Türkiye'nin dostluğunun sağlayacağı avantajların herkes farkında

Röportaj: Hale Kaplan - Halime Kökce
8.04.2022

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun: "Biz hakkaniyetli şekilde hep birlikte kazanmaya vurgu yaptık. Bölgesel ve küresel hiçbir meselenin Türkiye dahil olmadan çözülemeyeceğinin idrak edilmesinden memnuniyet duyuyoruz. Türkiye'nin dostluğunun sağlayacağı avantajların aslında herkes farkında. Anlaşmazlık yaşadığımız bazı ülkelerin, Türkiye'nin hep açık tuttuğu diyalog kapısına yönelmeleri; sorunları çözüme kavuşturma, iş birliğini artırma yarışına girmeleri bu yüzden."


Türkiye'nin dostluğunun sağlayacağı avantajların herkes farkında

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun'un geçtiğimiz günlerde yayınlanan 'Türkiye as a Stabilizing Power in an Age of Turmoil (Küresel Kaos Çağında İstikrar Sağlayıcı Bir Güç: Türkiye)' isimli kitabı, mevcut uluslararası sistem içerisindeki açmazları ve Türkiye'nin bu tablodaki yerini irdeleyen önemli bir çalışma. Kitapta, 'istikrarlaştırıcı güç' kavramının önemini vurgulayan Altun, çatışma ve krizleri barışçıl yollarla çözmeye çalışan, bununla birlikte sistemde var olan adaletsizlik ve sorunlara da cevap bulma çabasında olan kilit ülke Türkiye'yi anlatıyor.

Hale Kaplan: Çok kutupluluğa geçiş sonrası yeni dünya düzeninin arandığı yıllardan geçtik, geçiyoruz. Siz kitabınızda bu dönemde Türkiye'nin durduğu uluslararası pozisyonunu anlatıyorsunuz. "İstikrarlaştırıcı"... Bu kavramı tercih etmenizin sebebi nedir? Yakın dönem dünya tarihindeki hangi gelişmeler Türkiye'yi böylesi bir konuma getirdi?

İstikrarlaştırıcı gücün tam olarak ne olduğunu anlamak gerekiyor. İstikrarlaştırıcı güç bir yandan meydana gelen çatışma ve krizleri barışçıl yollarla çözmeye çalışan ama öte yandan da sistemde var olan adaletsizlik ve sorunlara cevap bulmayı amaçlayan bir güçtür. İstikrarlaştırıcı bir güç olarak Türkiye, statüko ve bu durumun getirdiği problemlerle de mücadele etmeyi hedefliyor. Bölgemizde ve küresel boyutta yaşanan birçok çatışma ve gerginliğin temelinde bir suç ortağı olarak mevcut sistemi görüyor. Bir başka deyişle, sistemin semptomu olarak görüyor yaşanan birçok krizi. Bu sistemin sorun değil çözüm yaratması için reforme ve rehabilite edilmesini savunuyor. Bunu yaparken aynı zamanda var olan krizlerin ve uyuşmazlıkların çözümünü de hedefliyor. Dolayısıyla iki ayrı zor misyonu bir arada üstleniyor. Hasta bir sistemin hem semptomlarının üzerine gidiyor hem de hastalığın tedavisini amaçlıyor.

Halime Kökce: Türkiye sistemin yenilenmesi konusunda başka ülkeleri yanında bulabiliyor mu?

Burada Batılı güçler kadar yükselen güçler olarak adlandırılan ülkelere de önemli görevler düştüğünü hatırlatmak gerekiyor. Evet mevcut sistemde etki sahibi olan devletler çözüm değil sorunun bir parçası olmuş durumda ama yükselen güçler arasında da bu konularda bir alternatif ortaya koymuş çok fazla ülke yok. Mesela Türkiye gibi BM'de daha adil bir temsil sistemi istemek yerine, bu ülkelerin bazıları sadece kendilerinin etkisini artırmayı hedefliyor. Bunun yanında Türkiye gibi "daha adil bir dünya mümkün" diyerek ekonomik adaletsizliklere vurgu yapmak yerine, yükselen ekonomik güçler mevcut sistemden en fazla şekilde nemalanmak istiyor. Temel sorun aslında burada yaşanıyor. Sistemin sorununa rağmen sistemden fayda elde edebileceğini düşünen yükselen güçler de bu sistemin rehabilitasyonu için elini taşın altına koymuyor. Türkiye bu konuda son derece net. Bizim pozisyonumuz mevcut adaletsizlik ve eşitliksizlerle mücadele içeriyor.

Dünyayı istikrara kavuşturması ümidiyle kurulan uluslararası kurumların bugün bu görevi maalesef tam olarak yerine getiremediğini görüyoruz. BM ve NATO bu amaca hizmet için varken, bugün gelinen noktada bu kurumların ne kadar başarılı olduğu tartışılır hale geldi. Son olarak Rusya-Ukrayna savaşında tüm bu gerçeklik ayan beyan ortaya çıktı. Bu kurumlar elbette dünyada barışa ve istikrara katkıda bulunmuşlardır; farklı coğrafyalarda istikrar sağlayıcı güç, unsur olarak varlık göstermişlerdir. Ancak son 30 yıl içinde dünya siyasetinde yaşanan gelişmeler, güç dengelerinin değişmesi karşısında bu kurumlar kendilerine yönelik beklentiyi karşılayamadı. Esasında uluslararası kuruluşların istikrar sağlayıcı fonksiyonlarını artık yerine getiremediğini görüyoruz.

Türkiye bu tablodaki sıkıntıları önceden görmüş, tespit etmiş bir ülke ve Sayın Cumhurbaşkanımız farklı platformlarda en üst seviyede bunları dile getirmiş bir lider. Krizlerde uluslararası kuruluşlardan daha aktif ve etkin rol bekleyen ülkemiz, bunun olmadığı alanlarda da inisiyatif almaktan geri durmamıştır. İşte bu noktada ülkemiz "istikrarlaştırıcı bir güç" olarak öne çıkmıştır. Türkiye, BM'nin, NATO'nun etkin olmadığı, kararlarının dikkate alınmadığı ortamlarda krizlerin sulhla çözümü, insani yaklaşımla meselelerin halledilmesi için uluslararası siyasete istikrar sağlayıcı olarak katkıda bulunmuştur.

Halime Kökce: "İstikrarlaştırıcı aktör" diyorsunuz Türkiye için, bu pasif değil son derece aktif bir dış politika misyonu aynı zamanda, öyle değil mi?

Elbette. Bölgesel ya da küresel meselelerin baş gösterdiği, insani krizlerin yaşandığı coğrafyalarda gizli ajandası olmadan insan odaklı çözümler üretebilen, ateşi söndürmek için gayret gösteren bir ülkemiz var hamdolsun. Meselelerin çözümünde adaleti merkeze alarak; barışı, huzuru ve refahı önceleyerek attığımız her adım istikrara hizmet ediyor. Bu hassasiyetler üzerine kurgulanan siyasetimiz de ülkemizi "istikrarlaştırıcı aktör" olarak ön plana çıkarıyor.

Türkiye'nin istikrarlaştırıcı gücünün öne çıkması diplomasideki en büyük dönüşümlerden biridir. Kriz bölgelerinde insani değer odaklı yumuşak gücümüzü, sahada askeri unsurlarımızla sert ve caydırıcı gücümüzü, masada da diplomatik gücümüzü göstermekten geri durmuyoruz. Bütün bunlar istikrar sağlayıcı güç olma özelliğimizi pekiştiriyor. Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerimizin korunmasında, Libya'da darbecilerin zulmünün sona erdirilmesinde, Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını geri almasında insani gücümüzü, sahadaki gücümüzü, masadaki gücümüzü tüm yönleriyle hissettirdik. Bu adımların neticelerini gördük, görüyoruz. Türkiye tarihinden, medeniyetinden devraldığı değerlerle, milletimizin hak ve menfaatlerine halel getirmeyecek politikalar yürüterek dünyanın istikrar sağlayıcı gücü, mazlumların sığınağı olmaya devam edecektir.

Hale Kaplan: Türk dış politikası nasıl bir dönüşüm yaşadı peki bu son 20 yılda ve güçlü bir etkileşim için hangi tezleri ortaya koydu?

Türkiye, son 20 yılda en büyük değişimlerden birini de dış politikasında yaşadı. Artık egemen güçlerin kurduğu oyunda rol alan değil, oyun kuran bir ülke Türkiye. Bölgesinde savaşa, acılara ve gözyaşına neden olan oyunları bozan; insanı, insani değerleri önceleyen; barışı merkezli bir dış politika izleyen bir Türkiye var. Küresel anlamda da barışın ve adaletin güvencesi olduğumuzu elimizi uzattığımız her coğrafyada hissettiriyoruz.

Daha önce kendi bölgesindeki meselelere bile ses çıkarmaması beklenen, binlerce kilometre öteden gelen devletlerin belirlediği politikalara uyum sağlaması istenen Türkiye, bugün artık bölgesel sorunların ötesinde küresel problemlere dair kanaatini dile getirebilen, aksiyon alabilen ve fiiliyata dökebilen aktif bir diplomasi yürütüyor. Bu dönüşümün mimarı da hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır. Sayın Cumhurbaşkanımız lider diplomasisinin imkanlarını sonuna kadar kullanabilen ender liderlerden biri. Bu anlayış ülkemizin diplomasisi için de büyük bir avantaj olarak karşımıza çıkıyor.

Geçtiğimiz günlerde başarıyla icra ettiğimiz Antalya Diplomasi Forumu da ülkemizin diplomasi alanında yaşadığı büyük değişimin göstergesidir. Adeta dünyanın nabzının Antalya'da attığına şahitlik ettik. Cumhurbaşkanımız o dört gündeki yoğun diplomasi trafiğinde sekiz devlet başkanı, iki başbakan, iki uluslararası kuruluş başkanı ile bir araya geldi.

Hale Kaplan: Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye'nin bu yapıcı diplomasi adımları nasıl gelişti?

Rusya-Ukrayna savaşının sona erdirilmesi için de Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ülkemizin yürüttüğü yoğun bir diplomasi trafiği söz konusu. Cumhurbaşkanımız hem sayın Putin hem de sayın Zelenski ile yakın diyaloğunu barışın tesisi için kullanarak samimi bir gayret ortaya koyuyor. Bu süreçte her iki liderle de defalarca telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Ayrıca Antalya Diplomasi Forumu'nda Rusya ve Ukrayna dışişleri bakanlarını bir araya getirdik. Bu, ihtilafın başından bu yana iki dışişleri bakanı arasındaki en üst düzey görüşme oldu. Ardından 29 Mart'ta Rusya ve Ukrayna müzakere heyetlerinin toplantısına İstanbul'da ev sahipliği yaptık. Özellikle İstanbul'daki toplantı sonucunda her iki taraftan da gerginliğin azaltılması yönünde işaretler verildi. Sayın Cumhurbaşkanımızın toplantının başında yaptığı konuşmadaki "adil bir barışın kaybedeni olmayacağı" vurgusu çok önemliydi. Olumlu ve yapıcı bir havada geçen bu toplantı sonuçları itibarıyla gerçekten de barışa dair ümitleri artırdı, barış sürecine anlamlı bir ivme kazandırdı. Bu süreç de gösterdi ki bölgesinde ve dünyada istikrar sağlayan Türkiye, insanı merkeze alan dış politikasıyla küresel barışa hizmet etmeye devam ediyor.

Türk dış politikasındaki dönüşüm dünya siyasetine etki edecek yansımalar oluşturuyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın "dünya beşten büyüktür" çıkışı dünya diplomasisinde büyük yankı uyandırmıştır. "Daha adil bir dünya" çağrısı da daha fazla kabul görüyor. Hem ikili hem de bölgesel ve küresel meselelerde işlettiğimiz diplomasi mekanizması dünyaya örnek oluyor.

Diğer taraftan ülkemizin Afrika'ya yönelik diplomasi atağına değinmemek olmaz. Türkiye'nin dış politikada gerçekleştirdiği dönüşüme en güzel örneklerden birisi de Afrika kıtasına yönelik politikamızdır. Türkiye'nin Afrika'ya yönelik ilgisinde Sayın Cumhurbaşkanımızın geleceğe yönelik bakışının rolü büyüktür. Afrika kıtasına yönelik kazan-kazan ve eşit ortaklık temelinde hayata geçirilen dış politika hamlelerimiz diplomasideki dönüşümün ve etkileşimin en güzel örneklerindendir.

Halime Kökce: Türkiye "Daha adil bir dünya mümkün", "Dünya beşten büyüktür" gibi kavramlarla yeni bir dünya siyaseti, uluslararası ilişkiler ve hukuk öneriyor. Çünkü mevcut düzen ne savaşlara mani olabiliyor, ne yoksul ülkeler için bir çıkış yolu yaratabiliyor ne de devletlerin egemenliklerini ve onurlarını koruyabiliyor. Türkiye, BM sisteminin, üye ülkelerin eşit ve adil temsilini sağlayacak biçimde tadil edilmesini öneriyor. Cari sistemin giderek daha fazla sorgulandığı günümüzde bu önerinin eskiye göre dikkate alınma ve gerçekleşme ihtimalinin arttığını söyleyebilir miyiz?

Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırısı da dünya sistemindeki adaletsizliği tekrar ispat etmiştir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve NATO birer kınama mekanizmasına dönüşmüş vaziyette. 2. Dünya Savaşı sonrası galip devletlerin menfaatlerinin hukuksal çerçevesi mahiyetindeki Birleşmiş Milletler'in mevcut yapısıyla küresel meselelere çözüm değil çözümsüzlük kattığını çok defa tecrübe ettik. Savaşan taraflardan birinin BM'nin daimi üyesi olmasının süreçleri nasıl tıkadığını gördük. Birleşmiş Milletler bu yapısıyla zayıfın, mağdurun ya da haklının değil, güçlü beş daimi üyesinin yanında adeta taraftır.

Bugün dünya kamuoyu ve devletler, hiçbir ülkenin engellemesine fırsat vermeden haklıya hakkını verecek, haksıza da yaptırımlar uygulayacak bir nizamı inşa etmek zorundadır. BM'nin kapsamlı bir reformunun ardından diğer uluslararası kuruluşların da buna paralel olarak ya kendilerini değişime, dönüşüme tabi tutmaları ya da üye ülkeler eliyle buna zorlanmaları gerekmektedir. Birleşmiş Milletler dünya barışına karşı somut bir adım atmak istiyorsa öncelikle yapısını değiştirmelidir.

Halime Kökce: Türkiye nasıl bir BM düzeni öneriyor peki?

Dünyadaki sorunların, zulüm altındaki insanların izi takip edildiğinde BM'nin beş daimi üyesinden birinin sorun bölgelerindeki varlığından söz edebiliriz. Bu açıdan bakıldığında BM mevcut yapısıyla zulüm yapana ses çıkartamaz bir vaziyette. Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısı bu noktada zulümlere itirazdır. Beş ülkenin kurduğu dünya sisteminin işleyişine, küresel adaletsizliklere itirazdır. İtirazımızı yapıyoruz, eleştirimizi cesurca dile getiriyoruz ve çözümü de sunuyoruz. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nın yetkilerinin artırılmasını, Güvenlik Konseyi'nin yetkilerinin tırpanlanmasını, Güvenlik Konseyi'ne beş yerine 20 daimi üyenin Genel Kurul'dan seçilmesini öneriyoruz.

Kovid-19 salgınında da Birleşmiş Milletlerin yetersiz kaldığını, aşıya ulaşamayan ülkelere yardım dahi edemediğini gördük. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda Sayın Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletlerin reformuna yönelik taleplerinin haklılığını ve bunu gerçekleşmesinin gerekliliğini daha fazla hissediyoruz.

Hale Kaplan: Yanı başımızda, bütün dünyanın odaklandığı bir savaş yaşanıyor Rusya ve Ukrayna arasında. Birçok senaryo üzerine kafa yoruyor analistler. En büyük korku da bir dünya savaşının çıkması. Türkiye bu gerilimli ortamda arabuluculuk için samimi adımlar atıyor. Önce şunu sormak istiyorum diplomasinin ağır sınavlardan geçtiği, uluslararası kurumların tıkandığı, işlevsizleştiği bu noktaya nasıl gelindi? Bununla bağlantılı olarak Türkiye'nin bu girişimlerinin yankıları ve muhtemel sonuçları hakkında ne söylemek istersiniz?

Geldiğimiz noktada dünyanın birçok noktasında sorunların çözümsüz bırakıldığını, bunların derin insani krizler oluşturduğunu, uluslararası kuruluşların işlevsizliğini, karar alamadıklarını ya da aldıkları kararları uygulayamadıklarını herkes görüyor. Ama buna karşı adım atma noktasında bir atalet söz konusu. Böyle bir tabloda Türkiye olarak bölgesel meselelerin ötesinde küresel sorunlara da çözümler ürettik, üretmeye devam ediyoruz. Ülkemiz, Birleşmiş Milletlerin, Dünya Sağlık Örgütü'nün yetersiz kaldığı koronavirüsle mücadelede 160 ülkeye ve onlarca uluslararası kuruluşa tıbbi yardımda bulundu. Dünyanın sadece bir bölgesini değil tamamını etkileyen mülteci ve göçmen sorunlarıyla ilgili yeri geldi tek başına elimizi taşın altına koyduk. Bugün dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumundayız. Son olarak da Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşı durdurmak ve insani krizi önlemek için en başından beri ortaya koyduğumuz samimi gayreti sürdürüyoruz. İki ülke arasında cereyan eden hadisenin küresel bir felakete dönüşmesinin önüne geçmek için Türkiye olarak diplomatik düzeyde elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz. Türkiye'nin Birleşmiş Milletlerin yapısına yönelik uyarıları dikkate alınsaydı Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı ve milyonlarca insanın göç etmesi gibi bir sonuçla karşılaşmamış olurduk diye düşünüyorum. Yürüttüğümüz politikalarımızın ve dile getirdiğimiz argümanlarımızın haklılığının acı tecrübeler yaşanmadan görülmesini istiyoruz. Suriye'den, Afganistan'dan kaynaklı mülteci, göç sorunu çözüme kavuşmadan yeni bir mülteci dalgası oluştu. Ukraynalı ve diğer mültecilere yönelik yaklaşım farklılığı, ne yazık ki Avrupa'nın hala ders almadığını ortaya koyuyor. Biz siyasi ve insani boyutta dünyayı samimi bir yüzleşmeye davet ediyoruz. Türkiye gibi gerçekçi çözümler sunan ülkelerin yanında durma çağrımızı yineliyoruz.

Hale Kaplan: Şimdi enerji konusunda da Türkiye'nin etkin olacağı adımlar gözlemliyoruz. İsrail ile diplomatik temasların tekrar başlaması gibi... Türkiye'nin bulunduğu jeopolitik ortamın, önümüzdeki dönemde büyük kırılmalar, dönüşümler yaşamaya hazırlandığını söyleyebilir miyiz?

Biz her zaman bölgesel ve küresel boyutta barış ve istikrardan yana olduk. Elbette haklarımız söz konusu olduğunda asla geri adım atmadık. Ama sorunların çözümü için samimi bir diyaloğa açık olduğumuzu her zaman ifade ettik. Biz hakkaniyetli şekilde hep birlikte kazanmaya vurgu yaptık. Bölgesel ve küresel hiçbir meselenin Türkiye dahil olmadan çözülemeyeceğinin idrak edilmesinden memnuniyet duyuyoruz. Türkiye'nin dostluğunun sağlayacağı avantajların aslında herkes farkında. Birtakım anlaşmazlık yaşadığımız ülkelerin, Türkiye'nin hep açık tuttuğu diyalog kapısına yönelmeleri; sorunları çözüme kavuşturma, iş birliğini artırma yarışına girmeleri bu yüzden. İnşallah dünyanın gebe olduğu değişim ve dönüşüm fırsatlarını stratejik ve jeopolitik olarak hem kendi ülkemizin hem de tüm bölgemizin lehine olacak şekilde kullanacağız. Türkiye bulunduğu jeopolitik konum sayesinde birçok bölge için kilit ülke konumundadır. Bunun bilinciyle, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ülkemizi geleceğe hazırlıyoruz.

Halime Kökce: Pandeminin zorladığı kapanmaların ardından tüm dünyayı sarsan bir ekonomik kriz yaşanıyor. Bu krizin sebeplerini sizce dünya iyi analiz edebildi mi?

Kovid-19 salgını, hiçbir ülkenin kendisini dünyadan tamamen izole edemeyeceğini bize gösterdi. Bu süreçten insanlığın almış olmasını ümit ettiğim en önemli ders, iş birliği ve dayanışmanın vazgeçilmez olduğunun idrak edilmesidir. Dünyada uzun zamandır kendini hissettiren ekonomik sıkıntılar, salgının da neden olduğu gelişmelerle mevcut krizi daha da derinleştirdi. Dünyanın mevcut zihniyet ve yapılarla salgınlara ve ardından gelen ekonomik, sosyal krizlere karşı dayanıksız olduğunun farkına vardığını söylemek güç. Bu süreçte bile ayrımcılık gibi insani olmayan politikalara şahit olduk. Daha dayanıklı ve temsil kabiliyeti yüksek bir dünya düzeninin ancak saygı temelinde kurulabileceğini özellikle Batı'nın anlaması gerekiyor. Fakat yaşananlar Batı'nın bunları anlamadığını gösterir mahiyette. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısının ardından kaydedilen bazı görüntüler bize bunu ispat etti. Ukraynalıların Avrupa'ya geçişleri kolaylaştırılırken, Orta Doğu ve Afrika kökenlilere aynı kapıların kapalı olduğunu gördük. Batı, herkesin hakkını, çıkarını gözeten bir düzen inşa edemiyor. Batı, krizin sebeplerini iyi analiz edemediği gibi sonuçlarından da ders almışa benzemiyor. Batı öncelikle tahakküm yerine iş birliğini, rekabet yerine dayanışmayı benimsemeli. Küresel krizlerin birçoğunun altında Batı medeniyetinin ikircikli ve "benden olmayan tehdittir" bakış açısı var, çözümsüzlük üreten uluslararası kuruluşlar var. Öncelikle bu bakış açısı değişmeli. Uluslararası nizama katkı sağlayamayan örgütler reforme edilmeli, eşit ortaklık temelli mekanizmalar kurulmalı. Dezavantajlı ülkelerin de faydalanacağı tedarik zincirleri tesis edilmeli.

Halime Kökce: Türkiye Kamu Diplomasisi alanında çok yol kat etti. Darbe girişimi, ekonomik savaş, terörle terbiye etme girişimi, sokak hareketleri... Pek çok usul ülkemiz üzerinde denendi. Bugün geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz ve bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl bir kavşaktayız? Ya da hala bir kavşakta mıyız?

Kamu diplomasisi alanında Cumhuriyet tarihinin en yoğun dönemini yaşıyoruz. Bu dönemdeki çalışmalarımızı da kamu diplomasisi alanında Türkiye'nin ilk politika belgesi niteliğindeki Ulusal Kamu Diplomasisi Strateji Belgesi ve Eylem Planı'nı hazırlayarak adeta ete kemiğe büründürdük. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin kurulmasıyla birlikte ihdas edilen İletişim Başkanlığının en önemli fonksiyonlarından biri de kamu diplomasisini yürütmek. Bu görevin bize verdiği sorumlulukla bir taraftan ülkemize karşı yürütülen dezenformasyon ve kara propagandayla mücadele ediyor diğer taraftan da Türkiye markasını, Türkiye'nin itibarını güçlendirmeye yönelik faaliyetleri icra ediyoruz. Kamu diplomasisi alanında artık lobicilik ve kritik aktörlere yapılan yatırımlar önem kazanmış durumda. Etkin bir kamu diplomasisini her alanda aktif bir şekilde icra ediyoruz.

Türkiye'nin dış politikada üstlendiği öncü ve aktif rolü sürdürmekte kararlıyız. Tüm bunları yaparken de "Türkiye İletişim Modeli"ni inşa ediyoruz. Küresel boyutta dezenformasyonun hedefindeki ülkelerin başında gelen Türkiye'yi, dezenformasyon kampanyalarından korumak için büyük bir mücadele yürütüyoruz. Son 20 yılda yaşadığımız gelişim ve her alandaki politikalarımızın geçmiş dönemden farklılaşmasıyla hedefe konulan bir ülke durumuna geldik. Türkiye düşmanları, bütün imkanlarını seferber ederek ülkemizi dezenformasyon kampanyalarının merkezine yerleştirmiş durumda. Ülkemizi, milletimizi bu yalan siyasetinden, algı operasyonlarından korumak öncelikli görevlerimiz arasında. Bir taraftan da bunlarla bütün mecralarda kararlı bir mücadele yürütüyoruz. Dezenformasyonla etkin mücadelede de dış politikamızdaki dönüşümün görüldüğü alanlardan biridir. Gerek içeride gerekse dışarıda Türkiye karşıtı dezenformasyon kampanyalarıyla etkin mücadelemizi her mecrada sürdürüyoruz.