Türkiye’nin bugünkü meseleleri

Ercan Yıldırım / Yazar
14.10.2017

Anti-Amerikancı dile sahip olanların dahi Amerika’dan medet umar hale düşmelerine kaygılanmalıyız. Millet bağını çözecek karışımlar siyasal karşıtlıklar üzerinden kurulurken siyaset anlayışının etkisini gözardı edemeyiz; Türkiye’nin esaslı sorunlarından birinin siyasetin “kimlikler” üzerinden yapılması olduğuna dikkatleri çevirmenin sırası...


Türkiye’nin bugünkü meseleleri

Millet tanımının, millet bağının, millet bütününün değiştiği ciddi bir süreçten geçiyoruz. Cebri modernleşmenin karşısında duran muhafazakar-dindar aydınların “millet şuuru” için mutlaka “tarih bilinci”ne ihtiyaç olduğunu söylemelerinin üzerinden uzun yıllar geçerken bizde tarihe ilgi arttıkça millet bütünlüğü kağşamaya başladı. Türkiye’nin bugün en esaslı, birincil meselesinin millet bağını tekrar sıkı sıkı kurmaya dayandığı ortaya çıkıyor. Millet şuuru hangi veçhelerden alınırsa alınsın sonuçta “müşterek” kavramı etrafında toparlanıyor; müşterek kaderi yaşayan bir toplum millet vasfı kazanabilir.

Türkiye’nin içine girdiği cendere, Attila İlhan’ın tanımlamasıyla “makas” müşterek vasfının bizim üzerimizden kaldırılmasına dayanıyor. İstiklal Harbi, müşterek tükenişi beraberinde getirdiği için millet bağımızı yeniden kurmuştu. Sadece Kürt ulus kimliğinin inşasıyla ilgili değil; coğrafi ve kültürel birimlerin kazanımlarını sahiplenme güdüsü kendilerini millet bütününün üstüne çıkarıyor. İşte son yaşadığımız “vize krizi” bunun bir göstergesi.

Siyasal zemine oturtarak izah etmenin ötesinde hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı köşeye sıkıştırıp, belki de iktidarını elinden alabilmek için şimdiden ABD’nin tarafına geçenler, umutlarını koyulttular bile. Anti-Amerikancı dile sahip olanların dahi Amerika’dan medet umar hale düşmelerine kaygılanmalıyız. Millet bağını çözecek karışımlar siyasal karşıtlıklar üzerinden kurulurken siyaset anlayışının etkisini gözardı edemeyiz; Türkiye’nin esaslı sorunlarından birinin siyasetin “kimlikler” üzerinden yapılması olduğuna dikkatleri çevirmenin sırası...

Siyaset bir “taraf” olmaktır; bu açıdan içinde “ben ve sen” karşıtlığı barındırsa bile dikotomik ayrıma gitmez, düşmanlık kesbedecek çatışmaya götürmez. Fakat bizdeki “kimlik siyaseti” etkin fay hatlarımız nedeniyle otomatikman “cephe siyaseti”ne vardırıyor işi... öyle olunca siyasal çatışmalardan çok etnik, mezhep, tarz-ı hayat üzerinden millet bağını kopartacak dil kendiliğinden kuruluyor.

Bir şekilde dindar-seküler ayrımını ortadan kaldırarak bu topraklara bağlılığı kuvvetlendirecek yeni mensubiyet kanalları bulmamız gerekiyor.

Ekonomik gelişmişlik... cennet vatan toprağı... aynı kıbleye dönmek... kardeşlik bağları... ortak düşman... kadim tarih... folklordaki aynılık... gelenek ve göreneklerimiz... bunların kapitalist dünya sistemi, klan devletler modeli karşısında etkisini yitirmeye başladığı açık.

Muhtemelen küresel finans merkezinin vaatleri beka kaygısını örtüyor, millet bütününün çökmesine rağmen parça parça kurtuluşun mümkün olduğuna kanaat getirenler kıyamete odun taşımaya devam edecek.

Üst kimlik inşasını yeniden yapmak, ortak kader, ortak kurtuluş bilincinin yükselmesini “savaşarak millet olunur” yargısıyla birleştirmez, millet bütünlüğünü kuramazsak işte o zaman sahiden tükeniş başlar.

Sorunlarımızın kökleri

Türkiye’nin meselelerinden birisi de bununla bağlantılı olarak yerli ve milli kavramları etrafındaki tasfiyecilik olarak görülüyor. Millet bağını kurmak için savaşmak ile lümpen şiddetini, linç kültürünü karıştıran samimi ama şuursuz bir damarımız var. Bu topraklara ayaklarını basmaktan öte fikri, estetik, ideolojik bir alt yapısı olmayan yerlilik, millet bağını çözecek tasfiyecilik ile örtüştürülen millilik sadece etnik alanda değil her türden çatlaklarımızı genişletmeye dönük çalışıyor.

Biz bir şekilde İstiklal Harbi sonrasında ulus-devlet kursak bile “İmparatorluk idealini, ihtimalini, toplumsal yapısını” bu dar sınırlarda yaşatmayı başardık; o yüzden de millet bağını sıkılaştırabildik.

Bugün gelinen süreçte milletten etnik ayrışmaya, öncü-kurucu Türklükten ülkücülüğe, İslami zihniyetten liberal dindarlığa, bin yıllık birikimden Kemalist reflekslere geçiş yapmaya bu sefer sahiden ulus-devletin daraltıcı vasfına dönmeye başladık.

İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasından oluşan “büyük müesses nizam”ın her türlü etnik, mezhep, kültürel farklılaşmayı aynı müşterekte birleştiren kimliğini yenilemeliyiz... bugünkü meselelerimizin pek çoğunu böylece halledebiliriz de... Cari, kısır tartışmalar için tarihe dönmekten çok bu büyük müesses nizama bakıp yeni siyasetler, yeni kavramlar geliştirmek mecburiyetindeyiz.

Türkiye’nin güncel meseleleri esasında modernleşme döneminin tümünü, Anadolu’nun İslamlaşmasından sonraki zaman dilimini içerecek kapsayıcılıktadır. Beka kaygısı içindeyiz evet ama bunun adını koymak, somutlaştırmak zorundayız aynı zamanda. Kıbrıs meselesi, Kürt sorunu, referandumla ayyuka çıkan arkasında İsrail ve ABD’nin olduğu Kürdistan en ciddi olanları... Tabi bununla ilintili olarak belirttiğimiz gibi millet bağını korumak başta gelen sorun.

Siyasal alana yakından bakınca bu retorik yoğun problemlerin söylem düzeyinden öteye geçemediğini görüyoruz. Siyasi tezlerimizin “tek adam/diktatör” argümanına kilitlendiği görülür.

Muhalefetin 15 Temmuz’dan umutlu olduğu, yaşadıkları hayal kırıklığı ve kontrol kaybından anlaşılabiliyor. Marjinal soldan CHP’ye, yaşam tarzı ulusalcılığına kadar muhaliflerin aynı dilde buluşması cari meselelerimizin başında geliyor. Bitmeyen sorunumuz mu; çok net... Arkasına gavuru alma başarısını gösterme. Türkiye’de iktidarı devirmek için Batı desteği alanlar içeride rahatlıkla “halkın içinden siyaset” yaptığını söyleyebiliyor. Bu meselelere tabii devlet varlığını eklemek de gerekir.

Kerim devlet yapısına sahip toplumumuzda dünya sisteminin devlet mekanizmasını çökerttiğini görmezsek millet bağını da kuramayız. Örnek mi, hendek savaşları.

Güçlü devlet, kurumları işleyen, hiyerarşisini sağlam tutabilen, siyasal alanı organize edebilen, millet ile irtibatını gözetendir. Gezi hadisesinde varlığını görebilsek de Kobani olayları ve FETÖ girişimlerinde aktüel meselelerimizden birinin devlet çarkının sorunsuz dönüşü olduğunu müşahede ettik.

Kontrol kaybı linç kültürüyle kapatılırsa millet bağı kendiliğinden çözülür.

Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri de 2019 düzenine giden yolun hayli taşlı olmasıdır. 2019 düzeni bütün yapısal sorunlarımızı çözebilecek yenilenmeye teşne olabilir; fakat bu yönde herhangi bir heyecan ve umut uç vermiş değil.

Sadece o mu... 2019 düzenini kuracak yolda bir doktrin ve doktrinerin bulunmaması ciddi sorunlar doğurur. 2019 düzeninin ideolojik alt yapısının kurulması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini kuvvetlendirecek.

Türkiye’nin bugünkü meseleleri, dünkülerden çok da ayrı değil esasında; eğitim konusunda, kültürde, hukukta, sporda ciddi boşluklar, problemler mevcut. Ekonomide belirgin bir yaşam düzeyine kavuştu Türkiye, fakat genişleyen orta sınıf yeniden daralmaya başladı, alt gelir grubunun imkanları çok yüksek olsa bile kaygan bir zeminde duruyor.

Belki bu iktisadi göstergeler toplumsal yapıyı da etkileyecek... Mesela yeni ve yaygın bir sınıf olan prekaryanın, AK Parti iktidarına doğan maddi imkanları yüksek gençliğin dindar ve İslamcı bile olsa AK Parti karşıtlığı... Bunun da ötesinde gençliğin maaşlı burjuva olma, devlette yüksek maaşlarda çalışma zihniyeti, zanaat sahiplerinin zordan kaçarak asgari ücretle prekarya sınıfına girme azmi ciddi tehdit oluşturuyor.

Kaçmadan yüzleşmek...

Türkiye’nin siyasal olduğu kadar çok ehemmiyetli fikri, edebi, kültürel, zihni problemleri var... Davranış sorunları mühim, en önemlisi lakaytlık.... Hayatı ciddiye almayı, düzeyli yaşamayı, rafine zevklere sahip olmayı önemsemiyoruz.

Bu yüzden komedimizde, edebiyatımızda çok ciddi gerilemeler yaşıyoruz. Kısırlık kadar kalite sorunu listenin başına yazılıyor.

Kalite kavramını da yine kendi meşrebimize göre düzenliyoruz; kaliteli insanların uygun makamlarına getirilmediğinden yakınırken hassaten ilim adamlarının, uzman bürokratların siyasete atılmayı, sahalarında Türkiye’yi parlatmanın önüne koyduklarını görmezden geliyoruz.

Bu açıdan evet, edebiyatta, matbuatta kalite sıkıntısı yüksek, trol egemenliği aydını-entelektüeli saha dışına itti. Fikirden değil seçilmiş olma endişesinden beslenen entelijansiya-aydın hükümranlığı var. Elitin, güzide sınıfın bulunmamasından neş’et eden ayarsızlık mevcut. Buna görece seçkinlerin, orta-üst sınıfın lümpenleşmesini ekleyebiliriz.

Sosyal medyayı yeni kullanmaya başlayan ergenlerden üstad konumundakilere kadar herkes dostluğun kaybolmasından, güvensizlikten, kariyer uğruna terk edilmekten mustarip; ahlak vurgusu zaten başlara yazılıyor. Bu değer yitimi yakınmaları insan kavramının ortaya çıkışıyla yaşıt. Fakat samimiyetsizlik, gerçek fikrini açık etmeme, her türlü siyasi olay karşısında şerbetli olma yaygınlaşmaya başladı.

Ortada bir gerçek var ki Kemalist statükoyla girilen kültür savaşında çok da parlak sonuçlar alınmıyor. Türkiye’nin esaslı sorunlarının başında ideolojilerin, düşünce hareketlerinin tezlerini git gide kaybetmesi geliyor. İslamcılık, sosyalizm, milliyetçilik, muhafazakarlık iki karşıt kutupta yer almaya kilitlenirken feminizm, ulusçuluk daha zinde kalabiliyor.

Gerilere, hayli gerilere giderek esas meselemizle yüzleşmemiz gerekiyor. Sadece modernleşme dönemiyle başlamadı, İmparatorluğun yükselişiyle beraber bir varoluş problemiyle karşı karşıyayız. Dünyadaki varlığımızı tanıma, tanımlama, anlamlandırma sıkıntısı çekiyoruz. Bu beraberinde din meselesini doğuruyor.

Türkiye etnik açıdan değil sadece her türlü grubun devlet ve toplum içinde özerkleşme kavgasının acılarını da taşıyor. FETÖ gibi 27 Mayıs sonrasında piyasaya çıkarılan grupların İslam anlayışı yanında DEAŞ, neo-selefilik ve neo-liberal dindarlık da tehlike kaynağı olmayı sürdürüyor.

Bu topraklarda pek çok ideoloji, akım, hareket hayatiyet buldu, bulacak da; fakat biz millet olarak sürekli içimizdeki ötekilerle çarpışma rahatlığını yüceltirken dünya sistemine topyekûn bilenmeyi terk ediyoruz. ABD ile vize krizinin bitmesi için dua eden sayısındaki artış bizdeki kapitalist düzen karşıtlığının çok zayıf olduğunu, milli ve yerli söylemin, milliyetçi dilin bizim kapitalizmi 400 yıl erteleten İslami nizamımızı gözlerden uzak tutmaya yaradığını gösterir.

Haliyle Türkiye’nin İslami dönüşüm geçirmesi, gündelik hayatımızda İslami ilkelere göre nefes alıp vermemiz gerektiğini söyleyen de kalmadı artık!

Temel sorunumuz tam da burada başlıyor; Müslümanlar hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini, hesap gününde sorguya alınacağımızı unuttu, nimet verenin ve ceza kesenin Amerika olduğunu düşünüyor. Bizi biz yapan varlık felsefesini gözden çıkardık, Allah, evren, insan ve Müslüman kavramlarının neye tekabül ettiğini de düşünmekten kaçıyoruz, esas sorunumuz da kaçmak zaten!

@Ercnyldrm1