Türkiye’de İslamcı aktörlerin dönüşümü

Dr. Mehmet Özkan - SETA Dış Politika Araştırmacısı
30.11.2013

Türkiye’de siyasal sistem dönüşürken ana siyasal aktörlerin dönüşmemesi elbette düşünülemez. Her ne kadar Türkiye’de son on yılda siyasal karar alıcı kadronun İslami bir geçmişten gelmesi hep konuşulsa da bu hiçbir zaman detaylı bir analize tabi tutulmadı. Bunun temel olarak iki sebebinden bahsedilebilir. Bir tanesi dışarıdan bu siyasal aktöre bakanların hep toptancı bir yaklaşımla olaylara yaklaşması ve bunun sonucu olarak nüanslara, iç sorunlara ve yaşanan içsel dönüşüme kayıtsız kalmalarıydı. İkinci temel sebep ise bu siyasal aktörün entelektüel kesiminin büyük oranda siyasete angaje olması sonucu kendi içlerine yönelik uzun soluklu bir analiz yapmaya vakit ve ilginin kalmamasıydı. Her iki tarafın da kendi bulunduğu konum icabı rüzgârın ana akıntısına uygun analizler yapması sonucu Türkiye hakkında son yıllarda çok fazla yayın çıkmasına rağmen aslında analiz düzeyi önceki dönemlere göre zayıf kalmıştır.


Türkiye’de İslamcı aktörlerin dönüşümü

Özellikle son dönemde dershane çerçevesinde ortaya çıkan İslami siyasal aktörler arasındaki iç tartışmaların daha net gösterdiği gibi, artık son on yılın bir muhasebesini yapmak hem bir gereklilik hem de bir ihtiyaçtır. Bu sebeple üç kilit seçimin yapılacağı önümüzdeki dönem arifesinde siyasal süreci daha sağlıklı okumak için yeni bir yaklaşım gerekmektedir.

Son on yıllık siyasal iktidar tecrübesine bakılınca Türkiye’de ana damar İslami siyasal akımın üçe bölündüğünü söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Bugün artık cemaat dışarıda tutulursa ün tane farklı İslami siyasal aktör ve zihniyet oluşmuş durumdadır. Her ne kadar siyaset üstü ortak yaklaşım ve çıkarlar bu farklılıkları su ana kadar kapatmış olsa da, önümüzdeki süreçte bu farklılıklar hem daha da belirginleşecek hem de siyaset yapımında önemli mihenk taşlarından birisi olacaktır.

Bu üç zihni yapıyı kabaca Ankara İslamcılığı, İstanbul usulü ve Anadolu mütevazılığı olarak isimlendirmek mümkündür. Ankara normalde hiçbir zaman İslami siyasal hareketin ana damarlarından birisi olmamıştır ama on yıllık siyasal iktidar sonrası genelde İstanbul’dan şehre gelen ve yerleşen yeni Ankaralı sınıf Ankara İslamcılığı denilebilecek bir zihniyet, yaklaşım tarzı ve siyasetin gelişmesine yol açmıştır. Bu grubun ana özelliği iktidar olmaları dolayısıyla hergeçen gün artan bir şekilde muktedir bir dil kullanmaları ve bunun doğal sonucu olarak hem itaati öncelemeleri hem de eleştiriye daha az tahammül göstermeleridir.

Özellikle son dönemde dershane çerçevesinde ortaya çıkan İslami siyasal aktörler arasındaki iç tartışmaların daha net gösterdiği gibi, artık son on yılın bir muhasebesini yapmak hem bir gereklilik hem de bir ihtiyaçtır.
Askeri vesayetin kırıldığı, yeni siyasal dinamiklerin oluştuğu Türkiye’de İslami tandanslı grupların üreteceği siyaset tarzı büyük oranda önümüzdeki yıllarda ülke siyasetinin ana omurgasını oluşturacaktır.

Daha çok siyasal ihtiyaçlar icabı pratik olmayı, pratik çözümü önceleyen bu grup her ne kadar siyasal iktidara hâkim olsa da entelektüel olarak aslından bir fakirleşme yaşamaktadır. Bu fakirleşmenin ana sebebi pratiğin teorinin en az on yıl ileriden gitmesi ve bunun anlamlandırmak için eski yaklaşımların artık anlamsız hale gelmesidir. Ankara’da oluşan bu yeni grup her ne kadar pratikte kazandıkları tecrübe ve deneyimleri teorik anlamda izah etmenin sancısını yaşasa da, gerek çok hızlı akan süreç gerekse zaman darlığı bu sancıyı gidermeye yetmemektedir. 

 

Son on yıllık siyasal iktidarın oluşturduğu ikinci grup İstanbul usulü siyaset tarzıdır. Aslında bu tarz ne yeni ne de derinliksizdir. İstanbul eskiden beri keskin, iddialı ve yer yer gerçeklerin değil hayallerin ve hülyaların öne çıktığı bir siyasal aklın merkezidir. İstanbul hep var olandan daha fazlasını ister, arzular ve ona göre siyaset üretmeye çalışır. Bir nevi mümkünü değil hep ideali arar. Bu arayış özellikle İslamcılık dâhil birçok fikirsel ve ideolojik merkezinin İstanbul olmasına yol açmış ve siyaset yapma tarzı bu minvalde ilerlemiştir. İslami siyasal aktörler iktidarda değilken eleştirel yönüyle ve keskin tavırlarıyla öne çıkan İstanbul’daki İslami siyasal aktörler, Ankara’da siyasal iktidarın kendilerine yakın bir gruptan olması dolayısıyla sorunlar yaşamaktadır. İstanbul eski sivri ve keskin dilini kullandıkça hem kendisinimarjinalleştirmekte hem de Ankara’daki eski dava arkadaşları tarafından daha az dikkate alınmaktadırlar. İstanbul’daki birçok sivil toplum örgütü ya da fikirsel hareketlerin bugün “Ankara artık bizi kale almıyor” ya da “dinlemiyor” feryadının arkasında Ankara’da yeni oluşmuş iktidar diline göre keskin bir siyasal üslup kullanması gelmektedir. İstanbul’un son on yıldaki ironisi, kendisinin beslediği, büyüttüğü, desteklediği ve Ankara’ya gönderdiği yeni İslami siyasal sınıfın artık kendisini dikkate almaması ve çoğu zaman görmezden gelmesidir. Artık muktedir bir dil ve üslup takınan Ankara için İstanbul sorun yaratma potansiyeline sahip, marjinal dil kullanan ve yer yer de Ankara’yı zor durumda bırakan bir siyasal aktör konumuna gelmiştir. Bu durum eski derin dostluklara rağmen ortak bir siyaset yapma tarzını zorlaştırmakta ve yer yer söylem üstünlüğünün ya da söylemsel otoritenin kimde olduğu/olması gerektiği tartışmasına yol açmaktadır. 

İki siyaset tarzı: Ankara-İstanbul

Son on yıllık siyasal iktidar dönemimde üçüncü damarı oluşturan ve aslında en büyük dönüşüm yıllardır İstanbul’da gelen bilgisel ve fikirsel destekle yaşayan ve göreceli olarak mütevazı fakat sadık bir grup olan Anadolu’da yaşanmıştır. Anadolu son on yıllık siyasal iktidar sürecinde kendisini dünyaya her anlamda açmış ve artık Ankara-İstanbul abiliğine ihtiyaç duymamaktadır. Anadolu biraz da hiç anlamadığı Ankara-İstanbul arasındaki tartışmalardan habersiz bir şekilde iki şeyi kendisine misyon edinmiştir. Bunlardan bir tanesi sürecin sekteye uğramaması adına Ankara-İstanbul hattını siyaseten desteklemek, bir diğeri ve belki de en önemlisi ise kendi çapında sivil toplum kuruluşları ve iş dünyasıyla dünyayı keşfe çıkmasıdır. Anadolu bir nevi kendince mütevazı bir şeklide bir siyaset tarzı geliştirmekte ve dünyaya yönelik olarak yeni bir bakış açısı geliştirmeye çalışmaktadır. Bu keşif ne Ankara’nın siyasal anlamda makul olma ihtiyatını ne de İstanbul’un fikirsel idealizm anlamında iddialı yaklaşımına sahiptir. Anadolu her zamanki gibi derinden akan unsurlarıyla bir siyaset tarzı geliştirmektedir. 

Bugün Türk siyaseti açısından bu üç zihni yaklaşımın amaçları aynı olsa bile siyasal dili, yaklaşım tarzı ve doğal olarak aksiyon tarzı birçok farklılıklar göstermektedir. Siyasal dil anlamında Ankara daha muktedir ve kontrolü ele alan bir dil kullanırken;İstanbul keskin, eleştirel ve idealizm kokan dilinden hala vazgeçmemiştir. Anadolu ise mütevazılık dışında ne iddialı bir dil kullanmakta ne de Ankara’nın devlet refleksleri gereği aşırı kontrolcü bir eğilime sahiptir. Anadolu’nun dilini en iyi ifade eden şey çok iş yapan ve az konuşan bir vücut dilinden ibarettir. İslami grupta oluşan bu üç farklı zihni yaklaşım, siyaset yapım tarzı açısından da farklılıklar göstermektedir. Ankara daha kontrollü gitmeyi yeğlerken, İstanbul sorunların özüne inip çözmeyi önermektedir. Anadolu ise olayların gelişimine göre itidal ve ideal arasında orta yolcu bir yaklaşım göstermektedir. 

Son on yılın oluşturduğu bu üç ana akıma bir de siyaset yapma tarzı olarak ekstra denilebilecek bir başka grup daha eklenebilir: Gülen Cemaati. Bu grup ana akıma göre siyasete sonradan katılsa da daha çok yukarıda bahsedilen üç tür tarzın bir karışımı da denilebilecek bir tarz ve dil geliştirmiştir. Gerektiğinde İstanbul kadar girişken, Ankara kadar kontrollü ve Anadolu kadar mütevazı olabilen bu hareketin en büyük sorunu artık bu üç farklı yaklaşım tarzından birisinin cemaat içinde ana damar olmak istemesidir. Hem hareketin yapısı ve büyüklüğü hem de yıllardır biriken tecrübesi, bu hareketin üç tarzın hiçbirisinin tek başına kaldırabileceği bir yapı değildir. Bunun doğal sonucu olarak ad hoc bir siyaset tarzı üreten ve konu ve olaya göre birbirinden son derece farklı siyasal yaklaşım tarzı üretebilen Gülen cemaati için en temel mesele var olan üç tarzı mecz eden ve içiçe geçirebilen bir tarzın geliştirilmesidir. Hem gücü hem de en zayıf noktası bu olan hareketin her geçen gün siyasallaştığı son dönemde, hareketin kendi içindeki farklılıkları eritmesi zor olacak ve belki de siyaseten etkisini yitirecektir. 

Erdoğan Köşk’e çıktığında...

Askeri vesayetin kırıldığı, yeni siyasal dinamiklerin oluştuğu Türkiye’de artık İslami tandanslı grupların üreteceği siyaset tarzı büyük oranda önümüzdeki yıllarda ülke siyasetinin ana omurgasını oluşturacaktır. Dolayısıyla toparlayıcı bir lider olan Erdoğan’ın muhtemel köşke çıktığı bir senaryoda yukarıda bahsettiğim siyaset yapma tarzlarının siyaseti şekillendirmek adına ciddi bir rekabet içine girmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu süreçte Ankara için temel sorun diğerlerine üstten bakan ve her şeyi kontrol etmesi gerektiğini düşünen bir hissiyatın derinleştirmesi; İstanbul için temel sorun ise güç merkezi olan Ankara ile sağlıklı iletişim kuramaması ve üslup anlamında radikal ve keskin eleştirel bir dili terk edememesidir. Sonuçta süreçte her zamanki gibi ana direksiyonda Ankara-İstanbul hattı otursa da bunu siyasal, sosyo-ekonomik ve insan gücü anlamında destekleyecek ana gövde hala Anadolu’dur. Ve belki de Anadolu, Ankara-İstanbul arasındaki gelgitleri her zamanki gibi biraz ilgisiz biraz da endişe ile izleyecek ve seçimlerde yine kendince makul bulduğu grubun önünü açacaktır. Ne olacağını anacak zaman gösterecek olmakla beraber Türk siyasetini yakından izleyenler, sadece görünen siyasal aktörlere değil artık aktör-içi gelişim ve dönüşümlere daha duyarlı olmalıdır. Bu durum İslami aktörler için geçerli olduğu kadar Kürt siyaseti, milliyetçiler ve CHP için de geçerlidir. Artık siyasette aktörlerin içe dönük tartışma ve dönüşümleri ana eksenler kadar önemli hale gelmiştir. Bu durum büyük ihtimalle önümüzdeki on yılda siyasetin en temel belirleyicilerinden birisi olacaktır. 

[email protected]