Türkiye’nin dönüşümü ve ‘müttefikleri’

Adnan Boynukara / AK Parti Adıyaman Milletvekili
12.08.2017

Küresel güç olarak tanımladığımız devlet, kendi çıkarları için terör örgütü üreten, organize eden, silahlandıran, ekonomisinin canlanması için kaos düzeni isteyen, kirli ve kanlı bir akla teslim olmuş durumda. Bu; hem yeni bir şey değil, hem de sadece bize karşı yapılmıyor. Dış politikalarının odağında bu var. Ancak müttefik olarak bildiğimiz unsurlar, belki de ilk kez, olabildiğince net bir biçimde karşımıza çıkacak.


Türkiye’nin dönüşümü ve ‘müttefikleri’

Türkiye’nin; geri kalmış ülkelere ve halklara yönelik sürdürülen kirli ve kanlı politikalara ayna tutuğunu sıklıkla ifade ediyoruz. Daha adil bir dünya için sergilenen bu tutum nedeniyle, 9 Haziran 2010 tarihinde, BM’de yapılan oylamada takındığı tutumdan sonra hedefe konulduğunu da söylüyoruz. Türkiye’ye yönelik küresel operasyonlar silsilesinin de bu tarihten sonra başladığını vurguluyoruz.

Türkiye’ye karşı yürütülen operasyonlardan bazılarını hatırlamak gerekirse; (1) 7 Şubat MİT müsteşarını gözaltına alarak tutuklama ve onun üzerinden de dönemin başbakanı Erdoğan’a ulaşma operasyonu, (2) çevre duyarlılığını istismar ederek organize edilen Gezi kalkışması, (3) PKK’nın ülke dışına çıkmaktan ve Türkiye’ye karşı silahlı terör faaliyetlerini bitirme sürecinden vazgeçirilmesi, (4) Suriye’deki gelişmeler bahane edilerek gerçekleştirilen 6-7 Ekim olayları, (5) 17-25 Aralık yargı ve kolluk aracılığıyla yapılan darbe girişimi, (6) 1 ve 19 Ocak 2014’da tarihlerinde MİT’e ait yardım tırları üzerinden “Türkiye terör örgütlerine yardım ediyor” algısı oluşturma girişimi, (7) hendek kazılması üzerinden terörü şehirlere indirme teşebbüsü, (8) büyük kentlere yönelik canlı bomba terör saldırıları ve (9) 15 Temmuz’da TSK içine çöreklenmiş unsurlar aracılığıyla darbe girişimi…

Süreci iyi anlamak için iki konuyu akılda tutmak lazım. Bu operasyonların bir plan dahilinde devreye konulduğu ve bunlar için kullanılan örgütlerin arkasındaki gücün aynı olduğu gerçeğidir. Bu çerçevede; üzerinde durulması gereken soru ise “Bunlar asıl olarak Türkiye’den ne istiyor” sorusudur. Çünkü ard arda yürüttükleri operasyonların arkasındaki temel nedenin, isteklerinin karşılanmaması olarak okumak gerekir.

Yeni süreç aparatları

Bugüne kadar yapılan operasyonları boşa çıkaran Türkiye’ye karşı yeni bir sürecin devreye konulmak istendiği açık. Mevcut durum analiz edildiğinde, Türkiye’ye yönelik yeni operasyonların, sınırlarımız dışındaki iki terör örgütüyle işbirliği üzerinden Türkiye’yi köşeye sıkıştırma girişimleri olacağı görülür. Çünkü ellerinde DEAŞ ve PYD/YPG veya seküler ismiyle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) gibi ciddiye alınması gereken iki aparat var. DEAŞ; küresel gücün Afganistan’ın işgali sürecinde ortaya çıkardığı Taliban ve El-Kaide birikimleriyle organize ettiği bir örgüttür. Önümüzdeki süreçte ortaya çıkarılacak ve dini hassasiyetler üzerinden tanımlanacak örgütlerin de, bu birikimin devamı olacağını şimdiden not edelim. Bunlar, asimetrik savaşın ürünleridir. Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalara sızmak için kullandıkları birer maymuncuk! Bugün mücadele ettiklerini söyledikleri DEAŞ, dolaylı ve direkt yollarla kendilerinin eserdir. Ebu Gureyb cezaevini, cezaevinde yaptıklarını ve bir gece cezaevi kapısını açıp izin verdikleri firarı görmeden, 110’u aşkın ülkeden 50 bine yakın kişinin bu örgüte nasıl ve hangi yönlendirmelerle katıldığını ortaya koymadan DEAŞ’ı çözmek ve ‘sahibini’ ortaya koymak mümkün değil. Küresel güç; önce bu örgütün karşılık bulacağı zemini oluşturdu, ardından Afganistan’daki kullanışlı unsurları (El-Kaide elemanları) bölgeye taşıdı, cezaevi firarını organize etti, örgüt kurdurdu ve dünya genelindeki yönlendirmelerle örgütü biçimlendirdi. İstediği sonuca ulaştığına kanaat getirdiği an ise kirli ve kanlı yüzünü gizleyerek, bu terör örgütüne karşı mücadele edilmesi gerektiğini ifade etti. Hatta bu sürece öncülük etti!

İkinci aparat ise PYD/YPG veya seküler ismiyle SDG. Bu konuyu netleştirmek için KCK şemasını incelemek şart. KCK şeması incelenirse, PYD’nin, PKK gibi KCK’nın alt örgütlenmesi olduğu görülür. Yani küresel güç, 2013 yılında ortaya çıkardığı DEAŞ ile ‘mücadele etmek’ için ihtiyaç duyduğu yeni örgütü KCK içinden çıkardı ve PYD’ye sarıldı. PYD/YPG ile KCK/PKK ilişkisine yönelik tartışmalardan kaçınmak için ise DEAŞ’ı nasıl organize edip alana sürdüyse, SDG’yi de o tarzda örgütledi ve alana sürdü. Bu örgütü ise DEAŞ’le mücadele eden seküler güçler olarak Batı kamuoyuna pazarladı. Pazarlamakla yetinmedi, her türlü silah ve teçhizat ile donattı. Terör örgütünü silahlandırma ve kullanma operasyonu ise dünyanın gözü önünde cereyan ediyor.

Türkiye açısından önemli olan soru; organizatörün bu terör örgütlerine yüklediği rolün ne olduğudur. Bu bağlamda iki temel rolden bahsetmek mümkün. Bölgemizde ortaya çıkan doğal değişim süreçlerinden rol çalmak ve kontrol dışı düzen kurulmasının önüne geçmek için mevcut güçler arasında denge oluşturmak. Hiç kimsenin üstün gelmeyeceği kaotik bir denklem için terörün en organize örneklerini sergilemek. Yani; bölgemizdeki tüm devletlerin ve halkların yeniden formatlanması için kullanılan aparatlar. Bu kirli politikayı ise kriz bölgeleri oluşturma, sivil tahribatlarla Moğol usulü dehşet salma, buna tepki olarak ortaya çıkan muhalefeti daha radikaliyle bölüp işgali meşrulaştıracak yeni terör unsurları peydahlama ve ortaya çıkan bu kaos ile süreci zamana yayarak sağlıklı bir düzenin kurulmasını öteleme olarak özetlemek mümkün. İşte, küresel gücün şu an için DEAŞ/DEAŞ türevi ve PYD/YPG/SDG üzerinden yürütmek istediği kirli ve kanlı politikanın özeti bu.

Peki, şimdi ne yapabilirler?

PKK’nın Türkiye’ye ilişkin terör faaliyetleri, terör örgütünün PYD/YPG ve dolayısıyla da SDG ile var olan ilişkileri dikkate alındığında, bu örgütün süreç içinde Türkiye’ye karşı kullanılacağı açık. Küresel güç tarafından verilen silahların ve teçhizatların şu an bile Türkiye’ye karşı kullanıldığı dikkate alınırsa, süreç içindeki durumu tahmin etmek daha da kolaylaşıyor. Bu silahların Türkiye’ye karşı kullanılmasının yanı sıra, önümüzdeki süreçte yapılabilecek iki temel operasyondan bahsetmek mümkün.

Birincisi; geçtiğimiz günlerde küresel gücün ‘DEAŞ’la mücadele’ koordinatörü Brett McGurk’un İdlib’teki terör örgütlerinin mevcudiyetiyle Türkiye’yi ilişkilendiren değerlendirmelerinden çıkarılacak olası sonuçlardır. Devlet egemenliğinin olmadığı bu bölgede, küresel güç, kimi terör örgütlerine bazı eylemler yaptırabilir veya kendisi yapabilir ve bu terör faaliyetlerini de dolaylı yolarla Türkiye ile ilişkilendirebilir. McGurk’un, yaptığı açıklama dikkatlice okunursa, satır aralarında serpiştirdiği bu ‘tehdit’ net olarak görülebilir. Halbuki; DEAŞ’ın ortaya çıkmasına ilişkin koşulları oluşturanlar, dünya genelinde binlerce insanı bölgeye yönlendirenler kendileri. DEAŞ unsurlarının geçişini engellemek için tüm tedbirleri alan, yakaladıklarını sınır dışı eden ve örgütle mücadele eden ise Türkiye. Ama olası terör eylemleri üzerinden suçlamayı planladıkları ülke Türkiye olacak. Kanlı ve kirli politikalar için çalıştıklarını bir kenara not edelim. Aslında MİT tırları operasyonu üzerinden varmak istedikleri amacı netleştirmek için McGurk’un açıklamasını iyi okumak lazım!

Küresel gücün Türkiye’ye yönelik ikinci olası operasyonu ise KCK’nın alt örgütlenmesi olan SDG/PYD/YPG’nin Türkiye’ye karşı kullanılmasıdır. KCK/PKK’nın bölgeye ve Türkiye’ye ilişkin emelleri dikkate alındığında, bu konu daha bir ciddiyet kazanıyor. Bölgedeki tüm toplumsal ve siyasal yapıları inanç ve mezhep temelinde kategorize eden küresel güç, ilginçtir ki sadece Kürtleri etnik yapılarıyla tanımlanıyor. Bu tanımlamanın tesadüf olmadığını, bölgeye ve dolayısıyla da Türkiye’ye yönelik gelecek planlarıyla ilgili olduğunu bir kenara yazalım. Çünkü küresel güç olarak tanımladığımız devlet, kendi çıkarları için terör örgütü üreten, organize eden, silahlandıran, ekonomisinin canlanması için kaos düzeni isteyen, kirli ve kanlı bir akla teslim olmuş durumda. Bu; hem yeni bir şey değil, hem de sadece bize karşı yapılmıyor. Dış politikalarının odağında bu var. Ancak müttefik olarak bildiğimiz unsurlar, belki de ilk kez, olabildiğince net bir biçimde karşımıza çıkacak.

[email protected]