Türkiye’nin BRICS yönelimi ve kaçan fırsatlar

Doç. Dr. Mehmet Özkan / Polis Akademisi
4.08.2018

BRICS aslında küresel sisteme meydan okuyan güçlü bir grup olamayıp, aksine yeni düzen arayışlarına kısmen ket vurmuş bir yapılanmadır. Peki Türkiye’nin BRICS ilgisini nasıl okumak gerekir? BRICS, Türkiye için ne ifade etmelidir?


Türkiye’nin BRICS yönelimi ve kaçan fırsatlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Johannesburg şehrindeki BRICS toplantısın katılması ve özellikle de Türkiye’nin BRICS’e üye olma isteği, bir anda Türkiye’nin yeni bir arayışa girdiği intibası oluşturdu. Türkiye’deki BRİCS tartışmalarına bir katkı yapmayı amaçlayan bu yazı, en temelde BRICS’le ilgili bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır. BRICS aslında küresel sisteme meydan okuyan güçlü bir grup olamayıp, aksine yeni düzen arayışlarına kısmen ket vurmuş bir yapılanmadır. Peki Türkiye’nin BRICS ilgisini nasıl okumak gerekir? BRICS, Türkiye için ne ifade etmelidir?

En temelde BRICS oluşumu iki binli yılların başında küresel ekonomik ilişkilerde yaşanmaya başlayan eksen kaymasına yönelik bir tür ad koymadır. Hatırlanabileceği gibi 2000’li yılların başında uluslararası siyasal sistemde reform tartışmaları artmıştı. 2004 yılında dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu rapor, küresel sistemdeki dönüşümün bir yansıması olarak BM Güvenlik Konseyi’nde reform öneriyordu. Japonya, Almanya, Hindistan ve Güney Afrika gibi ülkelerin öncülük ettiği reform hareketi o dönem çok çabalamalarına rağmen veto hakkına sahip ülkeleri ikna edemedi. Aynı dönemde ekonomik anlamda batı dışı alternatif örgütlemeler öne çıkmaya başladı. IBSA Diyalog Formu denilen ve Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika’nın oluşturduğu kıtalararası ‘ekonomik’ grup 2002 yılında kuruldu. Asıl amacı, dönüşen küresel ekonomiden daha fazla pay alma ve kısmen de siyasal anlamda batı sisteminde daha fazla söz sahibi olmaktı.

Yeniden yapılanma

2000-2010 arasında yoğun bir şekilde yaşanan Batı dışı alternatif sistem arayışları ve bu çerçevede oluşan talep ve gruplaşmalara Batı ilginç şekilde daha reformist bir cevap verdi. G-7’lerden oluşan gayri resmi ekonomik grubu G-20’ye genişleterek küresel sisteme daha fazla katılım isteyen ülkeleri ekonomik dönüşüm tartışmalarının içine çekerken; siyasal anlamda dönüşüm talebinin önünü kesmiş oldu. Fakat aynı dönemde bizatihi Batı-merkezli ekonomik sistemin temel aktörlerinden olan Goldman Sach tarafından yapılan tanımlamalarla (BRIÇ, CIVETS etc) küresel  ekonomik sistemde varlığını hissettiren ülkelere daha fazla ‘alan’ açılmış oldu. BRİCS işte tam da bu süreçte doğmuş, Batı dış ekonomik anlamda güçlü ülkelerin toplandığı gayri resmi bir forumdan ibarettir. Özellikle Çin gibi bir devin BRİCS içinde olmasını çoğu uzman aslında Çin’in Batı dışı ülkelere ekonomik anlamda nüfusunu genişletmesi olarak görmüştür.

BRİCS küresel anlamda siyasal yeniden yapılanmaya en az katkı yapmış kuruluşlardandır, çünkü her üye ülke için BRICS çok farklı bir anlama gelmektedir. Hindistan için BRICS tamamen bir ekonomik alanı genişletme amacı taşırken; Çin için Batı dışı her türlü oluşumda Batı’yı korkutmadan var olma amacını taşır. Güney Afrika Cumhuriyeti için BRICS, Afrika adına küresel yeniden yapılanmada kendine yer açma ve Afrika’yı küresel alanda temsil etmeyi ifade ederken; Brezilya için küresel sistemde Latin Amerika adına söz söyleyebilme tekelini eline alabilmektir. Hem Afrika hem de Latin Amerika’da, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Brezilya’nın kendi kıtalarını temsili konusunda bir mutabakat olmayıp, ciddi şekilde liderlikleri sorgulanmaktadır. Bir örnek olarak kısmen bu yüzden Meksika, 2013 yılında MIKTA adı verilen ve Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avustralya’dan oluşan yeni bir oluşum kurmuştur. Afrika’da ise Nijerya, Etiyopya, Senegal ve Mısır gibi ülkeler Güney Afrika’nın kıta adına liderlik söylemini asla kabul etmemişler ve hep bunu vurgulamışlardır.

Kaçan fırsatlar

Türkiye için BRİCS konusu geç kalınmış bir adımdır. Eğer Türkiye, 2002’den beri çeşitlendirdiği dış politikasında IBSA, BRICS gibi yapılanmalara biraz öncelik verebilseydi belki de bugün BRICS söyleminden en fazla yaralanan ülkelerin başında Türkiye gelebilirdi. Fakat Türkiye’nin AB üyelik süreci ve Batı-merkezli bütün kurumlar içerisinde yer alması, Batı dışında yükselen ülkeler gözünde Türkiye’nin hep Batı’nın parçası olarak görülmesine yol açmıştır. Hatta ilk başlarda Türkiye’nin Batı-dışında yaptığı dış politika açılımları ‘kalıcı’ değil, geçici bir tür ‘ekonomik’ açılım olarak görülmüştür. Zamanla Ankara’nın Batı dışındaki bölgelere yönelik dış politikasının kalıcı, samimi ve en önemlisi oyun kurucu olduğunu fark eden BRICS ülkelerinin Türkiye’ye bakışı değişmeye başlamıştır. Fakat yine de bu algı bütün BRICS ülkelerinde hakimdir, sadece Rusya coğrafi olarak yakın olduğundan Türkiye’nin Batı içinde kalarak dış politikada yaptığı yeni açılımları yakından takip etmiş ve Türkiye’yi kısmen farklı bir kategoride değerlendirmeye başlamıştır. Ankara’nın tarihsel olarak Batı kampında olması dolayısıyla Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve hatta Çin’in  Türkiye’ye yönelik yeni bir bakış açısı geliştirmesi mümkün olmamıştır. Bu yaklaşım ilgili ülkelerin akademisyenleri ve gazetecilerinde son derece etkindir.

Türkiye hakkındaki küresel düzeydeki bu algıya rağmen, Ankara uluslararası yeni sistem tartışmalarına çok büyük katkılar yapmıştır. Ankara’nın sadece Somali vb. gibi ülkelerde uyguladığı başarılı dış politika değil; aynı zamanda Brezilya ile beraber İran Nükleer Krizine yönelik 2010 yılında yaptığı Tahran Anlaşması gibi müdahalelerle küresel anlamda sorun çözme tekelinin sadece Batılı ülkelerde olduğu algı ve olgusunu kırmıştır. Sırf Batının sorun çözme tekelini kırdığı için Batılı ülkeler, 2014 yılında aynı şartlarda bir anlaşmayı kabul etmelerine rağmen, hiddetle Tahran Anlaşması’na karşı çıkmışlardı. Türkiye-Brezilya öncülüğünde yapılan Tahran Anlaşması ileride Batı tekelinin siyasal anlamda kırıldığı ilk örneklerden birisi olarak tarihteki yerini alacaktır.

İlişkileri çeşitlendirmek

Ankara 2002’den beri küresel sistem arayışlarına fazlasıyla katkı vermiş fakat uluslararası arenada hakkettiği kredi ve tanınmayı (recognition) alamamıştır. Bugün için en temel ihtiyaç, Türkiye’deki üniversiteler, araştırma merkezleri ve akademik camianın Türkiye ve BRICS ülkelerinin ortak ve farklı noktalarını daha iyi anlamak için karşılaştırmalı çalışmalar yapması ve Türkiye’yi küresel sistem ve dış politika analizinde yeni bir yaklaşımla analiz etmeleridir. İlla da bir kurumsal bağımlılığa ihtiyaç varsa Türkiye’nin halihazırda üye olduğu MIKTA daha etkin bir şekilde kullanılabilir. Bu çerçevede Türkiye, BRICS’e üyeliği için çabalamak yanında BRICS ülkeleri ile ikili siyasal ilişkileri çok daha ileri bir seviyeye taşıyabilecek bir ilişki kurabilir. İkili ilişkileri çeşitlendirmek ve özellikle küresel ortak konular etrafında ‘siyasal’ işbirlikleri yapmak uzun vadeli olarak Türkiye’nin çok büyük kazancı olacaktır. BRICS’in küresel sistemdeki en büyük başarısı, grupsal olarak ağırlığından ziyade, grup üyelerinin ikili ilişkilerini yıllardır her alanda derinleştirme çabalarıdır. Türk dış politikasının en eksik alanlardan birisi olan Türkiye’nin BRICS ülkelerine yönelik politikasını artık yeni süreçte tekrardan ciddiyetle ele alma vakti gelmiştir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Güney Afrika’da katıldığı 10. BRICS Zirvesini bu açıdan tarihi bir fırsat olarak görmek lazım. Yoksa Türkiye’nin BRICS’e yaklaşımı, yıllar önce Ankara’nın aniden keşfettiği ve çok tartıştığı Şangay İşbirliği Örgütü’ne yaklaşımı gibi araçsal olmanın ve pazarlık gücünü söylemsel anlamda artırmanın ötesine geçemeyecektir.

[email protected]