Türkiye-Mısır ilişkilerinin ivme kazandığı ve Arap Bahar’ının yaşandığı Ortadoğu’da İsrail’in komşularını bölme ve zayıflatma politikası izleyip, yerleşim birimlerini bombalaması İsrail’i daha da yalnızlaştırmaktadır. Aslında Arap Baharı sürecinde ve değişimi okumada Türkiye ile iyi ilişkileri olan bir İsrail çok şey kazanır ve barışa da katkıda bulunabilirdi.
Prof. Dr. KAMER KASIM/Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İİBF Dekanı, USAK Başkan Yardımcısı
Arap Baharı adı verilen gelişmelerle birlikte Ortadoğu yeniden şekillenmeye başladı. Bu yeniden yapılanma sürecinde en dikkat çekici olan ise Mısır’daki değişimdir. Çünkü Mısır 80 milyonu aşkın nüfusa sahip bir bölgesel güçtür. Camp David Antlaşmasından beri İsrail ile sürdürülen uyumlu denebilecek politika, İsrail’in Mısır sınırında kendisini güvende hissetmesine neden olmuş ve İsrail, Filistin sorununda daha rahat hareket edebilmiştir. Mısır bu politikasının karşılığını aldığı ABD yardımlarıyla görmüştür. Hüsnü Mübarek döneminin sona ermesiyle birlikte, Mısır’ın İsrail ile olan barış durumunu bozabileceği ya da Filistin sorununda izleyeceği politika ile İsrail’i çok zorlayacağı yaygın olarak tartışıldı. Gerçekten de İsrail’in Gazze’deki Hamas yönetimine uyguladığı abluka Mısır’ın desteği ve katılımı olmadan anlamsızlaşacaktır. Refah sınır kapısının açılması ve Mısır ile Gazze arasındaki uyum Filistin sorununda yeni bir durumu ortaya çıkaracaktır.
Mısır’daki değişim sürecinin bir yansıması da Türkiye-Mısır ilişkilerinde olmuştur. Mısır’daki değişime destek veren Türkiye, yeni yönetimle çok yakın ilişkiler içerisine girmiş ve Ortadoğu’da daha önce rakip olarak sunulan iki bölgesel gücün ortaklığından söz edilir olmuştur. Bu yakınlaşmayı etkileyen bir etmen de Mavi Marmara olayı sonrası Türkiye-İsrail ilişkilerinin durumudur. Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve Filistin sorununda barış süreciyle birlikte düzelen ilişkiler, iki ülke arasında askeri işbirliği anlaşmasına kadar gitmişti. Ancak Şaron’un izlediği politika ile birlikte ikinci intifadanın başlaması ve Ariel Şaron’un 2001’de Türkiye’yi ziyareti sırasında dönemin Başbakanı Ecevit tarafından İsrail’in eleştirilmesiyle ilişkiler gerilmeye başladı. 2002 sonrasındaki toparlanma süreci ise Filistin sorununda İsrail’in izlediği politika nedeniyle kalıcı olamadı. 27 Aralık 2008’de başlayıp 22 gün süren Gazze’ye yönelik Dökme Kurşun Operasyonu ve Başbakan Erdoğan’ın Davos’daki çıkışıyla birlikte bozulan ilişkiler Mavi Marmara olayıyla koptu. İsrail’in dış politika perspektifi bakımından Türkiye ile iyi ilişkiler önem taşımaktaydı. İsrail geleneksel olarak sorununun tüm İslam dünyasıyla değil radikal olarak nitelendirdiği Arap rejimleriyle olduğu mesajını verebilmek için Türkiye gibi ülkelerle ilişkilerini iyi tutmaya ya da en azından sorun yaşamamaya çalışmaktadır. Netanyahu’nun Türkiye’ye yönelik izlediği politika İsrail dış politikası bakımından bir sapma olarak değerlendirilebilir. Türkiye-İsrail ilişkilerine ABD de büyük önem vermektedir. Türkiye, Mısır ve İsrail ilişkilerindeki uyumu ABD “radikal” rejimlerin Ortadoğu’daki etkisine karşı önemli olarak değerlendirmektedir. Ancak Soğuk Savaş sonrasında özellikle de Irak’ın gücünün kırılmasından sonra İsrail’in ABD’ye olan ihtiyacı azalmıştır ya da Likud ve onun ABD’deki destekçileri böyle düşünmektedir. ABD yönetimi ise hala Türkiye-İsrail ilişkilerinin kötü olmasından şikâyetçidir. ABD’nin Türkiye-İsrail ilişkilerine vurgu yaparken kullandığı argümanlardan birisi bu ülkelerin bölgedeki demokrasiler olmasıdır.
Peki, Arap Baharıyla birlikte Ortadoğu’daki demokrasilerin sayısı artarsa ne olacaktır? Öncelikle İsrail’in meşruiyeti olmayan dikta rejimlerinden gelen tehditlerle mücadele eden devlet imajı uzun vadede Batıda zedelenecek, bu konudaki ayrıcalığını kaybedecek, Türkiye ise daha demokratik yeni rejimlerle sağlıklı ilişkiler kurabilecektir. Meşruiyet sorunu olan dikta rejimleriyle ilişkiler toplumlara yansımamakta ve oldukça konjonktürel olabilmektedir. Üstelik o rejimlerin kimlik inşası sürecinde dayattıkları Osmanlı geçmişini kötüleyen anlayışta bu ülkelerdeki Türkiye imajına olumsuz etkide bulunmuştur. Oysa Arap Baharıyla birlikte sokağın Türkiye algısı da değişmeye başlamıştır. Türkiye Başbakanının, Dışişleri Bakanı’nın Mısır gibi Arap Baharını yaşayan ülkelerde sokakta gördükleri ilgi ve sevgi bu değişimin en somut kanıtıdır.
Ortadoğu’daki değişimi görmemek
Arap Baharının İsrail’e doğrudan etkisi nasıl olur?
Arap Baharı’nın İsrail’in kışı olacağı yorumları yapılmıştır. Bu yorumların ancak Netanyahu-Liberman ikilisinin istediği bir İsrail için geçerli olduğunu ifade edelim. Eğer İsrail, Filistin sorununda anlaşma ve komşularıyla iyi ilişkiler kurma politikası izlerse Arap Baharıyla birlikte halklarının ve uluslararası toplumun gözünde meşruiyeti olan liderlerin Orta Doğu’da olması İsrail’in çıkarına olacaktır. Ancak İsrail, Filistinlilere baskı, işgal altındaki toprakları yerleşimcilere açma politikası izledikçe, Mısır, Ürdün ve Suriye gibi Arap ülkelerinde halkın ve uluslararası toplumun gözünde meşruiyeti olmayan diktatörleri görmeyi istemektedir. Çatışmacı politika izleyen ve bundan beslenen Netanyahu çizgisi için Arap ülkelerinde en ideali Batı ile ve özellikle de ABD ile kavgalı dikta rejimlerinin olmasıdır. Bu takdirde İsrail bu ülkelere yönelik hiçbir eleştiri ile karşılaşmadan istediği şiddeti uygulayabilmektedir. Oysa Mısır’daki dönüşümde olduğu gibi giderek demokratikleşen halkın ve uluslararası toplumun gözünde meşruiyeti olan liderlerin yönettiği ülkelere İsrail’in saldırması çok maliyetli olacaktır. Özellikle bu yönetimler ABD ve genel olarak Batı ile de iyi ilişkiler kurma politikası izlerlerse, Netanyahu-Liberman ikilisinin İsrail’i için yeni dönemde kâbus senaryosu ortaya çıkmaktadır. Nitekim Türkiye ile ilişkileri kopartmış olan ve normal diplomatik ilişkilerin tesisi için adım atmak istemeyen Netanyahu-Liberman ikilisi kendilerine yakın yayın organlarında Türkiye’yi giderek Batı’dan kopmakta olan ve ABD’nin dış politikası açısından da zararlı bir ülke olarak göstermektedirler. Mevcut İsrail yönetimi Türkiye’nin Arap Baharını ve bu çerçevede halkın beklentilerini yansıtan yönetimlerin Ortadoğu’da işbaşına gelmesini destekleyen politikasını sakıncalı bulmaktadır. Mısır’da Mursi’nin Devlet Başkanlığı ve Müslüman Kardeşlerin etkin olması eğer yeni yönetim Batı ile ters düşseydi İsrail için tehdit olmayacaktı. Ancak Türkiye’nin de çabalarıyla Mısır Devlet Başkanının Batıya verdiği mesajlar aksi bir durumun ortaya çıkmasına yol açtı. ABD de Muhammed Mursi ile çalışabileceğini açıkça ifade etti. Nitekim İsrail’in Gazze saldırılarını sona erdirmek için yapılan ateşkesten dolayı Hillary Clinton’ın Mursi’ye gösterdiği liderlik için teşekkür etmesi de bunun göstergesidir. ABD Müslüman Kardeşler’in etkin olduğu Mısır’a ateşkese giden süreçteki çabalarından dolayı teşekkür etmiştir. Bu durum barış istemesi halinde İsrail için avantajdır. Ancak mevcut Netenyahu-Libermann ikilisi için bir yenilgidir. Gazze ablukasını sürdürme politikası izleyen İsrail’in en son isteyeceği şey Mısır’ın Gazze politikasının ve Filistin sorununa bakışının değişmesi ve üstelik bu Mısır’ın ABD ile de iyi ilişkilerinin olmasıdır.
Aslında ABD-Mısır yakınlaşmasından rahatsız da olsalar İsrail’de mevcut yönetime yakın çevreler Mısır’ın Ortadoğu’da arabulucu rolünün teyidini Türkiye’ye karşı bir argüman olarak kullanmaktan çekinmemişlerdir. Bu çevreler tarafından İsrail ile ilişkilerini koparmış ve görüşemeyen Türkiye’nin olası arabulucu rolünü Mısır’a kaptırarak zemin kaybettiği ileri sürülmüştür. Oysa yeni arabulucu Mısır, Hüsnü Mübarek’in Mısır’ı değildir. Türkiye Muhammed Mursi’nin Mısır’ının mevcut rolünden rahatsızlık duymaz. Zaten ateşkesi sağlayan süreçte Türkiye, Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in Mısır’daki temaslarıyla yer almıştır. Netanyahu-Liberman çizgisinin dışında bir bakış açısı geliştiremeyerek ülkeleri birbirlerine karşı kışkırtma politikası izleyenler Ortadoğu’daki değişimi okuyamamaktadırlar. Asıl önemli olan bunların ABD dış politikasına yön verme çabalarıdır.
İsrail’e bahar gelmez mi?
ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail bağlamında sürdürdüğü statükocu politikanın devamını isteyenler Obama ile düzelmeye başlayan ABD’nin İslam dünyasındaki imajına da zarar vermektedirler. Yumuşak gücü zayıflamış olan bir ABD için izlediği politikalar çok daha maliyetli olmaktadır. Obama yönetimi Türkiye-Mısır-İsrail ilişkilerinin sorunsuz olmasını arzulamaktadır. Ancak İsrail’deki Netanyahu-Liberman ikilisi ile bu zordur. Arap Baharıyla Ortadoğu değişirken, İsrail’deki mevcut yönetim bu değişimi okuyamamakta ve değişmemekte ısrar etmektedir. Oysa İsrail Türkiye ile ilişkileri normalleştirmek için adım atabilse ve Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir sayfa açılsa, bu sefer ilişkileri çok daha sağlıklı bir zemine oturtmak mümkün olacaktır. 1990’ların ortalarında iki ülke ilişkileri askeri ve kısmen de ekonomik zeminde gelişerek iyi bir çizgiye gelmiştir. Ancak sosyal ve kültürel boyutlar eksik kaldığından ve bölgesel sorunlara yaklaşımda belirli bir uzlaşı çerçevesi oluşturulamadığından ilk krizde bozulmuştur.
Türkiye-Mısır ilişkilerinin ivme kazandığı ve Arap Bahar’ının yaşandığı Ortadoğu’da İsrail’in komşularını bölme ve zayıflatma politikası izleyip, yerleşim birimlerini bombalaması İsrail’i daha da yalnızlaştırmaktadır. Aslında Arap Baharı sürecinde ve değişimi okumada Türkiye ile iyi ilişkileri olan bir İsrail çok şey kazanır ve barışa da katkıda bulunabilirdi. Şu aşamada sadece böyle bir vizyona sahip liderlerin İsrail’de işbaşına gelmesini dileyebiliriz. Tabi Obama’nın ikinci döneminde özellikle Filistin sorununa yeni bir bakış açısıyla yaklaşabilmesi Ortadoğu’daki değişime bambaşka bir çerçeve kazandıracaktır.