Türkiye’nin bütünleştirici dış politikası ve stratejik yalnızlığı

Dr. Talha Köse - İstanbul Şehir Üniversitesi
7.09.2013

Türkiye’nin yalnız görünmesinin sebebi bölgede yapıcı ilişkiler üzerinden bütüncül düzen kurma iddiası. Türkiye, İran, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır’ı stratejik açıdan düşman olarak görmemekte ve bütün bu aktörlerle bağ kurma ve bu aktörler arasında köprü olabilme potansiyelini korumaktadır.


Türkiye’nin bütünleştirici dış politikası ve stratejik yalnızlığı

Dr. Talha Köse - İstanbul Şehir Üniversitesi

Son zamanlarda Türkiye’nin genel olarak uluslararası alanda, daha özelde de Ortadoğu’da yalnızlaştığına dair tezler sıkça dile getirilmekte ve bu iddialar çeşitli forumlarda tartışılmaktadır. Bu tartışmaların bir kısmı salt siyasi gerekçelerle dile getirilen eleştiriler mahiyetindedir, bir kısmı ise Türk dış politikasının işleyişine dair teorik eleştirileri de bünyelerinde barındırmaktadır. Türkiye’nin bölgede yalnız görüntüsü yapısal bir yalnızlaşma değil Ortadoğu’nun geleceğine dair bölgedeki diğer aktörlerle fikir ayrılıkları ile ilgilidir. Türkiye son yıllarda bölge için “bütünleştirici bir dış politika paradigması” geliştirmeye çalışmıştır. Özellikle ekonomik, kültürel ve toplumlararası ilişkilerde tabandan ve çok boyutlu etkileşimlerin yanı sıra diplomatik alanda yumuşak güç, çatışma çözümleri, bölgesel işbirliği forumlarını önemli dış politika araçları olarak kullanmıştır. Türkiye bölgesel sorunların sömürgecilik ve Soğuk Savaş gibi bölgeye dışarıdan dayatılan yapıların sonucu olduğu, dolayısıyla bu tarz yapılara karşı bütünlüklü bir mücadelenin gerekli olduğu kanısındadır. Türkiye’nin son on yıllık dış politika pratiği incelendiğinde bu yaklaşımla paralel faaliyetlerin birçok alanda hayata geçirilmeye çalışıldığı görülebilir. Bütünleştirici dış politika yaklaşımının istenen neticeleri vermemesinde bölgedeki diğer yerel aktörlerle fikir ayrılıklarının önemli rolü vardır.

Türkiye’nin hayata geçirmeye çalıştığı bütünleştirici dış politika paradigması yalnızca Türkiye’nin çabaları ile gerçekleşebilecek bir vizyon değildir. Bu planda önemli aksamalar olmasının en önemli sebeplerinden biri, bu planın bölgesel koordinasyon ve çok boyutlu eşgüdüm gerektirmesidir. Bu dış politika yaklaşımı diğer önemli uluslararası aktörlerce ve özellikle de Türkiye’nin çevre bölgelerindeki muhataplarınca tam olarak benimsenmemiştir. Bölgesel çatışmaların ve rekabetin yoğun olduğu Ortadoğu’da İran, Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve İsrail gibi aktörleri ortak hedefler doğrultusunda bir araya getirmek son derece zordur.  Bununda ötesinde söz konusu aktörlerin birbiri ile taban tabana zıt bölgesel hedefleri vardır. Bu nedenle bölgesel işbirliğindense rekabet seçeneklerini tercih etmektedirler. Bölgesel stratejilerini çetin bir rekabet üzerinden yürüten ve rekabeti sıfır toplamlı oyun olarak gören aktörler, Türkiye’nin çoklu dış politika yaklaşımından da rahatsızlık duymaktadırlar. Her bir aktör Türkiye’yi çoklu işbirliğinin ortağı olarak görmektense güvenilir bir müttefik olarak kendi yanlarında görmeyi tercih etmektedir.

Suud ve Şii karşıtı dış politika

Suudi Arabistan Selefi akımlar üzerinden Şii karşıtı bir dış politika benimserken, İran’ın ise son dönemde bölgede daha kapsayıcı İslamcı dış politika söylemini bir kenara iterek mezhepçi bir dış politikayı tercih ettiği görülmektedir. Suriye, Irak ve Lübnan’daki hükümetler ise kapsayıcı bir dış politika perspektifi geliştirememişlerdir. Devlet yapılarının zayıf olduğu bu ülkelerin bölgesel vizyonları, etkili etnik ve mezhepsel gruplarının çıkarları ve bölgesel ittifakları ekseninde şekillenmektedir. Bu da bölgesel istikrara katkı sağlamadığı gibi kendi içlerindeki etnik ve mezhepsel kutuplaşmaları da daha fazla körüklemektedir. İsrail ise kendini tehdit etmeyecek her türlü bölgesel gerilim ve kutuplaşmanın kendi çıkarına olduğunu düşünmektedir. Böylesi ayrıştırıcı rekabetin yaşandığı bir ortamda Türkiye’nin çok boyutlu bölgesel etkileşim ve güven inşası çabaları etkisiz kalmaktadır.

Türkiye’nin özellikle Suriye krizinden sonra daha net bir şekilde ortaya çıkan diğer bir önemli kısıtı ise böylesi bütünleştirici dış politikayı destekleyecek ve gerektiğinde alternatifi olarak kullanılabilecek zorlayıcı dış politika araçlarının sınırlılığıdır. Türkiye çatışma çözümleri, arabuluculuk, ekonomik entegrasyon, toplumlararası etkileşim ve demokratikleşmeye odaklanmıştır. Türkiye dışında kapsamlı bölgesel vizyonu olan diğer üç ülke, İran, Suudi Arabistan ve İsrail’in her birinin kendine özgü zorlayıcı dış politika araçları mevcuttur. Örneğin İran bölgedeki paramiliter yapılanmalar ve devlet dışı aktörlerle sıkı bağları sayesinde bölgede mezhep eksenli kapsamlı bir vekalet savaşını yürütebilmektedir. İran devletinin resmi paramiliter güçlerin yanı sıra, Irak’taki Şii gruplarla yakın temasta olduğu, Esad rejiminin en büyük destekçisi olduğu ve Lübnan’daki Hizbullah’a da önemli ölçüde destek sağladığı bilinmektedir. Zaman zaman bölgedeki illegal yapılanmalarla da yakın ilişki kurarak kendi stratejik önceliklerini dışlayan düzen ve istikrar girişimlerini etkisiz hale getirebilmektedir. Bu faaliyetler İran’a sahada önemli bir stratejik üstünlük sağlamaktadır.

Ortadoğu’da İsrail dengesi

Bölgenin diğer etkili aktörlerinden Suudi Arabistan ise Selefi ideolojiyi ve petrol fiyatlarının son on yılda hızla artmasının ardından ortaya çıkan petrol gelirlerini etkili dış politika araçları haline dönüştürmeyi başarabilmiştir. Suudi Arabistan 600 milyar dolara yaklaşan petrodolar fonları ile hem Batılı güçler üzerinde bir etkinlik sağlamakta hem de bölgedeki bazı hükümetler ve Selefi akımların faaliyetlerini finanse etmektedir. Üstelik bölgesel gerilimler arttıkça petrol fiyatları daha artmakta ve bu durum ekonomisini petrol ihracatına dayandıran Suud ekonomisine artı fon olarak dönmektedir. Barış, istikrar ve çok boyutlu bölgesel işbirliğinin olduğu bir ortam, petro-dolarlar ve Selefi ideolojiden başka değer üretemeyen Suud rejimi açısından hiç de tercih edilir bir seçenek değildir. Bu nedenle “Arap Baharı” gibi bölgeye tabandan değişim getirebilecek ve işbirliğini önceleyen katılımcı siyasi yapıların oluşumuna ivme kazandırabilecek değişim süreçlerinden rahatsızlık duymaktadır. Kendi rejimine yönelik güvenlik risklerini ise ABD ile yapmış olduğu kapsamlı güvenlik anlaşmaları ile bertaraf etmeye çalışmaktadır. Nitekim Mısır’da İslamcıları tasfiye ederek eski rejim kalıntılarını yeniden iktidara getiren darbenin en büyük destekçisi Suudi Arabistan ve diğer Körfez emirlikleri olmuştur. Türkiye’nin ne Suudi Arabistan gibi ekonomik kaynağı ne de İran gibi sahada aktif olarak kullanabileceği paramiliter güçleri ve dini önderliği mevcuttur. En etkili zorlayıcı gücü Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olan Türkiye, NATO üyeliği çerçevesinde TSK’yı belirli protokoller dahilinde savunma ve caydırıcılık için kullanabilmektedir. Türkiye’nin pro-aktif olarak kullanabileceği zorlayıcı dış politika araçları diğer bölgesel aktörlerin faaliyetlerini dengeleyici mahiyette değildir.

Yahudiler Ortadoğu’nun kadim ve asli unsuru olmakla birlikte yayılmacı bir ideoloji ile kurulan İsrail devleti bölge için adeta dışarıdan eklemlenen bir yama gibidir. İsrail kurulduğu tarihten bu yana kendi güvenlik şeridini gittikçe diğer bölgesel aktörler aleyhine genişletmiştir. Bu genişletme ise kısmen bölge dışı Batılı güçlerin desteği ile olmuştur. Sınırları belli olmayan İsrail devleti, bölgenin kültürel, demografik ve iktisadi yapısı ile bütünleşmiş değildir.  İsrail’in bulunduğu bölgeyle entegrasyon sorunu ve bununla bağlantılı olarak yaşadığı güvenlik kaygıları bölgenin tamamı üzerinde bir gerilim oluşturmakta, bu gerilim ise otoriter rejimlerin kendi güvenlik eksenli gündemlerini rahatça devam ettirmelerine olanak sağlamaktadır.

‘İsrail sorunu’ çözülmeden...

İsrail devletinin bölgede ne demografik ne de jeopolitik derinliği vardır. Bu nedenle İsrail devletinin var oluşu güçlü bir orduya, Batılı güçlerin desteğine ve bölgedeki Müslüman ve Arap devletlerin siyasi bir bütünlük oluşturamayıp kendi aralarında çatışmalarına dayanmaktadır. Bölgesel bütünleşme ve işbirliği girişimleri İsrail’in bölgesel etkinliğine ket vurma potansiyeline sahiptir. Bölgenin en önemli aktörlerinden biri olan İsrail, bu nedenlerle geniş küresel etki ağını bölgesel bütünleşme stratejileri aleyhinde kullanmakta ve bu konuda Batılı müttefiklerinin de önemli ölçüde desteğini almaktadır. İsrail’in bölgedeki kapsamlı düzen girişimlerine destek vermesi beklenmemelidir. Nitekim İsrail, Filistin-İsrail sorununda kalıcı bir çözüme ulaşıncaya değin, bölgedeki diğer aktörlerin kendi aralarındaki gerilimlerden faydalanacaktır. Bölgedeki diğer rejimler ise İsrail tehdidi söylemi sayesinde kendi toplumlarındaki demokratik dönüşümlerin önünü tıkayabilmektedir. İsrail’in güvenliği ve bölgeyle entegrasyonu sorunları çözülmeden bölgede kapsamlı dönüşüm ve bütünleşme imkanlarının da önü kesilmektedir.

Bölgenin diğer önemli aktörleri, Türkiye’nin hayata geçirmek için çabaladığı bütünleşme stratejilerine ve bütünleştirici dış politika yaklaşımına son derece mesafeli durmuşlardır. Bölgede rekabete dayalı dış politikayı sürdürmek her üç önemli aktörün stratejik hedeflerine ulaşabilmeleri için kısa vadede tercih edilir senaryodur. Ancak her üç önemli aktör açısında da devam eden gerilimin farklı stratejik gerekçeleri vardır. Bu nedenle bu aktörlerin ortak bir hedef etrafında bir araya gelmeleri imkan dahilinde görünmemektedir. Türkiye’nin tüm bu olumsuz rekabeti dengeleyecek dış politik araçları yoktur ve Türkiye bu konuda diğer uluslararası aktörlerin desteğinden mahrumdur. Türkiye’nin bu girişimlerine Katar’ın kısmi katkıları söz konusudur ancak bu politikanın aleyhinde olan diğer aktörler düşünüldüğünde Katar’ın desteği son derece sınırlı kalmaktadır. Türkiye bu parçalı tablo içerisinde kendine konu bazlı müttefikler bulabilmektedir. Türkiye, Mısır konusunda AB ülkeleri ile daha yakın koordinasyon içinde olurken, Suriye konusunda Suudi Arabistan ile eşgüdüm içindedir. Türkiye açısından bütünleştirici dış politikanın alternatifi bölgesel gerilimlere doğrudan taraf olmak değil, daha parçalı ve konu bazlı bir dış politika sürdürmektir.

Türkiye hâlâ köprü ülke

Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikasında yalnız görünmesinin en temel sebebi bölgede yapıcı ilişkiler üzerinden bütüncül düzen kurma iddiası olan tek aktör olmasıdır. Türkiye darbe öncesine kadar Mısır’ı bu kapsamlı bütünleştirme çabası ve bölgesel işbirliği girişimlerinde stratejik ortak olarak görmekteydi. Ancak Mısır’da darbe sonrası yaşanan siyasi dönüşüm, Mısır’ın da bölgedeki gerilime dayalı statükoyu devam ettiren aktörlerden biri olmayı sürdüreceğini teyit etmiştir. Diğer aktörlerin de bu durumdan pek rahatsızlık duyduğu söylenemez. Suriye’de devam etmekte olan iç savaş da bölgedeki kutuplaşmayı artırarak işbirliği imkanlarının önünü tıkamaktadır.

Türkiye’nin bu karmaşık tabloda üç temel avantajı söz konusudur. Türkiye, İran, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır ile zaman zaman gerilimler yaşamakla birlikte bu aktörlerin hiçbirini stratejik açıdan düşman olarak görmemektedir. Yakın geçmişte bu aktörlerin her biri ile bahar havasında ilişkilerinin olduğu dönemler olmuştur. Özellikle ekonomi alanındaki işbirlikleri ve ticaret hacmi siyasi fikir ayrılıklarına rağmen artarak devam etmektedir. Ancak bu aktörlerin birbirleri ile olan ilişkileri konusunda benzeri bir durum söz konusu değildir. İran ile Suudi Arabistan; İran ile İsrail birbirlerini düşman olarak görmektedirler, Suudi Arabistan ile İsrail’in ilişkileri de yok denecek kadar zayıftır. Türkiye’nin bütün bu aktörlerle bağ kurma ve bu aktörler arasında köprü olabilme potansiyeli halen mevcuttur. Türkiye’nin bu ülkelerin kamuoyları nezdinde büyük ölçüde olumlu şekilde algılanması da Türkiye açısından ümit vericidir. Türkiye’nin bir diğer avantajı ise Avrupa Birliği ve Batılı ülkelerle çok yönlü ve köklü ilişkilere sahip olmasıdır. AB ile ilişkilerde konjonktürel dalgalanmalar yaşanmakla birlikte demokratikleşme ve ekonomik entegrasyon konularında fikir birliği mevcuttur. AB Ortadoğu’daki sorunlarda ve güvenlikle ilgili anlaşmazlıklarda diplomatik seçeneklerin daha aktif kullanılmasına sıcak bakmaktadır ve bu da Türkiye’nin öncelediği yaklaşımdır. Avrupalı sivil toplum kuruluşları da kültürden, eğitime, insani yardımdan barış inşasına birçok alanda yapıcı katkıları ile bölgede istikrarın tesisine destek olmaktadırlar. Bahsedilen konularda değerli deneyim ve birikime sahip olan AB ülkeleri ile Ortadoğu’nun istikrarı konusunda eşgüdüm ve koordinasyon,  hem Türkiye’nin ve hem de AB’nin bölgesel çıkarlarına katkı sağlayacaktır. Sıcak çatışmaların halen devam ettiği Ortadoğu’da, Türkiye şimdilik konu ve tema bazlı müttefiklerle yetinmektedir. Ancak bölgedeki barış girişimlerinde ve bütüncül düzen arayışlarında Türkiye merkezi konumda olacaktır.

[email protected]