarattı. Böylece, BAE neredeyse her konuda karşı safında yer aldığı Türkiye'yi tarihsel ve güncel olarak hedef tahtasına koymaya başladı.

Hafter'e maddi ve askeri destek

Ancak BAE'nin dönüşen reaksiyonu sadece Türkiye'nin İhvan'ı ve Arap Baharı'nı desteklemesiyle açıklanamaz. Turizm, dizi ve medya sayesinde Arap kamuoyunda daha çok tanınan ve demokratik sistem ve Müslüman olmanın örneği olarak görülmeye başlanan Türkiye'nin Körfez ve diğer Arap ülkelerine rol model olma endişesi de bunda etkili oldu. Nitekim mezkûr motivasyonların tetiklediği iki ülke arasında Mısır ile başlayan anlaşmazlıklar kısa sürede Tunus, Libya ve Suriye'ye de yansıdı. Özellikle son dönemlerde Türkiye, Libya'da BM tarafından meşru kabul edilen Ulusal Mutabakat Hareketi hükümetiyle sıcak ilişki sürdürürken, BAE'nin Halife Hafter milislerini askeri ve ekonomik olarak desteklemesi taraflar arasındaki ayrışmanın geldiği seviyeyi göstermesi açısından önemli.

Öte yandan, kısa süre önce çözüme kavuşturulan Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve BAE'nin üç buçuk yıldır Katar'a uyguladığı abluka da Türkiye-BAE ilişkilerinin seyrinin kötüleşmesinde dönüm noktalarından biri. Zira fikir babasının Suudi Veliaht Prensi ile birlikte Abu Dabi Veliaht Prensi'nin olduğu bilinen krizin sonlandırılması için sunulan ve içerisinde Türk askeri üssünü kapatması ve İhvan destekçiliğinden vazgeçilmesi gibi şartların olduğu 13 maddelik dayatma ile hava, deniz ve kara ablukası uygulanmasına rağmen, Türkiye'nin Katar'a kısa sürede gıda, diplomatik ve siyasi destek vermesi, BAE'de geleneksel ve sosyal medyanın hedefi oldu.

Sınır ötesine taşınan mücadele

Tunus, Suriye, Mısır, Libya ve Katar'da zıt kutuplarda konumlanan BAE'nin, Türkiye ile mücadele alanı sadece Arap ülkeleri ile sınırlanmadı. Türkiye'nin dış yardımlarda kendini en çok gösterdiği Somali'de BAE, Türkiye ile etki mücadelesine girişti. Zira Türkiye oldukça büyük bir askeri üsse sahip olduğu ve 1 milyar dolardan fazla yatırım ve yardımda bulunduğu merkezi hükümetle iyi ilişkilere sahipken, BAE merkezi hükümet ile problemleri olan özerk bölge Somaliland ile temas kurmaya, merkezi hükümetin egemenlik alanına müdahaleye çalışıyor. Genel olarak Türkiye'nin Afrika'daki (Sahel ve Sahra bölgelerindeki) varlığından rahatsızlık duyan BAE'nin duruşu, BAE merkezli think tank'lerden Emirlik Politika Merkezi'nin yayınlarında görülebilir.

BAE'nin Türkiye ile sınır ötesine taşıdığı mücadelenin önemli örneklerinden biri de Doğu Akdeniz. Zira Libya duruşuna paralel olarak BAE, Akdeniz'de de Türkiye'nin karşı kutbunda yer alarak Türkiye'nin tanımadığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve onların müttefiki olan Yunanistan ve Fransa ile ciddi ilişkilere girerek gerek askeri gerekse de gaz ve diğer siyasi olaylarda ortak duruş sergiledi. Her ne kadar gaz arama gibi maddi getirisi olan alanlarda rekabet reel politik olarak algılanabilecekse de Rum Kesimi ile yapılan askeri tatbikatın salt ulusal çıkarlarla açıklanamayacağı aşikâr.

En iyi savunma taarruz mu?

Türkiye, Arap coğrafyasında ve bölgenin dışında BAE ile zıt kutupta yer alsa da gerilimin ilk dönemlerinde bu ayrışmaları ikili ilişkilere yansıtmak istemedi. Nitekim Nisan 2016'da BAE'ye ziyarette bulunan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, anlaşmazlıkların çözüldüğü ve ortak zeminde buluşmak üzere Türkiye-BAE ilişkilerinde yeni sayfa açıldığı yönündeki ifadelerine rağmen, ilişkiler daha da kötü bir aşamaya girdi. Özellikle de BAE'nin 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminde rolü olduğuna dair istihbarat bilgileri medyaya sızarken, Türkiye aleyhine lobicilik haberleri ayyuka çıkmaya başladı. Aralık 2017'de Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed, bir Osmanlı Paşası olan ve Türkiye'de Medine Fatihi olarak tanınan Fahrettin Paşa'yı hırsız olarak niteleyen bir paylaşım yaptı. Bu paylaşım sonrası Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan tepki gecikmedi. Bu durum aynı zamanda kapalı kapılar arkasındaki suçlamaların kamuoyuna yansımasının miladı oldu.

BAE sadece Türkiye karşısında değil bütün dış politikasında bu denli proaktif ve müdahaleci bir yol izliyor. Maceraperest motivasyonla yapılmış olmayacağı düşünülen bu yeni dış politika anlayışının 'en iyi savunma yönteminin taarruzdan geçer' stratejisine dayandığı değerlendirilebilir. Nitekim BAE, artık yukarıda zikredilen ilk dönem risk ve tehditlerle değil Arap Baharı benzeri tehdit ve risklerle karşı karşıya. Muhammed bin Zayid ve yönetim bu risklerin, başka ülkelerde de olsa bertaraf edilmesi gerektiğine inanıyor.

Son zamanlarda BAE'nin de dahil olduğu İsrail ve Katar normalleşmelerinden sonra BAE tarafından Türkiye ile de normalleşileceği sinyalleri geldi. Bu bağlamda Dışişlerinden sorumlu bakan Enver Gargaş, Türkiye ile BAE arasında ciddi bir sorun olmadığını ve Türkiye'nin İhvan'a verdiği desteği kesmesi halinde ilişkilerin düzelebileceğini verdiği demeçte belirttiyse de bu durumun karşılık bulup bulmayacağını önümüzdeki aylarda göreceğiz. Gerek Türk firmalarının BAE'de gerekse de BAE firmalarının Türkiye'de ciddi fırsatları varken Covid-19'un neden olduğu daralma ve Trump'ın yeniden seçilememesi gibi faktörler düşünüldüğünde normalleşme motivasyonlarının yüksek ancak girişimin zayıf kaldığı görülmektedir. Olası bir normalleşmenin her iki ülke için 'kazan kazan' ilkesi üzerine olacağı aşikârdır. Nitekim bunun kazanımları arasında Dubai'de yapılması planlanan ve Covid-19'dan dolayı ertelenen Expo-2020'nin daha canlı geçmesi, her iki ülkede önemli sektörler olan turizm ve inşaat alanında işbirliği ve karşılıklı ziyaretlerin artışı, bulunmakta. En nihayetinde BAE'nin varlık fonlarının Türkiye'ye direkt yatırımları ile hem Türkiye'ye yabancı yatırımın gelmesi hem de BAE için uzun süredir dış yatırımlarda çeşitlilik ile petrol sonrası ekonominin çeşitlendirilmesi gibi faydaları da olacak.

[email protected]