Türkiye’nin bürokratik oligark ile imtihanı

Abdülkadir Özkan / YAZAR
25.06.2016

Son günlerde yaşanan bazı tatsız olaylar “eski Türkiye” hastalığının yeniden nüksetmeye başladığının habercisi gibi. İstanbul Erkek Lisesi öğrencilerinin okul müdürünü protesto etmek amacıyla başlattıkları, sonrasında İstanbul’un tarihî birkaç lisesine de sıçrayan eylemler dizisi, beraberinde öğrencilerce kaleme alındığı söylenen ve imzalanan bildiri, Cihangir’de oruç tutmadıkları gerekçesiyle Koreli turistlere ait bir mekâna “müptezel” bir grubun saldırısı, ardından muhafazakâr komşulara uygulanan “İslamofobik mahalle baskısı” son günlerin dikkat çeken başlıklarından.


Türkiye’nin bürokratik oligark ile imtihanı

Yakın geçmişten tanıdığımız bu “patalojik” davranış bozukluklarının yeniden ısıtılarak sahneleniyor olmasının üzerinde derinlemesine durmak lâzım. Birbiri ardına gerçekleşen “tatsız” olayların hangi parametreler üzerine inşa edildiğini, ne tür toplumsal talepler barındırdığını, iç ve dış kaynaklarıyla hangi mühendislik projelerinin birer uzantısı olduğunu da doğru anlamak gerekiyor. Söz konusu eylemlerin üst akıl destekli bireysel yahut toplumsal birer “kalkışma” hazırlığı olması, toplumsal kaygıları öteleyen ve görmezden gelen devlet içinde kümelenmiş “gayri millî bürokratik oligarkların”, siyaseti ve toplumu yeniden şekillendirmek isteyenlerin hedefledikleri kaos ortamının oluşmasına zemin hazırladığı gerçeğini de değiştirmiyor maalesef. Bu da üzerinde durulması gereken bir başka konu.

Gezi olaylarında ortaya çıkan tablo işin geniş bir özeti olarak değerlendirilebilir. Uzun yıllar Türkiye’de muhalefet partilerinin toplumsal talepleri görmezden gelen umursamaz politik tavrı, halktan kopuk sözde halkçı siyaset modeli, iktidar karşıtı kesimlerin kendi siyasî temsillerini aradıkları, “biriken gaz sıkışması” sonucu farklı fraksiyonların tepkilerini dile getirdikleri, çok da masumane olmayan ancak başlangıcı itibarıyla demokratik sayılabilecek bir “ağaç eylemi” olarak karşımıza çıktı. Daha sonra sürece dâhil edilen “istihbarat uzantılı” eylemciler, yasa dışı örgütler ve terörist grupların da etkisiyle asıl meselenin ağaç değil Türkiye’de mevcut iktidarı devirmek, ülkeyi siyasî ve ekonomik istikrarsızlığa sürüklemek üzere AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan karşıtlarının piyon olarak kullanıldığı bir darbe girişimi olduğu anlaşıldı. Ancak Gezi olaylarının kalkışma boyutuna ulaşmasına imkân sağlayan, çadırları ateşe veren, orantısız güç kullanan kimi kamu görevlilerinin adlî ve idarî soruşturmalar sonucu “devlet içinde kümelenmiş bürokratik oligarklardan” oluşan “paralel bir çetenin” mensubu olduğunun tespit edilmiş olması yaşanan her tatsız olayın derinlemesine irdelenmesini zorunlu kılıyor. Gezi’de olayları çığırından çıkartarak gerekli ortamı hazırladıkları hâlde gerçekleştiremedikleri “darbeyi” 17 ve 25 Aralık dosyalarıyla hayata geçirmek isteyenlerin aynı merkezden komuta ediliyor olması tesadüf olmasa gerek.

Basına yansıyan iddialar okula ait vakfa sorulmadan atanan yeni müdürün öğrencilerle intibak sağlayamadığı, öğrenci ve velilerin tepkileriyle karşılaştığı, bu nedenle müdürün okulda istenmediği yönündeydi. Süreç sıradan bir protesto olarak başlayıp İstanbul Erkek Vakfı yetkililerinin söz konusu şikâyetleri Millî Eğitim Bakanlığı’na ulaştırmasıyla sona ermiş olsaydı; kurulduğu günden bugüne kadar siyaset, sanat, edebiyat ve iş dünyasına önemli isimler kazandıran böylesi köklü bir okulun mensubu olan öğrencilerin gösterdikleri tavır salt tepki formatında kalabilseydi bütün yaşananları gençlik heyecanının sonucu arızî ama demokratik bir tepki olarak görmek mümkündü. Ancak eylemin “şehvetine” kapılan öğrenciler tarafından kaleme alındığı açıklanan ve diğer liselere de topyekûn kalkışma çağrısı yapan bildiride eylemler üzerinden siyasete yön verme iştiyakını hiç kaybetmeyen birilerinin parmağı olduğu açıkça görülüyor. Son yıllarda Türkiye’de sürekli ısıtılarak tekrar tekrar sahneye konulan demokratik tepki kılıflı isyan girişimlerinin kodları dikkatle incelendiğinde faillerin kimler, yönlendirildiği merkezî aklın ise kimlere ait olduğu gerçeği kolayca fark edilebilecektir.

Öğrencilerin kaleminden çıktığı belirtilen söz konusu bildiri dil ve üslûp bakımından da ciddî sorunlar barındırırken metnin bir öğrenci bildirisi olduğuna inanmak çok zor. Metindeki satır arası mesajlara bir göz atalım:

“Nitekim bir İstanbul Erkekli vicdani muhakemesiyle öz idaresini sağlayabilme gücündedir... Toplanın, örgütlenin, durun kol kola herkes duyana kadar. Bağır bağır bağırın: Bizler özgür düşünceden yanayız. Bizler demokrasiden yanayız. Bizler insan haklarından yanayız. Ve bizler sevgiyi, kardeşliği daima her şeyin üstünde tutacağız. Bilin ki, nefesiniz kesildiğinde abileriniz, ablalarınız inletecektir bu koridorları. Sizler cinayeti gören kör kayıkçılar, herkesin önünde kalkan tek yumruk, sizden sonrakilerin sırtını yaslayacağı aydınlar, bir kurtarıcı beklemeden kurtarıcınız kendiniz olmalısınız. Olacaksınız. Bu güç sensin. Bu güç damarlarında, beyninde, sende. Karayeller başına indirmeden çatını: Artık ses ol, ışık ol, yumruk ol!”  Kendi öz idaresini sağlayabilme yetisinden söz eden bildiri “yumruk ol” sloganıyla bitiyor. Dil, üslûp ve tarz siyaset gündemimize yabancı değil. “Demokrasi bildirisi” olarak beyan edilen metnin “yumruk ol” sloganıyla sonlandırılmış olması işin özeti aslında. Henüz lise çağındaki gençleri yumruk olmaya davet eden bu bildiriyi kaleme alanlar sonuçlarının gençlerin hayal dünyasında ne tür kırılmalara yol açacağını iyi hesaplamış olmalı. Gençleri demokratik tepki görünümlü eylemlerle geri dönüşü olmayan bir yola sokmayı plânlayan, kalkışma ruhunu Çanakkale’nin gizli kahramanları 15’lilere benzeten “aklın” kendi “öz idaresi” uğruna gençlerin “ideallerini ve heyecanlarını” acımasızca kullanan, istismar eden, vatan hainliğiyle eşitleyen “ölüm şebekelerinden” bir farkı olabilir mi? Benzer bir soruyu gençlerin makul kaygılarını ve taleplerini görmezden gelerek, kulak arkası eden, bir karşıtlık ruhunun oluşması için gecesini gündüzüne katan, çatışmacı ortamlara zemin hazırlayan devlette kümelenmiş, kendilerinden başka hiçbir kutsalı olmayan “bürokratik oligarklara” da yöneltmek yerinde olur sanırım.

Zor dönemeç

Türkiye ciddî bir sarmalın içinde mücadele ediyor. Bir yanda Türkiye’yi siyasî istikrara ve refaha kavuşturmak için -doğrularıyla yanlışlarıyla- samimî mücadele yürüten bir iktidar, diğer yanda politik yetersizlikleri nedeniyle siyaset üretemeyen, iktidar karşıtlığını nefret söylemine büründüren bir muhalefet, başka bir tarafta Kuzey Suriye’de kurulması için heveslenilen Kürt Devleti heyecanıyla hayal kuran, kendisini darı ambarında gören etnik köken siyasetçileri, diğer bir tarafta ise sosyal sorunlar üzerinden halkın sinir uçlarına profesyonelce dokunmayı ihmal etmeyen, Recep Tayyip Erdoğan muhalifliği özelinde hiçbir değer tanımaksızın bir araya gelen, çeşitli işbirlikçileri üzerinden darbe plânları yapmaya devam eden “paralel çete” mensuplarının bürokraside devam eden inanılmaz varlığı... Stratejik müttefik Birleşik Devletler’in Türkiye’nin kaygılarına rağmen Suriye’de artarak devam eden YPG/PYG işbirliği, Almanya ile ilişkilerin en iyi olduğu dönemde parlamentoda kabul edilen sözde “soykırım” yasası, Rusya ile devam eden anlamsız gerilim... Başlıkları çoğaltmak mümkün. Türkiye zor bir dönemeçten geçiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son 14 yılda en zorlu dönemeçlerde bile Türkiye’nin başarıyla ayakta kalmasını sağlayan bir lider olarak siyasetteki etkin varlığı gelecek adına önemli bir parametre ve umut ışığı. Muhalefetin basmakalıp, eskimiş, zaman aşımına uğramış dogmatik söylem ve anlamsız kaprislerle Türkiye’ye vakit kaybettirmesi muhalefet partilerinin millî duruşuyla çelişiyor. Ülkenin ve siyasetin en büyük ihtiyacı vekillerinin sokakta eylem yaptığı değil, mecliste değer üreten politikalara imza attığı bir siyaset modeli. Ülkenin kaybedecek bir dakikası bile yokken siyasetçilerin aklıselim ile gelecek plânları üzerinde kafa yorması artık kaçınılmaz.

Türkiye, terör ve “paralel çete” ile mücadelesinde artık kesin netice almak zorunda. Bunu yaparken ekonomide her hangi bir olumsuzluk yaşanmasına müsade edilmemeli; eğitim ve kültür konuları ise en önemli gündem maddesi olarak masada yer almalı. Devlet-millet kaynaşmasını bozabilecek hiçbir adıma izin verilmeden, halkın istikrarlı yönetimi güncel sorunlara çözüm üretecek yeni bir modellemeyle yeni anayasayla tesis edilmeli.

Bütün bunların hayata geçirilmesi çok mu zor? Hem evet, hem hayır, “devlet içinde kümelenmiş bürokratik oligarklar” var ve etkin olduğu sürece çok zor.

[email protected]