Türkiye’de kültürel apartheid rejimi

Dr. Oğuzhan Bilgin / Gazi Üniversitesi
1.07.2017

Gezi süreciyle birlikte dozunu artıran aşağılayıcı, çirkin söylemle birlikte pek çok şahsi ilişki bozulmuş, arkadaşlıklar bitmiş, tehdit, hakaret, nefret söylemi ve mezhepçi/cinsiyetçi içerikle kültürel apartheid rejimi tahkim edilmiştir. Bu tahkimatın en çok acısını çekenler de beyazların ‘kendinden’ bildiği Hülya Koçyiğit gibi kendini kültürel hayatta ispatlamış zirvedeki isimlerdir.


Türkiye’de kültürel apartheid rejimi

Geçtiğimiz hafta ünlü sanatçı Hülya Koçyiğit’in Hürriyet Gazetesi’ne verdiği mülakat Türkiye’de kültürel iktidar sahiplerinin geleneksel linç şenliklerinden birine daha şahitlik etmemize sebep oldu. Koçyiğit, geçirdiği kanser hastalığı ve sonrasında gördüğü tedavi sonrasında Hürriyet Gazetesi’ne söyledikleriyle Ak Parti’nin 2002’den beri özgürlükler alanında yaptıklarından övgüyle bahsetmiş, CHP’nin adalet yürüyüşüne destek vermediğini anlatmış, “Gazeteciler hapse atılıyor” kampanyasının yanlışlığına değinmiş ama bütün bu konular hakkında konuşurken son derece naif, nazik ve uzlaşmaya açık bir üslup kullanmıştı. Ama bu naiflik bile onu ünlü veya ünsüz binlerce kişinin sosyal medyadaki hakaretinden, aşağılamasından, sövgüsünden, cinsiyetçi yaftalamasından, mezhepçilikten, toplu nefret söyleminden ve sağlık durumuyla ilgili akla hayale gelmeyecek çirkinlikteki sözlerden kurtarmaya yetmedi. Ne de olsa kültürel iktidar için suçu büyüktü: Muhafazakar siyasal iktidarı biraz da olsa övmek.

Star Açık Görüş’te 26 Kasım 2016’da yayınlanan “Kültürel İktidarın Adı Var!” başlıklı yazımda ‘kültürel iktidar’ kavramı ile ilgili teorik bir çerçeve çizmeye çalışmış, diğer iktidar biçimleri ile olan ilişkisini, oluşum sürecini, rıza üretimini sağlama yöntemlerini, karşı-iktidar teşebbüsleri ile olan mücadelesini, tarihsel olarak kültürün tüm unsurları üzerinde nasıl yapısal bir hegemonya inşa ettiğini analiz etmiştim. Nitekim daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu kavramı gündeme getirmesiyle birlikte konu daha popüler ve yaygın biçimde tartışılmaya başlandı. Lakin Türkiye’de kültürel iktidarla ilgili yapılan tartışmalarda bugüne kadar fazla gündeme gelmeyen husus kültürel iktidar sahiplerinin kendi kültürel sınıflarının dışında kalan kesimlere yönelik son derece tuhaf algı ve etiketleme biçimleri, simgesel şiddeti de içeren, dünyada eşi benzeri olmayan söylemsel kodlama, jargon ve etkileşim kurma yöntemleridir.

Dünyanın her toplumunda, gelişmişlik düzeyi, coğrafi ve kültürel aidiyeti ne olursa olsun mutlaka teşekkül etmiş bir kültürel iktidar bulunmaktadır. Bu kültürel iktidar zaman zaman siyasal iktidarla uyumlu, bazen de çelişkili toplumsal aktörlerin elinde bulunabilir. Söz gelimi ABD’de bugün itibariyle hegemonik olan kültürel aktörler Trump yönetimi ile büyük bir çatışma yaşar ve bu çatışma Trump’a büyük sorunlar yaşatırken benzer bir durum Obama döneminde yaşanmamış, Obama iktidarı medya, entelektüeller, sanatçılar ve tüm popüler kültür figürleri ile önemli bir bütünleşme oluşturmuştur. Yine aynı şekilde ABD ve Avrupa’nın birçok ülkesinde Yahudi lobilerinin gücü nedeniyle İsrail eleştirileri etkisizleşmekte, Filistin’i resmen tanıma planları sürekli ertelenmekte, bunlar anti-semitizm suçlaması ile bertaraf edilmektedir.

‘Çomarlar’

Batı’da kültürel iktidar dışı toplumsal gruplar ve kişiler, konjonktür ne olursa olsun, hiçbir zaman Türkiye’deki gibi bir toplumsal kodlamayla, sembolik şiddetle, ayrımcılıkla karşı karşıya kalmaz. Mesela farklı siyasal tercih sahiplerinin Türkiye’de olduğu gibi karikatür dergilerinde ve sosyal medyada yaygın adlandırmayla ‘çomar’ olarak tanımlanması kimsenin aklının köşesinden geçmez. Yine muhafazakarlığın veya Ak Parti’yi desteklemenin “cahillik”, “yalakalık”, “satılmışlık”, “tecavüzcülük”, “fakirlik”, “makarnacılık”, “yobazlık”, “tipsizlik”, “gerizekalılık”, “eğitimsizlik”le (bu etiketler on binlerce sosyal medya kullanıcısına ve karikatür dergilerine aittir) ayan beyan etiketlenmesi ve üstelik bunun utanmadan kamusal alanda seslendirilmesi gibi bir durumu modern demokrasilerde ve nefret suçunun büyük bir suç olduğu konusunda tartışmasız bir uzlaşmanın olduğu hukuk devletlerinde tahayyül etmek bile mümkün değildir. Ayrıca bu, bugüne özgü bir durum da değildir, geçmişte benzer aşağılama biçimlerinin Özal döneminde ANAP seçmeni için ve yine koalisyon ortağı olduğu dönemde MHP ve ülkücüler için yapıldığı unutulmamalıdır.

Yine unutulmaması gereken yukarıdaki simgesel şiddet ve etiketleme biçimlerinin bireysel hakaret düzeyinin ötesinde aynı anda on binlerce sosyal medya kullanıcısının, Hülya Koçyiğit örneğinde de görüldüğü üzere, gündemdeki belli bir şahıs özelinde toplumun çoğunluğunu oluşturan milyonları tarif etmek için kullanılması ve bu söylemin bir şekilde kamusal alanda çekinilmeden, tereddüt edilmeden normalleştirilip kurumsallaştırılmasıdır.

Burada kurumsallaştırılan durum, şu hayata bir İngiliz, Fransız veya Yunanlı olarak gelemediği için büyük bir kızgınlık yaşayan, bunun ezikliğiyle kendini Batıcı kültürel normlarla kolonyalist beyaz efendi, toplumun geri kalan büyük çoğunluğunu da Amerika’daki Kızılderili,  Güney Afrika’daki siyahi yerine koyan bir zihniyet dünyası ile alakalıdır. İşte bu nedenle kültürel anlamda“Türk olma” halinden müthiş rahatsızlık duyduğunu gösteren bu kesimin literatürde “Beyaz Türk” olarak tanımlanması da yanlıştır. ‘Beyaz’ zihniyet dünyasında Batılı kültürel kodlara sahip olmayan, kendi tarihi, kültürel, dini ve milli değer yargılarından ve kimliğinden memnun yerliler (bu örnekte sıradan Müslüman Türkler) kültürel kast sistemi gereği doğuştan eksik, ikinci sınıf ve gayrı-medenidirler. Eğitim seviyeleri, meslekleri, tüketim alışkanlıkları, gelir seviyeleri, hobileri ve dış görünüşleri ne kadar üst seviye olursa olsun Robinson Crusoe–Cuma ilişkisine benzer üstenci dil hiçbir zaman değişmez. Ve hatta kültürel iktidarın muhafazakârlar içinden zamanla asimile ettiği figürlere bile yeri geldiğinde nereden geldikleri, ötekilikleri hatırlatılır, hadleri bildirilir.

Zizek’e göre “Bizim gibi olun” talebi açıkça “Öteki gerçekten bizim gibi olmaya muktedir değildir” i vaaz etmekte ve bu anlayış “Ötekiler bizim seviyemize gelmemeli, gelirlerse hayat tarzımızı koruyamayız” gibi bir kültürel apartheid yaratmaktadır.

Kin ve nefret seferberliği

Söz konusu kültürel apartheid rejiminde beyaz, Batıcı, self-kolonyalist/mandacı efendilerin yakın zamana kadar karşılarında daha çok taşralı, yoksul, eğitim seviyesi daha düşük Anadolu halkının bulunması onların fütursuz cüretlerinin sebebi olabilir. İşte bu yüzden öteki siyasi ve toplumsal cephenin aktörü olup da sembolik ve kültürel sermayesi nedeniyle aşağılayamadığı karşı kültürel elitleri gördüklerinde büyük bir seferberlikle linç mekanizması çalışmaya başlamakta, eğitim, gelir, görgü, entelektüel, dış görünüş seviyesini aşağılamakta zorlandığı kişilerin de ancak “satın alındığı” veya “yalakalık” için Ak Parti’yi/ muhafazakarlığı desteklediğini söyleyebilmektedirler. İşin garip yanı buna samimi bir şekilde inanmalarıdır.

Nitekim sık sık Sünni Müslümanlar’a ettiği mezhepçi hakaretlerle tanınan eski bir CHP Milletvekili, Hülya Koçyiğit’in son röportajından sonra şu sözleri paylaştı: “Böyle konuşmasının sebebi ya tehdit almasıdır ya da maddi çıkarının olmasıdır. Üçüncü bir seçenek yok.”

Gezi süreciyle birlikte dozunu arttıran aşağılayıcı, çirkin söylemle birlikte pek çok şahsi ilişki bozulmuş, arkadaşlıklar bitmiş, tehdit, hakaret, nefret söylemi ve mezhepçi/cinsiyetçi içerikle kültürel apartheid rejimi tahkim edilmiştir. Bu tahkimatın en çok acısını çekenler de beyazların ‘kendinden’ bildiği, daha çok kendi kültürel sınıfına ihanet edip ve kültürel iktidara meydan okuduğunu düşündüğü Hülya Koçyiğit gibi toplumun büyük kesiminin hayranlığını, sevgisini ve sempatisini kazanmış, kendisini kültürel hayatta ispatlamış zirvedeki isimler olmaktadır.

[email protected]