Türkiye’nin demokratik bütünlüğü

Mehmet Uçum / Hukukçu-Ak Parti Kars Milletvekili
5.09.2015

Türkiye toplumunun, Kürt sorunu dahil tüm sorunlarının çözümüne ilişkin yeni siyasal perspektifi; yerelden temellenerek merkeze yükselen başkanlık ve yerelden merkeze kadar örülen meclisler sistemi ile halk-devlet ilişkisini yeniden yapılandıran ve halkın devlet üzerindeki etkisini artıran böylelikle üniter yapıyı da güçlendiren bir içeriğe sahip olmalıdır.


Türkiye’nin demokratik bütünlüğü

1. Çözüm Sürecinin İradi Tarifi ve Zaman İçinde Değişen Anlamı

Çözüm süreci, Kürt sorunu üzerinden yürütülen şiddet politikalarının ve silaha dayalı pratiklerin bitirilmesi amacıyla başlatıldı. Ak Parti hükümetleriyle Kürtlere yönelik inkâr ve asimilasyon politikaları, baskıcı devlet pratikleri sona erdirildiği için Kürt sorununun şiddete dayalı bir kalkışma oluşturan ve kısmen meşru kabul edilen özelliği ortadan kalktı. Özellikle 2014 Mart ayında yasalaşan Demokratikleşme Paketi ile 2014 Temmuz ayında kabul edilen Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirme Yasası’ndan sonra Kürt sorunu genelde demokratikleşme sürecinin bir parçası haline dönüştü. Her ne kadar çözüm süreci silahsızlanmanın sağlanması, silahlı unsurların ülkeyi terk etmesi, geri dönüşler ve koruculuk sisteminin kademeli tasfiyesi olarak planlandıysa da pratik içinde bu somut içeriği aşan bir anlam ortaya çıktı. Buna göre, iradi olarak çözüm sürecinin içeriği bakımından belirlenen unsurlar çözüm sürecinin sadece bir boyutu haline dönüştü. Çözüm süreci, objektif olarak birçok farklı boyut kazandı:

Türkiye’nin Demokratik Bütünlüğü Boyutu: Çözüm sürecinin Türkiye’nin bütünlüğünü koruyarak demokrasisini geliştirme üzerinden yürütülmesi gereken yönü.

Güvenlik ve Toplumsal Bütünleşme Boyutu: Silahsızlanma, barışın geri dönüşsüz tesisi, geri dönüşler, koruculuk sisteminin ıslah yoluyla tasfiyesi.

Ülkesellik Boyutu: Çözüm sürecinin içerideki etki alanının sadece bir bölgeye ve bir kimlik grubuna ait olmaması tüm ülkeyi etkisi altına alma özelliği.

Bölgesellik Boyutu: Çözüm sürecinin Kürt sorununun merkezde olduğu bir süreç olması sebebiyle Orta Doğu’daki tüm Kürtleri ve bağlantılı olarak diğer toplumları etkileyen yanları.

Küresel Boyut: Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın küresel açıdan ekonomik ve politik güç savaşlarının alanı olması ve bunun çözüm sürecine etkileri.

Çözüm sürecinin çok yönlü hale gelen özelliği sebebiyle sadece bir boyutu esas alınarak çözüm süreci konusunda kanaatler oluşturmak ve kararlar vermek yanıltıcı olabilir.

2. Çözüm Sürecinin Özneleri

Merkezi Özne: Çözüm sürecinin temel ve merkezi öznesi icrai role sahip olan Devlettir. 6551 sayılı Yasayla Devlet tüm organlarıyla çözüm sürecinin sorumlu ve yürütücü yapısı haline getirildi. Bu yasa çözüm sürecini bir devlet politikasına dönüştürdü. Devlet, sürecin kamu otoritesini temsil eden merkezi öznesi olarak, çözüm sürecinde Türkiye’nin demokratik bütünlüğü boyutunu güvence altına alacak şekilde davranmak yükümlülüğü altındadır.

Muhatap Özneler: Çözüm sürecinin güvenlik ve toplumsal bütünleşme boyutu bakımından dikkate alınan öznelerdir. Bu boyut silahsızlanmayı ve kalıcı barışı içerdiğinden Öcalan liderliğindeki PKK, çözüm sürecinin bu boyutu açısından muhataptır. Ancak geri dönüşler bakımından Orta Doğu ve Avrupa’da yaşayan tüm yurttaşlarımız muhataptır. Koruculuğun ıslahı çerçevesinde tasfiyesi açısından ise korucular muhatap olmak zorundadır.

Taraf Özneler: Çözüm sürecinin Türkiye’nin demokrasisini geliştirme, demokratik bütünlüğünü koruma ve bütün ülkeyi etkileyen yönleri açısından ve ülkesellik boyutunu gözetmek bakımından Türkiye’deki tüm siyasi aktörler taraf öznelerdir. Örneğin bölgede güçlü olan Ak Parti, HDP/DBP, Hüda Par, aynı şekilde batıda yine Ak Parti, CHP, MHP başlıca taraf öznelerdir. Tüm Türkiye bakımından en kapsayıcı taraf özne Ak Parti’dir.

Sosyolojik Özne: Türkiye toplumu tüm bileşenleriyle tüm kimlikleriyle hangi bölgede yaşarsa yaşasın ülkesel seviyede çözüm sürecinin sosyolojik öznesidir. Türkiye toplumu, çözüm sürecini Türkiye’nin demokratik bütünlüğü, ülke seviyesindeki etkileri ve Türkiye demokrasisini geliştirme boyutları üzerinden takip ediyor ve gerektiğinde irade ortaya koyuyor. Çözüm süreci ancak Türkiye Toplumu ile birlikte yürütülebilir ve başarıya ulaştırılabilir.

Dış Özneler: Çözüm sürecinin bölgesel ve küresel boyutları sebebiyle devrede olan ve devreye girmeye çalışan bölgesel ve küresel güçler, dış özneleri oluşturuyor. Dış özneler bölgede bulunan güçler ile bölgede hesabı bulunan güçler olarak iki ayrı kategoride sınıflandırılabilir.

3. Devletin Konumu ve Öznelerle İlişki

Temel merkezi özne olan devletin çözüm sürecinde yer alan tüm özneleri hesaba katarak süreci yürütmesi bir zorunluluktur. Çözüm sürecinin boyutlarına göre özneleri farklılaştığından devlet her boyuta göre farklı özne ile farklı diyalog biçimleri geliştirebilir.

Bu nedenle devlet, çözüm sürecinde diğer tüm öznelerin üstünde yer alan bir konuma sahiptir. Bu konumuyla hiçbir özne ile eşit ilişki sürdüremez. Ancak bu durum devletin öznelerle diyalog içinde olmayacağı, iletişimi sürdürmeyeceği, görüşme yapmayacağı anlamına gelmez.

4. Çözüm Sürecinde Yaşanan Problemler

Oslo görüşmelerinin sızdırılması ve MİT soruşturma provokasyonları, Paris cinayetleri, Akil İnsanlar Heyeti’nin faaliyetinin son günlerine denk düşürülen Gezi Olayları, 17-25 Aralık darbe hamlesi, Yerel Seçimler ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesi yapılan hukuk dışı operasyonlar, 6-8 Ekim Kobani görünümlü Kürt iç savaşı çıkarma operasyonu, 2015 genel seçimlerinden önce silah, şiddet ve baskı esaslı seçim çalışmaları çözüm sürecinin yaşadığı bazı büyük sorunlardır. Ancak bunların ötesinde çözüm süreci istismar edilerek bölgede bir gölge devlet yapılanması oluşturulmaya çalışıldı. Baskıcı bir felsefeye dayanan bu yapılanma, bölgede yaşayan, başta Kürtler olmak üzere, herkes üzerinde egemenlik kurma çabasına girdi. Dolayısıyla çözüm sürecinde yaşanan somut problemlerin kaynağındaki siyasi problem; Türkiye karşıtı uluslararası/küresel güçlerin senaryolarına uygun olarak çözüm sürecinin bir egemenlik savaşına, bölgesel hükümranlık elde etme çabasına dönüştürülmesidir. PKK/KCK, özellikle Rojova’dan sonra çözüsürecini teritoryal egemenlik kurmak amacıyla kullanmaya başladı. Bulunduğumuz aşamada Türkiye’nin başta halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı olmak üzere demokratik merkezi ve demokrasi güçleri bir taraftan bürokratik kurumsal yapıyla egemenlik savaşı vermeye devam ederken diğer taraftan PKK/KCK ve onların legal yapılarıyla bir egemenlik savaşı verme konumuna getirildi.

5. Güvenlik Uygulamaları ve Çözüm Süreci

Çözüm sürecinde ülkesellik ve Türkiye’nin demokratik bütünlüğü boyutlarını ihlal eden bir teritoryal egemenlik savaşı çıkarıldı. 7 Haziran 2015 genel seçiminden sonra sudan bahanelerle sistematik olarak devreye sokulan  terör ve şiddet, kaos hedefine ve bölgesel egemenlik sağlamak amacına yöneliktir. Bu strateji gayri-milli (ülke karşıtı) bir özelliğe sahiptir.Türkiye’nin hem devlet olarak hem toplum olarak buna karşı tutum alması ve mücadele etmesi meşru bir haktır. Öte yandan PKK/KCK ve legal temsilcileri bölgedeki Kürt yurttaşlarımız üzerinde otoriter bir temsil ilişkisi kurdu. Demokratik temsil ilişkisinin karşısında yer alan bu tarz temsil ilişkisi, baskı ve vesayete dayalıdır. Bu durum, bölgede yaşayan  tüm yurttaşlarımızı tedirgin ediyor ve  çoğunluğu kendilerini güvensiz hissediyor. Bu otoriter temsil ilişkisinin tasfiyesi için de bölge halkını koruyan güvenlik uygulamalarının yapılması bir zorunluluktur. Türkiye toplumu, vesayet ilişkilerini siyasi temsilcileriyle tasfiye çabası içerisindeyken ve bu konuda bürokratik kurumsal vesayete karşı çok önemli kazanımlar elde edilmişken Kürt yurttaşlarımız üzerinde yeni vesayet mercilerinin oluşmasına izin vermek kabul edilemez.

Bu bağlamda yapılan operasyonlar, eski devlet anlayışının ortaya koyduğu güvenlik konsepti çerçevesinde ele alınamaz. Eski güvenlik konsepti, Kürt halkına karşı baskıcı devlet pratiklerini içeriyordu. Hak ve özgürlükler karşıtı bir anlayışa dayanıyordu. Oysa bugün halka karşı bir güvenlik uygulaması söz konusu değil. Tam tersine bunun yapılmasını önlemek devletin yükümlülüğüdür. Halkın güvenliğini sağlamak için ve daha da önemlisi bölgede fiilen tasfiye edilmiş ve yerine otoriter bir anlayış konulmuş hukuk düzenini yeniden tesis etmek için bu uygulamaların yapılması gerektiği herkes tarafından kabul ediliyor. Yani ülkenin bütünlüğünün korunması, kamu güvenliğinin sağlanması ve hukuk düzeninin tesisi için yapılması gerekenlerden kaçınılamaz. Ayrıca Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacı, demokratik bütünlüğü ve bu bağlamda hukuk reformu hedeflerinden de asla vazgeçilemez.

6.  Türkiye Milleti ve Çözüm Sürecinin Yeni İçeriği

Ülkemizin kurtuluş felsefesi 1920 Meclisinde ve 1921 Anayasasında karşılığını bulan kapsayıcı Anadolu felsefesiydi. Bütün Anadolu kimlikleri eşit unsurlar olarak sürecin içindeydi. 1924’le birlikte kuruluş felsefesine geçildi. Kuruluş felsefesi dışlayıcı ve baskıcı ulus yaklaşımı üzerine kuruldu. Bu felsefeden tek etnik ve dilsel kimlik esaslı Türk milleti ideolojisine dayanan devlet pratikleri çıktı. Kuruluş felsefesi 2002’den itibaren Türkiye toplumu tarafından tasfiye sürecine sokuldu. İkinci kuruluş dönemi diyebileceğimiz bu sürecin felsefesi kapsayıcı ve özgürlükçü millet yaklaşımıdır. İşte bu yaklaşımı benimseyen Türkiye toplumunun bugün oluşturmaya çalıştığı millet artık “Türkiye Milleti”dir.

Kürt sorununun çözümü de esasen, Türkiye’deki bütün etnik, dilsel, dinsel ve farklı yaşam tarzı kimliklerinin tamamının eşit parçası olduğu, Türkiye milletinin oluşum süreciyle iç içe geçti. Yani dışlayıcı ve baskıcı Türk milletinden kapsayıcı ve özgürleştirici Türkiye milletine geçiş sürecinde Kürt sorununun kalıcı çözümünün gerçekleşeceği bir siyasal realite söz konusudur. Gerçekten de Türkiye toplumu, özellikle Ak Parti hükümetleriyle birlikte bir Türkiye milleti inşa süreci yürütüyor.  Bu tamamlandığında sadece Türkiye bakımından değil, bölgedeki Kürtler ve diğer tüm toplumlar bakımından da çok önemli imkânlar doğacağı görülüyor. Bu yüzden Türkiye’ye karşı uluslararası/küresel güçlerinde içinde olduğu çok yönlü operasyonlar yapılıyor. Bu operasyonların hedefi Türkiye’yi Orta-Doğu kaosunun bir parçası yapmak, amacı ise Türkiye’nin doğusunda ve güneyinde iç ve dış bölgesel egemenlik alanları oluşturarak Türkiye’nin bütünlüğünü bozmaktır.

Bu nedenle çözüm süreci artık fiilen “Türkiye’nin Demokratik Bütünlüğü Süreci” oldu. Siyasi irade bu konuda farklı adlandırmalar yapsa da içerik ülkenin demokratik bütünlüğüdür.

Bu bağlamda, Türkiye’nin yeni Kürt politikası; etnik ve baskıcı milliyetçiliğe dayalı teritoryal-otoriter egemenlik stratejisi güden PKK/KCK siyasetine karşı ülkesel egemenliği ve demokratik bütünlüğü öne çıkaran bir yaklaşıma sahiptir.Yeni Kürt politikası bakımından  Türkiye’nin Kürtlerini temsil eden veya ettiğini iddia eden tüm siyasal aktörlerin ülkesel seviyede millilik anlayışıyla hareket etmesi siyasi sorumluluklarının bir gereğidir. Bu gerek aynı zamanda ahlaki ve vicdani bir yükümlülüktür.

Ayrıca sadece Türkiye’nin Kürtlerine yönelik değil, bölgedeki tüm Kürtleri dikkate alan, bölgedeki Kürtlerle iş birliği esası içeren kapsayıcı bir yaklaşımla bu politikanın geliştirilmesi söz konusudur. Yeni Kürt politikası, Türkiye’nin yeni siyasal sistem ihtiyacı içerisinde bir yere sahiptir ve  yeni anayasal sistemin bir boyutudur. Türkiye’ye özgü başkanlık modeli, üniter yapı içerisinde adem-i merkeziyetçiliğin geliştirileceği bir esasa dayandığından Kürtlerin yaşadığı bölgeler de dahil olmak üzere tüm Türkiye bakımından güçlü yerel-bütünleştirici merkez yapısını kurmak hedeftir.

Sonuç olarak Türkiye toplumunun, Kürt sorunu da içinde tüm sorunlarının çözümüne ilişkin yeni siyasal perspektifi; yerelden temellenerek merkeze yükselen başkanlık ve  yerelden merkeze kadar örülen meclisler sistemi ile halk-devlet ilişkisini yeniden yapılandıran ve halkın devlet üzerindeki etkisini artıran böylelikle üniter yapıyı da güçlendiren bir içeriğe sahip olmalıdır. Bu siyasal perspektif yeni anayasa ile başlayacak bir hukuk reformu sürecini zorunlu kılıyor. Ancak bu reform süreci ‘Türkiye Milleti’nin inşa sürecini tamamlayıp güvence altına alabilir.

[email protected]