Türkiye’de mizah dogmatik ve toplumla kavgalı

Hale Kaplan Öz / [email protected]
10.12.2016

Türkiye’de Mizah Dergileri Kültürel Hegemonya ve Muhalefet raporunu hazırlayan Sertaç Timur Demir dünyanın hiçbir yerinde kültürel ve sanatsal cenahın kendi varlığını tayin eden devleti ve beraber yaşadığı milletiyle bu denli kopuk ve kavgalı olmadığını söylüyor.


Türkiye’de mizah dogmatik ve toplumla kavgalı

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından yayınlanan Türkiye’de Mizah Dergileri Kültürel Hegemonya ve Muhalefet raporu, Tanzimat’tan bugüne mizah yayıncılığının yerleşik ideolojik kodlarını çözümlüyor. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sertaç Timur Demir tarafından geniş ölçekli bir arşiv taraması sonucu hazırlanan rapor, siyasi tarihimizin kritik evrelerinde mizahın üretim sürecine dair önemli veriler sunuyor. Özellikle AK Parti hükümetleri süresince mizah dergilerinin takındığı muhalif tutum ve bu tutumun ilkeli mi yoksa ideolojik mi olduğu sorusu raporun ana izleklerinden.

l “Türkiye’de Mizah Dergileri Kültürel Hegemonya ve Muhalefet” raporunun çıkış noktası neydi?

Öncelikle iktidar kavramı gündelik hayatta yalnızca güncel siyasete indirgenmekte. Oysa iktidar ilişkilerinin kültürel ayağı çok daha köklü etkilere sahip. İktidar olup muktedir olamamak arasındaki ince çizgi de esasında burada gizli. Halkın desteğini arkanıza alarak seçimler kazanırsınız fakat örneğin basına, üniversiteye ve sanata nüfuz edemezsiniz. En kritik köşe başlarının sizden önce ve size rağmen yerleşik bir şekilde tutulduğunu görürsünüz. Biz de raporda, ülkenin otorite savaşlarına çok yakın bir tanıklığa ve temsiliyete sahip olduğu için mizah dergilerini ele aldık.

l Nasıl bir yol izlediniz raporu yazarken? Hangi dönemleri yakın planda incelediniz?

Meseleyi Tanzimat’la başlatıp, İttihat ve Terakki, Atatürk, İnönü, Menderes ve sonrasındaki tarihi kırılma noktalarıyla devam ettirerek özellikle AK Parti’nin iktidar olduğu 2002 sonrasına odaklandık. Bu amaçla, parti kapatma davalarından terör saldırılarına, açılım politikalarından uluslararası ilişkilere, Gezi’den 15 Temmuz’a, AK Parti hükümetleri süresince yaşanan gerilimli süreçleri Leman, Gırgır, Penguen ve Uykusuz gibi popüler mizah dergileri üzerinden inceledik. Bu noktada dergilerin kapaklarına yoğunlaştık. Objektif bir değerlendirme yapabilmek için olay ayrımı yapmaksızın Tanzimat sonrası tarihi kırılma noktalarında dergilerin nasıl refleks gösterdiklerini anlamaya çalıştık. 

l Tanzimat’tan bu yana çıkan mizah dergilerine bir bütün olarak baktığınızda siz nasıl bir resim gördünüz? 

Dergilerin söylem ve eylemleri arasında yoğun çelişkiler bulduğumu söyleyebilirim. Mesela kendilerini her fırsatta “klişe yıkıcı”, “yenilikçi” ve “yaratıcı” olarak sunan mizahçılar; Türkiye’nin Batılılaşma hikayesi içinde yoğun bir tekrarla klişelere yaslanmıştır. İkincisi, nitelikli ve nesnel tenkit hakkını yalnızca kendilerine görüp; çoğu zaman nefret ve şiddet dilini kullanmışlar ve eleştiri oklarını yalnızca belli cenahlara yöneltmişlerdir. Bu açıdan mizahta ilkeli muhalefetten bahsetmek mümkün olmamıştır. 

l İlkeli mizah meselesi önemli. Bunu biraz açabilir miyiz?     

Esasında bu ilkelilik açmazı AK Parti hükümetlerinden çok önceye, bu coğrafyada mizahın ilk örneklerine dek uzanmaktadır. II. Abdülhamid, Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tasvirlerinde aynılaşan dil ve tavır, iddia edilenin aksine oldukça tutucu ve ezberci bir mizah kültürümüzün olduğunu göstermektedir. Bir yandan demokratmış gibi görünüp; öte yandan darbeleri onaylamak da bu ilkesizliğe girer. Yine hoşgörüden bahsederken; köklü İslamafobik üretiler ortaya koymak da böyledir. Barıştan bahsederken; terör odaklarını görmezden gelip yalnızca devletin güvenlik güçlerini suçla ilişkilendirmek veya kardeşlikten bahsederken açılım politikalarından hayıflanmak da böyledir. Suruç saldırısını manşetlere taşıyıp; Kızılay’da TAK örgütünün üstlendiği sivillere dönük kanlı eylemi yok saymak da böyledir. Berkin Elvan’ı cennette çizip; Yasin Börü hakkında kalem oynatmamak da, Kobani’ye haftalarca vurgu yapıp; Halep’e duyarsız kalmak da böyledir.  Açıkçası mizah dergilerinin vicdani ve rasyonel olmayan kör-dogmatik ideolojik temellere dayandığını ortaya koyan daha birçok “ilkesiz muhalefet” örneği vardır ki bunlar yazdığımız raporun çerçevesini oluşturmuştur. 

l Bugünkü siyasi iktidar, çok da Batıcı olmayan ya da gelişmenin Batılılaşmaya indirgenemeyeceğini düşünen bir hükümetin elinde. Ancak kültürel iktidar henüz dönüşmedi. Hatta burada değişmesi güç kesin bir tekel sözkonusu. Buna rağmen toplumun desteğini almış bir partiyi ve meşru Cumhurbaşkanı’nı yerleşik kıstaslara göre acımasızca ötekileştiren mizahçılar, verdikleri demeçlerde kendilerini devamlı olarak “mağdur” ve “özgürlüğü askıya alınan” kişiler olarak lanse ediyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

İktidar ilişkilerinin belki de en esaslı zemini, daha önce ifade ettiğim gibi, kültürdür. Demokrasi yalnızca seçimden ibaret değildir, diyenler de iktidarın siyasi olarak kazanılan yetkiden ziyade esasında kültürel elitin doğal hakkı olduğunu ima etmektedir. Bu yerleşik algının değişmesi, zannedildiğinin aksine uzun soluklu bir kültür politikasını gerektirmektedir ki bu konuda hiçbirşeyin yapılmadığını söylemek haksızlık olur. Zaten birşeyler yapıldığı için bu yerleşik cenah her geçen gün yükselen bir öfkeyle hükümeti ve Erdoğan’ı hedef almaktadır. Bu öfke, Gezi şiddet olaylarında açık bir şekilde izlenmişti. Mizahçılar, Tayyifobik bir üslupla Erdoğan’ı olanca çirkinlik ve kötülükle ilişkilendirmekten çekinmemektedir. Erdoğan’ı -afedersiniz- hayvan suretinde çizmeyi “ifade özgürlüğü”, bunun için açılan davaları ise “sansür” olarak yorumlamak da, yine mizahçıların mağdur rolünü oynamalarına zemin hazırlamıştır. Üstelik özellikle kişilik haklarını hedef alan ve gerçekten zeka ürünü falan olmayan kapakları için haklarında açılan davaların bir iki cüzi tazminat hariç tamamını kazanmışlar, dahası bu davalar sayesinde ironik bir şekilde uluslararası düzeyde yüksek cesaret ödüllerine layık görülmüşlerdir.  

l Mizah dergilerinin resmi tarih ve resmi ideolojinin karşısında olmak gibi iddiaları olagelmiştir. Sizce bu iddianın karşılığı var mı? Mizahçılar hakikaten ezilenlerin yanında ve egemenlerin karşısındalar mı? 

Öyle olduğunu söylemeyi çok isterdim. Ne var ki siyasi, askeri ve kültürel darbeleri olumlayan ve hatta imkan tanıyan bir mizah yayıncılığı var karşımızda. Cumhuriyet ilke ve inkılaplarını sorgusuzca kutsayan ve fakat Menderes’in idamına ve ardından her on yılda bir yaşanan darbelere sessiz kalan, 28 Şubat’a alkış tutan, AK Parti hükümetlerinin maruz kaldığı kapatma davası, e-muhtıra, Gezi olayları ve 15 Temmuz dahil tüm anti-demokratik eylemlere arka çıkan, 40 yıllık kanlı geçmişe sahip PKK’yı terör örgütü olarak kodlayaman mizahçıların sahiden mazlumların yanında, zalimlerin karşısında olduğunu söyleyebilir miyiz! AK Parti’ye oy verenleri aşağılayıp, aynı zamanda ülkenin ırk ve mezhep gibi fay hatlarını kaşıyarak toplumu kategorize etmeye çalışmak mıdır mizahın insanlık ödevi!

l Raporda bir de “Tayyipsiz mizahın imkansızlığı”ndan bahsetmişsiniz. Tayyifobik mizah olarak da nitelendirdiğiniz bu açmaz tam olarak ne ifade ediyor?       

Yaklaşık son 10 yılda hemen hemen tüm mizah dergilerinin kapaklarını çok ezici bir üstünlükle Erdoğan tasvirleri dolduruyor. Bir mizahçı, “Bizi en çok ne sinir ediyorsa onu kapağa çıkarıyoruz” diyordu. Bunca zulüm ve felaketle dolu bir dünyada kapak yapacak binlerce temaya rağmen olanca eforlarını yalnızca Erdoğan’a odaklayan mizahın bu durumu, hastalıklı bir durumu ifade eden “Tayyifobi” kavramı ile nitelemek akıl dışı olmasa gerek. PKK gibi HDP’yi, Demirtaş’ı, Kılıçdaroğlu’nu ve son gelişmelere dek Bahçeli’yi tenkit etmeyen mizahçılar, Erdoğan’ın söylem ve eylemlerini bağlamlarından çıkartarak, en çirkin fiziksel görünümlerle tasvir etmekteler. Bana göre, bu kötücül tasvirler kültürel iktidarı tekelinde tutmaya derinden alışmış sol elitin bu alışkanlığının sarsılmasına karşılık duyduğu öfke ve nefretin bir yansıması veya dışavurumu olarak okunabilir.          

l Mizahçıların içine düştüğü bu söylem ve eylem ikileminin sürdürülebilirliği var mı sizce? İslami değerlere daha hoşgörülü, kendi insanına daha yakın, hükümetin olmasa bile kendi devletinin menfaatlerine karşı daha hassas bir mizah yayıncılığının oluru var mı?

Kültürel iktidar esasında bir kültürel hafıza ve miras meselesi. Bu sebeple kemikleşmiş düşüncelerin askıya alınıp; yerine daha güncel, daha insani ve daha insaflı bir tavrın geliştirilmesi oldukça zor. Hayatı nasıl tanımladığınızı bile belirleyen bu miras, örneğin kurban bayramını bir paylaşma olanağı olarak değil de, bir tür katliam olarak algılamanıza sebep olabiliyor. Sakallı ve başörtülü biri hakkında geliştirdiğiniz önyargı da, esasında bu mirasın gölgesinde şekilleniyor. Mizah sahasında böylesine dogmatik bir tekrarcılık sözkonusu. Gelinen noktada, eğer Erdoğan gidecekse ülkenin batması bile kabul edilebilir görülebiliyor. Öyle zannediyorum ki, dünyanın belki de hiçbir yerinde kültürel ve sanatsal cenah kendi varlığını tayin eden devleti ve beraber yaşadığı milletiyle bu denli kopuk ve kavgalı değildir bizdeki kadar.     

l Mizah yayıncılığının geleceğine dair kaygılarınızdan bahsediyorsunuz raporda. Mevcut kültürel hegemonyaya alternatif yayınlar neden etkin değil? Burada dindarların yaptığı mizahtan da biraz bahsedebiliriz.

Aslında mizahı besleyen kanallar açık. Sorunlarla, savaşlarla, entrikalarla dolu bir dünya içinde yaşadığımız. Konu problemi yok yani. Ne var ki, meseleleri ilkeli muhalefetle ele alacak her türlü rasyonel ve vicdani yönelim ideolojik dogmaların altında eziliyor. Ezberci yargılar ve keskin sınıflandırmalar, mizahın varlık sebebi olan “yaşamı tenkitle güzelleştirme” misyonuna halel getiriyor. Dindar mizahçılar arasında belli kıpırdanmalar olsa da, ilkeli muhalefet açmazı orada da beliriyor. Dahası Müslüman olarak mizah yapmanın herkesçe malum belli kırmızı çizgileri var. Mesela lakap takmayacak, sövgüye bulaşmayacak, tipleri çirkinleştirmeyeceksin. Bu çizgi sık sık aşılabiliyor maalesef. Dindar mizahçıların kültürel iktidar ilişkisi içinde kendinden menkul -yani karşıtına göre pozisyon alarak onu yeniden üretmeyen bir gündeme öncülük yapması, makul bir üsluba sahip keskin zeka ürünleri geliştirmesi gerekiyor. Açıkçası bugün buna uygun bir zaman ve zeminin oluştuğunu da düşünüyorum.      

Ana kaynak ‘korkunç Türk’

| Avrupa mizahında temeli çok eskilere dayanan ‘korkunç Türk’ imajının, bugünkü yerli üretimlerin ana kaynağı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Elbette. Buna “korkunç Müslüman” imgesi de eklenebilir. Türk ve Müslüman demenin olanca yıkıcı imgelerle oluşturulduğu bir saha bu. Kendine bu denli uzaktan ve tepeden bakan oryantalist gözün dini, milli ve geleneksel olana dair geliştirdiği dil ve yaptığı tasvirler maalesef kabalık ve aşağılamanın bile bir adım ötesinde. Batılı mizahçıların çizdiği II. Abdülhamid imgesi ile yerel mizahın tasvirindeki Erdoğan figürü bu açıdan tümüyle benzerlik gösteriyor, çünkü aynı dünya görüşünden besleniyor.