20 Haziran 2025'teki Erdoğan–Paşinyan görüşmesi, sadece sembolik bir tokalaşma değil; Kafkasya'da yeni bir barış sürecinin başlangıcı olarak görülebilir. Ermenistan için İran'ın zayıflayan pozisyonu, Türkiye'ye daha yakın bir çizgiye yönelme zorunluluğu doğurdu. Türkiye ise bu süreci kontrollü, stratejik ve Azerbaycan'la tam uyum içinde yürütüyor.
Oya Eren Özkan/ Yazar
20 Haziran 2025 tarihinde İstanbul'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan arasında gerçekleşen görüşme, sadece iki ülke ilişkilerinde değil, Güney Kafkasya'nın genel jeopolitiğinde de önemli bir kırılma noktası olarak değerlendiriliyor. Görüşmenin içeriği ve sembolizmi kadar, geçmişten bugüne yaşanan çatışmalı süreç ve bölgesel denklemler bu buluşmayı anlamlandırmak açısından kritik önemde. Bu nedenle Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin tarihsel seyrinden Karabağ sorununa, İran faktöründen bölgesel diplomasiye kadar geniş bir yelpazede mesele ele alınıp bu yakınlaşmanın anlamını Türkiye perspektifinden analiz etmek gerekir.
Tarihsel arka plan: Kırılmalar ve hafızalar
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler, 20. yüzyılın başlarında yaşanan 1915 olayları nedeniyle derin bir travmanın gölgesinde şekillendi. Ermenistan ve Ermeni diasporası bu hadiseleri "soykırım" olarak tanımlarken, Türkiye bu yaklaşımı uluslararası hukuk ve tarih perspektifinden reddederek, olayları I. Dünya Savaşı'nın koşulları ve karşılıklı acılar bağlamında değerlendiriyor. Bu tarihsel ayrışma, sadece diplomatik ilişkileri engellemekle kalmadı, iki halkın birbirine duyduğu güveni de ciddi şekilde zedeledi.
Soğuk Savaş sonrası dönemde ilişkilerin normalleşmesine dair ilk umutlar 1991'de Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla doğmuştu; ancak bu umutlar Karabağ meselesi nedeniyle kısa sürede yerini diplomatik soğukluğa bıraktı. 1992-1994 yılları arasında Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan savaş sonucunda Ermenistan, Dağlık Karabağ bölgesini ve çevresindeki yedi Azerbaycan rayonunu işgal etmiş, Türkiye bu işgali tanımamış ve 1993'te Ermenistan'la sınır kapılarını kapatmıştı. Bu karar, bugüne kadar sürdürülen politik ve diplomatik izolasyonun temelini oluşturdu.
Karabağ meselesi ve 2020 sonrası dinamikler
2020 yılında Azerbaycan'ın başlattığı İkinci Karabağ Savaşı, Güney Kafkasya'daki dengeleri kökten değiştirdi. Türkiye'nin aktif desteğiyle Azerbaycan, işgal altındaki toprakların büyük bölümünü geri aldı; Rusya arabuluculuğunda sağlanan ateşkesle Ermenistan bölgedeki askeri varlığını önemli ölçüde kaybetti. Bu gelişmeler, Türkiye'nin Kafkasya'daki diplomatik etkisini artırırken Ermenistan'ı da yeni bir dış politika arayışına sevk etti. Özellikle Paşinyan yönetimi, hem iç baskılardan kurtulmak hem de ekonomik izolasyondan çıkmak için Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesine sıcak yaklaşmaya başladı.
İran faktörü
Ermenistan'ın Türkiye'ye yönelik dış politikada attığı yeni adımlarda İran'ın pozisyonu göz ardı edilemez. İran, uzun yıllardır Ermenistan'ın bölgedeki en istikrarlı ticaret ve enerji partnerlerinden biri olarak öne çıkıyor. Karabağ savaşları sürecinde de Tahran, Ermenistan'a karşı açıkça taraf almamış; aksine iki taraf arasında arabuluculuğa oynayan bir rol üstlenmişti. Bu arada, İran'ın kuzeybatı bölgesinde yaşayan Azerbaycan Türklerini unutmamak gerekir. İran'ın kuzeybatısında yaşayan milyonlarca Azerbaycan kökenli vatandaş, etnik ve kültürel olarak Azerbaycan'a yakınlık hissediyor. Bu nedenle İran hükümetinin Ermenistan'a açık destek vermesi, içerideki Türk toplumunda rahatsızlık yaratma ve etnik gerginlikleri tetikleme riski taşıyor. Dolayısıyla Tahran yönetimi, Karabağ meselesinde Ermenistan lehine net bir pozisyon almaktan kaçınıp, dengeleyici bir diplomasi yürütmeye çalışıyor.
Ancak 2024'ten itibaren İran'ın iç ve dış politikadaki kırılganlığı, Ermenistan'ı yeni denge arayışlarına itti. Ülke içindeki ekonomik krizler, protesto hareketleri, nükleer program nedeniyle uluslararası baskılar ve İsrail ile yaşanan doğrudan çatışma ortamı, İran'ın bölgesel etkisini sınırladı. Üstelik İsrail–İran çatışmasının doğrudan askeri boyuta ulaşması ve bu süreçte İran hava sahasının geçici olarak kapanması, Ermenistan'ın dış ticaret rotalarında Türkiye ve Gürcistan'a olan ihtiyacını artırdı.
Bu bağlamda Ermenistan için Türkiye ile ilişkileri yeniden tesis etmek, sadece siyasi değil, aynı zamanda ekonomik ve lojistik bir zorunluluk haline geldi. İran üzerinden geçen Ermenistan–Güney koridorunun geleceği belirsizleşirken, Türkiye ile yeniden açılacak kara ve demiryolu bağlantıları, Ermenistan'ın hayatta kalma stratejisinin merkezine oturdu.
Erivan yönetimi için bu değişim sadece bir tercih değil; jeopolitik mecburiyetlerin doğurduğu stratejik bir yeniden konumlanma olarak görülebilir.
Erdoğan–Paşinyan görüşmesi: Tarihî buluşmanın kodları
20 Haziran 2025'te İstanbul'da yapılan Erdoğan–Paşinyan görüşmesi, yaklaşık 15 yıl sonra iki lider düzeyinde gerçekleşen ilk yüz yüze temas olma özelliği taşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Dolmabahçe Çalışma Ofisi'nde gerçekleşen bu buluşmaya özel önem atfettiği, heyetler arası görüşmelerin ardından gerçekleşen basına kapalı görüşmede bölge güvenliği, barış süreci ve ulaşım koridorlarının konuşulduğu açıklandı.
Erdoğan görüşmede, Azerbaycan-Ermenistan barış sürecine verilen Türk desteğini yineledi; Paşinyan da doğrudan iletişim kanallarının açık kalmasının önemine işaret ederek, "barışa ancak konuşarak ulaşılabilir" vurgusunda bulundu. Ermenistan Başbakanı, Türkiye'ye yönelik sınırın açılması, ulaştırma projelerinin hızlandırılması ve ticaretin canlandırılması çağrısında bulunurken, Erdoğan'ın önceliği Azerbaycan'ın hassasiyetlerini gözeterek üçlü bir diplomatik formülde ilerlemek oldu.
Görüşme sonrasında yapılan açıklamalarda taraflar, iletişimi sürdürme ve teknik adımları derinleştirme yönünde kararlılık gösterdi. Paşinyan, Erdoğan'ı 2026'da Erivan'da düzenlenecek Avrupa Siyasi Topluluğu zirvesine davet ederek diyalog sürecine sembolik bir boyut daha kattı.
Ermenistan'ın talepleri ve Türkiye'nin tutumu
Ermenistan'ın Türkiye'den talepleri uzun süredir aynı başlıklar etrafında şekilleniyor. Bunlar arasında 1915 olaylarının soykırım olarak tanınması, özür dilenmesi, bazı maddi ve manevi tazminatların gündeme getirilmesi ve nihayetinde tam diplomatik ilişki kurulması bulunuyor. Ermenistan'ın 1991'de kabul ettiği bağımsızlık bildirgesi ve anayasası, bu talepleri devletin resmi belgelerine de yansıtıyor.
Türk tarafı, diplomatik ilişkilerin önünü açmak için önce karşılıklı güvenin inşası gerektiğini savunuyor; tarihsel meselelerin ise tarafsız tarihçiler eşliğinde ele alınabileceği bir platformda tartışılmasını teklif ediyor. Bu yaklaşım, Türk diplomasisinin temel çizgisini oluşturuyor.
Bölgesel aktörler: Rusya, AB ve Türk Dünyası perspektifi
Ermenistan'ın Türkiye'ye yönelik yakınlaşma çabalarında sadece İran değil, diğer bölgesel ve küresel aktörlerin de pozisyonu belirleyici. Bu bağlamda özellikle Rusya, Avrupa Birliği ve Türk Devletleri Teşkilatı'nın yaklaşımları sürecin gidişatını doğrudan etkiliyor.
Rusya, tarihsel olarak Ermenistan'ın güvenlik sağlayıcısı ve siyasi hamisi konumunda. Ancak 2022'den sonra Ukrayna savaşı nedeniyle bölgedeki ilgisi azaldı. Bu durum Ermenistan'ı Batı ile ve dolayısıyla Türkiye ile daha yakın diyaloga zorladı. Paşinyan hükümeti, Moskova'ya bağımlılığı azaltma arzusunu sıkça dile getirdi, bu da Ermenistan'daki Rus etkisini sınırladı.
Avrupa Birliği ise sürece daha çok ekonomik ve diplomatik destek açısından yaklaşıyor; özellikle sınırların açılması, enerji entegrasyonu ve ulaştırma koridorları projelerine fon sağlayabileceğini ifade ediyor. AB için Türkiye-Ermenistan normalleşmesi, Güney Kafkasya'da istikrarın anahtarı.
Türk Dünyası Perspektifinden bakıldığında ise bu yakınlaşma, Zengezur Koridoru üzerinden Azerbaycan'la Türk dünyasının kara bağlantısının kurulmasına katkı sağlayacak. Bu nedenle Ankara, Ermenistan'la olan süreci bir yandan da Orta Asya vizyonuyla paralel götürüyor.
Akademik bakış ve Türk kamuoyunun algısı
Türk akademik çevrelerinde Erdoğan–Paşinyan görüşmesi genellikle "ihtiyatlı iyimserlik" çerçevesinde değerlendiriliyor. Görüşme, "aracısız diplomatik sürecin başlangıcı" olarak tanımlanırken, bu adımın teknik konularda ilerleme sağlayabilecek bir potansiyel taşıdığına dikkat çekiliyor.
Bazı uzmanlar ise tarihsel yaraların kolay kapanmayacağını ve bu süreçte özellikle Azerbaycan'la koordinasyonun belirleyici olacağını vurguluyor. Türkiye'nin Azerbaycan ile eşgüdüm içinde hareket etmeye devam etmesi, hem güven tazelemek hem de üçlü bir diplomasi hattı kurmak açısından kritik görülüyor.
Riskler ve fırsatlar
Türkiye açısından bu yakınlaşmanın getirdiği fırsatlar kadar dikkatle yönetilmesi gereken bazı riskler de var. Ermenistan'daki milliyetçi muhalefet Paşinyan'ı "tavizkâr" olmakla suçlarken, Türkiye'de de sözde soykırım iddialarına karşı kamuoyunda haklı bir hassasiyet sürüyor. Bu nedenle diplomatik adımlar, iç kamuoylarını da dikkate alarak özenle atılmalı.
Bununla birlikte, sınırın açılması, ticaretin canlanması, enerji ve demiryolu bağlantılarının yeniden kurulması gibi adımlar iki ülkeye de ekonomik ve stratejik fayda sağlayacak. Türkiye, bu süreci iyi yönettiği takdirde, hem Ermenistan'a hem Azerbaycan'a eşit mesafede duran güvenilir bir bölgesel oyuncu konumunu daha da pekiştirecek.
Bir gelecek vizyonu: Türkiye merkezli barış mimarlığı
Türkiye'nin Ermenistan'la yürüttüğü diplomasi, yalnızca iki ülke ilişkilerini iyileştirmekle kalmayıp, Güney Kafkasya'da uzun vadeli istikrarın sağlanmasına da hizmet edebilir. Bu bağlamda, atılabilecek bazı stratejik adımları şöyle sıralayabiliriz:
Üçlü İşbirliği Mekanizması: Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan arasında sürekli çalışan bir teknik ve siyasi masa kurulmalı.
Aşamalı Güven İnşası: Vize kolaylıkları, kültürel değişim programları ve ortak medya projeleriyle karşılıklı anlayış derinleştirilmeli.
Ticaret ve Ulaştırma Entegrasyonu: Ahuryan–Akyaka demiryolu hattı gibi projelerle iki ülke arasındaki bağ güçlendirilmeli.Uluslararası Katkı: Avrupa Birliği ve bölgesel finans kuruluşlarından sağlanacak destekle sürecin mali zemini sağlamlaştırılmalı.Sonuç
20 Haziran 2025'teki Erdoğan–Paşinyan görüşmesi, sadece sembolik bir tokalaşma değil; Kafkasya'da yeni bir barış sürecinin başlangıcı olarak görülebilir. Ermenistan için İran'ın zayıflayan pozisyonu, Türkiye'ye daha yakın bir çizgiye yönelme zorunluluğu doğurdu. Türkiye ise bu süreci kontrollü, stratejik ve Azerbaycan'la tam uyum içinde yürütüyor.
Eğer taraflar bu süreci şeffaf, aşamalı ve kazan-kazan temelinde yönetirse büyük yol katedilebilir. Türkiye, bu sürecin barış mimarı olma kapasitesine sahip ve doğru adımlarla bu vizyonu gerçeğe dönüştürebilir.
Türkiye'nin diplomatik hafızasında Ermenistan ile ilişkiler hep karmaşık bir dosya olageldi. Ancak 20 Haziran 2025 görüşmesi, bu dosyayı artık yeni bir zemine taşıma niyetinin somut göstergesi. İran'ın etkisinin azalması, Rusya'nın geri çekilmesi ve AB'nin teşvikleriyle şekillenen yeni ortamda Türkiye, bu süreci kontrollü ve sabırlı bir diplomasiyle yönetiyor.
Kalıcı barış için tarihî sorumluluk sadece devletlere değil, toplumlara da düşüyor. Bu nedenle hem Türkiye'de hem Ermenistan'da halklar arası temasların artması, sürecin en az diplomasi kadar hayati bir parçası olacak.
Ankara'nın "komşularla sıfır sorun" ilkesinden "komşularla stratejik işbirliği" ilkesine geçişi, bu tür barış girişimlerine anlam kazandırıyor. Türkiye, bu tarihi süreci dikkatle yönetirse, sadece Kafkasya'da değil, Avrasya'da da uzun vadeli bir barışın öncüsü olabilir.
Türkiye için bu süreç, hem stratejik bir kazanım hem de komşularıyla normalleşme vizyonunun bir parçası olmaya devam edecek. Kapsayıcı, adaletli ve geleceğe dönük bir diplomasiyle, sadece sınırlar değil, kalpler de yeniden açılabilir.