Türkiye'nin Doğu-Batı bağlantı stratejisinde son durum: Umutluyuz!

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney /Nişantaşı Üniversitesi
29.10.2022

Günümüz jeopolitik koşullarında, Türkiye'nin Orta Koridoru projesini diğer alternatif projeler ve özellikle de AB'nin bağlantı stratejisine karşı cazip kılacak en temel önemli fark, Ankara'nın Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ni bir rakip olarak değil, tamamlayıcı olarak benimsemiş olmasıdır.


Türkiye'nin Doğu-Batı bağlantı stratejisinde son durum: Umutluyuz!

Geçtiğimiz günlerde 44 Günlük Savaş sonrasında Ermeni işgalinden kurtarılan topraklarda inşa edilen ikinci havalimanı, Zengilan havalimanının açılışı gerçekleşti. Törene Cumhurbaşkanı Aliyev'in davetlisi olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın katılmış olması elbette Türkiye-Azerbaycan bağı, bir millet-iki devlet kardeşliği düşünüldüğünde kimseyi şaşırtmadı. Türkiye'nin II. Karabağ Savaşı'nda Azerbaycan'a verdiği desteğin önemi biliniyor, Ankara Zengezur Koridoru'nun hayata geçmesini en çok arzu eden aktörlerin başında geliyor.

Zengezur Koridoru için bir müjde

Gözlemcilerin ortak kanaati, Aliyev ve Erdoğan'ın Zengilan'da verdiği resmin Zengezur Koridoru açısından bir müjde olduğu yönünde. Nitekim Azerbaycan'ın Ankara büyükelçisi Sayın Memmedov, basına yaptığı açıklamada "Doğu Zengezur ekonomik bölgesinde yer alan ve stratejik öneme sahip kara ve demiryollarının geçeceği Zengilan'da inşa edilmiş bu havalimanı bölgenin gelecekteki başarılı sosyo-ekonomik kalkınmasında önemli bir rol oynayacaktır" ifadelerini kullandı. Zengilan'da verilen resmin elbette pek çok aktöre mesajı var. Bakü ve Ankara'nın bölgenin istikrarı ve kritik altyapının kontrolü konusunda işbirliğine kararlı olduğunu gösteriyor. Muhtemelen Brüksel'de bir yerlerde sinirler gerilmiştir çünkü Zengilan'da verilen resim aslında Türkiye'nin sürdürdüğü bağlantı stratejisinin günün tüm olumsuzluklarına rağmen devam edeceğini gösteriyor.

Stratejik özerklik fikri

Türkiye uzun bir süredir yakın ve uzak çevresindeki krizlerde arabulucu/kolaylaştırıcı rolü oynuyor, hatta bu rolü etkili bir biçimde oynadığı düşünüldüğünden bölgesel bir aktör olmanın ötesinde küresel siyasette yeni bir statü kazandığını söyleyenlerin sayısı hiç az değil. Ankara'nın sürdürdüğü barış ve çatışma çözümü diplomasisi ile pek çok hedefi olduğu açık.

Öncelikle Ankara bölgesel barış ve istikrarın herkesin çıkarına olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini ifade ediyor. Ancak bu genel gayenin dışında Türkiye'nin hedeflerinden birinin bir süredir incelikle kurduğu bağlantı stratejisini güçlendirmek olduğu unutulmamalı. Bağlantı stratejileri geleneksel jeopolitik yaklaşımların da modern jeopolitik yaklaşımların da önem verdiği stratejilerdir. Aktörün kendisi için önemli bağlantı noktalarını (geçiş yolları, kanallar, su hatları, tüneller, demiryolları, hava ve deniz limanları, depolama tesisleri, kablo ve boru hatları vb) kontrol altında tutması kadar, bu yolların işlevini artıracak sektör ve dostlukları geliştirmesini de kapsar. Sonuçta kontrol sadece bir askeri-ekonomik güç yansıması olmaktan çıkar, merkezin sektörel ve diplomatik bazda uygulamalarıyla süreklilik kazanan performatif bir gücün yansıması olur. Zaten bu nedenle Türkiye, uzun bir süredir kendi bağlantı stratejisini dış politikasında benimsediği stratejik özerklik fikri ile beraber götürüyor.

Yeni Soğuk Savaş kimse tarafından arzulanmasa da artık günümüzün gerçekliği. Taraflar, bu gerçekliği stratejik rekabet ya da büyük güç mücadelesi gibi daha az korkutucu ifadelerle tanımlıyorlar ama aslında büyük güçler arası işbirliğinin sınırlandığı, iyi senaryoya göre sadece yan yana yaşamanın mümkün olabileceği bir gelecek tahayyül ediyorlar. Burada iki tür bir sorunla karşı karşıyayız: İlk olarak iyi senaryonun nereye kadar büyük güç davranışını sınırlandıracağını bilmiyoruz. Elbette büyük güçler kaybedecek çok şeyi olan güçler, bu nedenle hızla bir kitle imha silahları felaketinin kollarına atlamalarını ya da sıcak bir çatışma içerisinde birbirini vurmaya hevesli olmalarını bekleyemeyiz. Ama bu, caydırıcılık ve kendi etki alanlarının maksimizasyonu dışında birbirlerinin hedefine oturmamak için müttefiklerine verecekleri desteği de kutuplaşmaya bağlayacakları bir gelecek olacak. İkinci olarak, büyük güç işbirliğinin sonuna gelindiyse eğer, ortadaki küçüklü büyüklü krizleri halletmek bölgesel güçlerin inisiyatifine kaldı ve bunu da kutuplaşmanın artığı bir ortamda yapmaları lazım demek. Bu tablonun çok kolay bir iş yükü getirmediği ortada.

Üçüncü yolla yeniden "model olmak"

Ankara, yeni Soğuk Savaş döneminde karşıt ülke grupları arasında kutuplaşmayı arttıran büyük güçler rekabetinin tarafı olmadığı gibi denge politikası ve pro-aktif bir diplomasi içeren üçüncü bir yolun mümkün olduğunu savunan bir aktör. Bu yolun sonunun stratejik özerklik politikası olduğunu daha önceki yazılarımızda anlatmıştık. Stratejik özerklik meselesinin pek çok ayağı var. En önemli ayaklarından biri de kritik bağlantı hatlarının kontrolü için gerekli askeri, ekonomik güce ve siyasi kararlılığa sahip olmayı gerektiriyor, ama stratejik özerklik basit ve kaba bir hakimiyet anlayışı değil. Bu yüzden ilk bakışta çelişki gibi görünse de ilişkilerin çeşitlendirilmesi, bağlantıların karşılıklı ve karlı bağımlılıklar içerisinde kurumsallaşmasını ve bölgesel-küresel işleyen işlevsel bir işbirliği ağı oluşması fikrini de kapsıyor. Zaten Türkiye bir süredir Asya, Orta Doğu, Latin Amerika, Afrika veya Avrupa gibi çeşitli bölgelerdeki ülkelerle ilişkilerini mümkün olduğunca çeşitlendirerek yan yana sürdürmeye çalışıyor, böylece bugün ve gelecekte oluşabilecek kutuplaştırıcı atmosfere karşı kendi çerçevesinde bir tür panzehir yaratmaya uğraşıyordu. Gerçekten de Tahıl Koridoru modeli arabuluculuk ve güven inşası çabalarının sonuç vermesi, hem Türkiye'ye kendi üçüncü yolunu daha genişleterek takip etme cesareti verdi hem de Türkiye'yi geleceğin belirsizlikleri ile boğuşan bölgesel aktörler için dikkatle gözlemlenen bir ülke haline getirdi. Türkiye, sahip olduğu önemli coğrafi konumunu kullanmak suretiyle elindeki diplomatik imkanlarla pekâlâ Avrupa ile Avrasya arasındaki ticarette ve birçok diğer alanda bir köprü rolü oynayabilir. İlgililer hatırlayacaktır, Türkiye'nin bir modele, köprüye filan benzetilmesi yeni değil. Ancak bugün Ankara'nın üçüncü yol mümkündür diyerek izlediği stratejiler büyük güçlerin inisiyatifleri ile oluşturulmuş değil, aksine tamamıyla Türkiye yapımı ve Türkiye odaklı- eski ideolojiler ve anlamsız Batıcılar-Diğerleri karşıtlığından- uzak bir model.

Bağlantı stratejisi

Bağlantı stratejisi, jeopolitik rekabetin hâkim olduğu bir ortamda, stratejik zorluklarla birlikte bazı ekonomik fırsatların da ortaya çıkacağını/ve çıkabildiğini iddia eden çok katmanlı bir kavramdır. Başka bir deyişle, bağlantı stratejisi ülkelerin altyapılarına yönelik yapılacak çeşitli stratejik yatırımlar ile küresel iktisadi akışların merkez ülke kanalıyla şekillendirebileceğini/ veya kontrol edilebileceğini ifade etmektedir. Bu tanım, uluslararası ilişkiler toplumu için tabii ki yeni bir şey değil; örneğin bu stratejiyi, 2018 yılından itibaren AB Asya-Pasifik bölgesine yönelik belgelerinde Brüksel'in temel stratejilerinden biri olarak tanımlamış. Kavram ve ilgili strateji AB'ne özgü de değil. Yine örnek vermek gerekirse Çin Halk Cumhuriyeti'nin 2013 yılında geliştirdiği meşhur Bir Kuşak Bir Yol girişimi (Belt and Road Initiative: BRI) Pekin için bir alan kontrol stratejisi olmaktan öte Doğu-Batı/Batı-Doğu arz-talep zincirini birbiriyle irtibatlı noktalar üzerinden, bu irtibat alanlarıyla özel ve güzel ilişkiler geliştirmek suretiyle kontrolü neredeyse görünmez yapma stratejisiydi. Benzer şekilde Hindistan, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kore ve ASEAN ülkeleri de hem Çin ve AB'nin iktisat odaklı görünen ve işlevselciliği yücelten bağlantı stratejilerine cevap vermek için kendi bağlantı stratejilerini geliştirdiler. Bugün hemen hemen herkes nerdeyse küresel, esnek-kompartımanlarmış işbirlikleri sayesinde harita üzerinde birbirine tankerler, yollar, kablolar ve boru hatlarıyla bağlı noktaları kendi ekseninde tutmaya çalışıyor. Ancak herkes farklı diplomatik platformları aynı esneklik ve etkinlikle kullanamıyor, zira aktörlerin bağlantı stratejisini başarıyla sürdürmesine yetecek stratejik özerkliği geliştirebileceğinden muhataplar tam emin olamıyor. Bu yüzden buluşmalar, toplantılar ve zirveler boş konuşma platformlarına dönüşüyor. Türkiye, kendini bu boş konuşmalardan sıyırabilmiş bir istisna.

Hedef: İstikrarlı alanlar yaratmak

Bilindiği gibi, Türkiye bir süredir ülke içinde ve komşu ülkelerde kritik altyapıya yatırım yapıyor. Bu yatırım aynı anda farklı farklı bölgelerde sürmekte ama özellikle Güney Kafkasya coğrafyası 44 Günlük Savaş sonrası statükonun yarattığı imkanlar da düşünüldüğünde bir öncelik alanı. Bu yolla, Ankara Avrasya genelinde bağlantıyı (connectivity) güçlendirebilmeyi amaçlıyor. Ankara'nın önündeki diğer bir hedef, Trans-Hazar-Doğu-Batı-Orta Koridor Girişimi olarak bilinen Orta Koridoru kullanarak, Kafkasya ve Orta Asya üzerindeki kurulacak bağlantılarla Avrasya coğrafyasının en doğusunda yer alan Çin ile de doğrudan bağlantı kurmaktır. Ankara'nın Orta Koridor ticaret yolu projesi hayali, Çin'i Türk demiryolları ve karayolları üzerinden Avrupa'ya bağlamayı amaçlamaktadır. Türkiye'nin nihai olarak hedefinde, Avrupa ve Çin arasında Orta Kuşak bağlantısı üzerinden-değişik angajman yöntemlerini kullanmak suretiyle- bir köprü teşkil edebilecek irtibatı sağlamak var. Elbette Orta Kuşak projesini bizler tarihi İpek Yolunun günümüz koşullarına uyarlanması olarak da okuyabiliriz. Çin ve Rusya arasındaki güç, etki ve demografik alan kapatma kabiliyetleri arasında denge bozuldukça Orta Asya devletlerinde yalpalama eğiliminin artabileceğini hesaplayan Ankara, bu sayede Rusya gelecekte nasıl bir yönelime girerse girsin Doğu-Batı irtibatını sağlayabileceğini göstermek istiyor. Moskova'nın son enerji merkezi önerisi de dahil Ankara'ya sıcak mesajları gösteriyor ki Türkiye'nin bu tür bir bağlantının başat aktörlerinden olması Kremlin'i rahatsız etmeyecek; Rusya Türkiye ile özel ilişkisini perçinleyerek sürdürme arzusuna sahip olmaya devam edecek. Tüm bu strateji işlerse Ankara bir yandan kendini hem olası Rus-Çin ayrışmasına, hem süregiden Rusya-Batı rekabetine hem de yakın geleceğe muhtemelen damga vuracak Çin-Batı tansiyonuna karşı sigortalamış olacak. Diğer yandan da bu riskli dönemi iradelerini sınırlandırmadan atlatmak isteyen Orta Asya ve Güney Kafkasya devletleri ile ilişkilerini derinleştirme fırsatı olacak. Bu bağlamda, Türkiye'nin Türk Devletleri Örgütü içinde bulunması da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Şangay İşbirliği Örgütü angajmanı da Ankara'nın Avrasya'da bir dostluk ve işbirliği bölgesi kurma hedeflerinin takip etmesinin, yani Doğu-Avrasya-Ankara-Batı bağlantısının bir aracı olarak değerlendirilebilir.

Zengilan, Zengezur ve Orta Koridor

Ukrayna Savaşı'nın devam ettiği bir sırada, bazı konularda savaşın getirdiği çeşitli olumsuzluklar yanı sıra olumluluklarında bilincinde olarak, özellikle Güney Kafkasya'daki son gelişmeler ışığında Orta Yol projesi için artık zeminin daha elverişli olduğunu söyleyebiliriz. Bugün, Ermenistan-Azerbaycan arasında ateşkes sonrası yaşanan olumsuzluklara rağmen Paşinyan'ın Azerbaycan sınırlarını tanıdığını belirtmesi umut verici bir gelişme oldu. İlaveten, bugün Moskova'nın Ukrayna'yı işgali nedeniyle AB'nin Rusya'dan satın aldığı gaz miktarını büyük ölçüde azaltma karar almış olması, doğal olarak Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinin jeopolitik ve jeo-ekonomik öneminin artmasına neden olmuş ve böylece Türkiye'nin de bir parçası olduğu TANAP birdenbire Rus gazına karşı ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Bu ve benzeri yeni jeopolitik gelişmeler devam ettikçe doğal olarak Orta Koridor'un öneminin daha da artması beklenmektedir. Zengilan Havalimanı üzerinden Zengezur Koridoru'nun geleceği ile ilgili verilen mesaj bu nedenle son derece önemli ve Orta Koridor'da çıkarı olan tüm aktörleri, ümitvar olmaya çağırıyor. Zira Azerbaycan tarafından kurtarılan Karabağ bölgesinin yeni altyapı inşa çabaları ile ayağa kaldırılması, her geçen gün yeni yollar, demiryolları ve havaalanları planlarının onaylanması Zengezur Koridoru'nun canlandırılması yönündeki hazırlıkların ciddi olarak devam ettiğini göstermektedir. Yine Eylül 2022'de Türkiye-Azerbaycan-Kazakistan ve Türkiye-Azerbaycan-Özbekistan arasında gerçekleşen üçlü işbirlikleri basit bir kardeş buluşmasının ötesinde anlama sahiptir.

Son olarak endişelenenler için tekrarlayalım, Türkiye'nin son zamanlarda hız verdiği yeni bölgesel işbirliği çabaları, ister Bakü-Ankara arasında ikili düzeyde olsun, ister Türk Devletleri Örgütü veya ŞİÖ çatısı altında olsun veya Avrasya'da üçlü ve çok taraflı düzeylerde olsun Ankara'nın Batı'dan uzaklaşıp Doğu'ya yöneldiği anlamına gelmemektedir. Aksine, Ankara'nın Yeniden Asya Girişimi çerçevesinde bugüne kadar Avrasya ve ötesinde devreye sokmuş olduğu tüm girişimleri, Doğu ve Batı arasında bir bağlantı kurma stratejisinin parçasıdır. Günümüz jeopolitik koşullarında, Türkiye'nin Orta Koridoru projesini diğer alternatif projeler ve özellikle de AB'nin bağlantı stratejisine karşın cazip kılacak en temel/önemli fark, Ankara'nın Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ni bir rakip olarak değil, tamamlayıcı olarak benimsemiş olmasıdır. Günümüzde, Ukrayna Savaşı halihazırda sürmekte olduğu için, Kuzey Koridor bağlantı projesinin işlevsellik bakımından oldukça zorlandığı bilinmektedir, ancak bu durum doğal olarak Orta Koridor projesinin fonksiyonel olma şansı arttırmaktadır. Bilindiği gibi, Çin'den Avrupa'ya Orta Koridor'u kullanan ilk kargo treni Kasım 2019 yılında Türkiye'ye ulaşmış ve aynı şekilde Türkiye'den Çin'e giden ilk kargo treni de Aralık 2020'de gelmiştir. Ayrıca 2017 yılında tamamlanan Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun 2034 yılına kadar 17 milyon ton yük ile birlikte 3 milyon yolcu taşıyacağı tahmin edilmektedir. Türkiye içinde tamamlanmış veya tamamlanmakta olan mesela Marmaray projesi, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüp Geçit'i, İstanbul Havalimanı, Çanakkale Köprüsü, 3 Katlı Tüp Geçit Projesi, Filyos-Çandarlı-Mersin limanları ve Edirne-Kars Tren ve Bağlantıları Demiryolu Projesi gibi projeler yanı sıra büyük projeler arasında, 45 km Marmara Denizi'ni Karadeniz'e bağlayacak bir de yapay bir uzun nakliye kanalı olarak planlanan Kanal İstanbul projesi yer almaktadır. Tüm bu projelerin kimi zaman iyi niyetli kimi zaman çok iyi niyetli olmayan eleştirilere hedef olduğunu da görüyoruz.

Bazen durum Turgenyev'in Duman romanındaki bir sahneye benziyor. Romanda Rusya'yı baştan başa geçmek için ilk yolculuklarından birine başlayacak trenin bacasından çıkan duman çevresinde bir buğu yaratır, dumanın altında bağlantının gücünü izleyiciler göremez olurlar. Alt yapı ve teknoloji, günümüzde de bu çeşit bir dumanla beraber geliyor ve pek çok tartışmaya neden oluyor. Ancak bugününün jeopolitik riskleri, özellikle de zamanında çizilmiş bu önemli bağlantı vizyonunun etrafındaki dumandan bir an önce sıyrılmaya ve büyük resmi görmeye bizi çağırıyor. Bu tür bir strateji ile bütünleşmeden stratejik özerkliğin risklerini yönetmek çok zor olabilir, stratejik özerklik fikrinden bu dönemde vazgeçmek ise mümkün değildir. Öyleyse kablolar titreyecek, depolar dolacak, boru hatlarının soğuk danteli deniz-dibinden karaya uzanacak.

[email protected]