Türkiye’nin emperyalizmle savaşı ve yerli lejyonerler

Ali Yalçın / MEMUR-SEN Genel Başkanı
10.02.2018

Emperyalizmin en önemli taktiklerinden biri, hakimiyet kurmak istediği coğrafyada “yerli işbirlikçiler” devşirerek hegemonik kulvara dair alt yapı oluşturmak ve küresel gücünü tahkim etmektir. Zeytin Dalı Harekatı’nın başlamasıyla birlikte içeride yükselen sesler, tam da buraya tekabül etmektedir.


Türkiye’nin emperyalizmle savaşı ve yerli lejyonerler

Türkiye, ana tema’sı “beka” olan uzun bir yürüyüşe geçti. Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen “terör koridoruna” karşı gerçekleştirilen operasyonlar, gerek içte gerek dışta bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Uluslararası alanda devletler düzeyindeki tartışmalarda operasyonlar “Türkiye’nin güvenliğini koruma hakkı” olarak değerlendirilse de Almanya özelinde yaşandığı gibi “leopard tanklarının modernizasyonunu askıya almak” türünden pasif yaptırımlarla bölgede yürütülen operasyona ket vurmayı hedefleyen politikalar izlenmiyor değil. Aslına bakılırsa bu açıklamalar ve tezat tavırlar başka devletlerden de geliyor. Makul bulma ve tepki koyma şeklinde çelişkili bu tutum, “emperyal kurgunun” Türkiye’ye dönük kadim stratejisini özetleyen Churchill menşeili “Türkiye solarsa sulayın, uzarsa budayın” politikasının bir izdüşümünden ibarettir.  

Churchill’in Türkiye’ye özgülediği bu bakışın temel gerekçesini oluşturan vasat, dediğimiz gibi emperyalizm kurgusuna dayanmaktadır. Fakat ortada bir sorun vardır: Emperyalizmin etkin olduğu coğrafyaların aksine Türkiye, tarihi derinliğe sahip bir ülkedir. 

Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekatı’nın dışarıdaki yansımalarını bu çerçevede ele almak gerekiyor. Zira, anokranizme karşı hakikatin kendini hatırlatma gibi bir özelliği vardır. Emperyalizmin “coğrafyamızı toza dönüştürme” projesine karşı tarih, kendini en şedit şekilde hatırlatmaktadır. Özellikle Suriye üzerinden son beş yıldır üretilen söylemleri şöyle bir hatırlayın. Türkiye ile DEAŞ arasında ilişki kurma çabaları başta olmak üzere ortaya sürülen bütün argümanlar, tarihin bu özelliğinden mülhem Türkiye’nin uzun yürüyüşünü kesecek bir öncü deprem oluşturma çabasından ibarettir. 

Türkiye kiminle savaşıyor?

Emperyalizmin en önemli taktiklerinden biri, hakimiyet kurmak istediği coğrafyada “yerli işbirlikçiler” devşirerek hegemonik kulvara dair alt yapı oluşturmak ve küresel gücünü tahkim etmektir. Zeytin Dalı Harekatı’nın başlamasıyla birlikte içeride yükselen sesler, tam da buraya tekabül etmektedir. Dolayısıyla şu anda yaşananları doğru kavramak için meselenin adını doğru koymamız, bunun için de doğru soruyu sormamız gerekiyor; “Türkiye, kiminle savaşıyor?” Yukarıda dedik; Türkiye hemen güneyinde oluşturulmak istenen terör koridoruna karşı Fırat Kalkanı ile başlayıp Zeytin Dalı Harekatı ile devam eden operasyonlar gerçekleştiriyor. Türkiye kiminle savaşıyor sorusunun cevabı da burada şekilleniyor. 

Türkiye, Suriye ve öncesinde Irak merkezli kaosta ilk günden itibaren kırmızı çizgilerini net bir şekilde ortaya koyan taraf oldu. Özellikle terör konusunda Batılı devletlerin ikircikli tutumunu eleştirirken, DEAŞ üzerinden meşrulaştırıl-maya çalışılan PYD’nin de PKK’nın uzantısı bir terör örgütü olduğunu vurguladı. Kaldı ki, Fırat Kalkanı operasyonuyla birlikte DEAŞ’ın üzerine en etkin şekilde giden ülke olması, kimi ülkelerin PYD’yi aklamaya dönük DEAŞ kalkanını da ortadan kaldırdı. Ne var ki, terör örgütü PKK/PYD’ye 5 bin tır, 2 bin uçak silah yardımı yapan ABD’nin, Türkiye’nin Afrin operasyonuna “DEAŞ’la mücadeleyi aksatmaması” başlığı altında uyarılar yapması, mızrağın çuvala sığmadığı-nın göstergesi. DEAŞ ve PKK/PYD arasındaki ilişkiler ortaya saçılmışken, ABD’nin aynı söylem üzerinden bölgede etkin olma çabasıysa, ikiyüzlülüğünü örtmeye dönük ve sonuç üretmekten aciz kaba kuvvet gösterisi.

Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesine ve içteki “barış havarilerinin” söylemlerine de bu açıdan bakmak gerekiyor. Türkiye, DEAŞ’ın arka-sındaki gücü ortaya çıkardığı gibi bugün de ABD’nin PKK/PYD üzerinden uyguladığı kaba kuvvete dayalı stratejinin çöpe atılmasını sağlayacaktır. 

Entelektüel şiddet

Son 20 yıldır içinde bulunduğumuz bölgede yaşananlara baktığımız zaman emperyalizmin hem dilini, hem de nasıl bir yöntem izlediğini açık seçik görürüz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, şiddetin sadece cepheyle sınırlı olmamasıdır. Emperyalizmin dili şiddet, yöntemi ise çatışma ve terördür. Hatta öyle ki, “çatışma ve terör”, “entelek-tüel şiddetin” bir sonucu olması bakımından ikincil değerdedir. Yani terör ve çatışma, masa başında kotarılan stratejinin uygulama aparatıdır. 

Tam da bu yüzden, kelimeler ve kavramlar, çağımızın en önemli silahıdır. Birçok kavramın, kelimenin tepetaklak ettirilerek algılarda bir cephe oluşturulduğunu dolayısıyla toplumsal tesanütün, bozunuma uğratılarak teröre açık alan haline getirildiğine şahit oluyoruz. Onun için günümüzde emperyalizm, yerli işbirlikçileri eliyle algılar üzerinde bu kadar yoğunlaşıyor. 

Afrin operasyonu başladığı andan itibaren, KESK, DİSK, TMMOB, Türk Tabipler Birliği ve bazı aydın ve sanatçıların(!) yayınladıkları bildiri-lerde, bahsettiğimiz algı oyunlarını açık seçik görüyoruz. KESK ve DİSK’in “Ölüme karşı yaşam, savaşa karşı barış”, Türk Tabipler Birliği’nin “Savaş Halk Sağlığı Sorunudur” söylemleri ile 177 sözde aydın ve sanatçının “PKK’yla anlaşın” demeye varan bildirileri, kavramları tepetaklak ettiren bir stratejinin parçası olarak ortada durmaktadır. 

Bu açıklamalara baktığınız zaman, her birinde özellikle barış kelimesinin teröre nasıl kalkan yapılmak istendiğine şahit olursunuz. İkinci olarak, Türkiye’nin terörle mücadelesinin “savaş” olarak kodlanmasının, hem PKK terör örgütünün eylemlerini/hedeflerini meşrulaştırmak hem de asıl savaşı gizlemek hedefli bir stratejik hamle olduğunu görürsünüz. Bu kodlama, “sözde devrimci” şiddetin Türkiye’deki kurumsallaşmış dilidir. Hepimiz biliyoruz ki, solun en büyük argümanlarından biri emperya-lizm karşıtlığıdır. Oysa yaşananlar bize başka şeyler söylemektedir. Fazla uzağa gitmeye gerek yok; ABD’nin taşeronluğunu yapan PKK/PYD’nin ideolojik kodları herkesin malumu. Kaldı ki, özellikle kadın üzerinden PKK/PYD’nin imaj çalışmaları, bizzat Batılı ülkelerde sol-liberaller tarafından gerçekleştirilmektedir. Sendikacılığı devrimin volan kayışı olarak gören emek örgütleri, sağlığı dahi terör stratejisi için araçsallaştıran meslek örgütü ve nihayet kelimeleri terörün maskesi haline getiren basın yayın organları, aydınlar, sanatçılar… Türkiye, emperyalizmin beşinci kol faaliyetleri yürüten bu kuruluşlarla ve kişi(liksiz)lerle de mücadele etmek zorunda kalıyor.  Yukarıda söylediğimiz gibi terör, bir kurgunun sonucu. Asıl şiddet, entelektüel alanda üretiliyor ve gerçekleşiyor. Bundan iki hafta önce PKK’nın Reyhanlı’ya attığı roket, genç kızımız Fatma’nın şehadetine neden oldu. Cumhuriyet gazetesi, bu olayı “Uykusunda ölen liseli Fatma son yolculuğuna uğurlandı” şeklinde haberleştirerek,terörü maskeleme faaliyetlerine bir yenisini eklemişti. 

İşin garip tarafı 17 yaşındaki kızımızın ölüm sebebinin PKK/PYD terör örgütünün attığı roket olduğunu herkes bilmesine rağmen, bu maskeleme çabasının anlamı nedir? Çok kirli ve basit; algılarda oluşturulmak istenen istifham duygusuyla birlikte açık olana karşı delil üretmek.

Bir başka örnek, sendikal alanda konuşlanan örgütlerin “Savaşta, emekçilere ağır yükler yüklenecektir” sözünde gizli olan istismardır. Aybüke ve Necmettin öğretmenler katledildiğinde de Eğitim-Sen, “kimden gelirse gelsin” diyerek fail PKK’yı gizlemeye çalışıyordu. Öğretmenlerimizin şehadetlerine üzülmüş gibi yaparak, gerçek fail terör örgütü PKK’dan hiç bahsetmeyen açıklamalar yaptılar. 

KESK ve akraba örgütlerinin bu açıklamaları, geçtiğimiz ay vefat eden düşünür Hüsamettin Arslan’ın şu sözlerini hatırlatıyor;  “Türkiye’de sosyalizm,sosyo-ekonomik düzene değil, halkın inancına karşıdır. Benim yoksul, aç, çaresiz gecelerimin tek sığınağı olan Allah’a karşıdır.”

Sendikal mücadele ve gerçekler

Rahmetli Hüsamettin Arslan’ın bu tespiti, aslında sol içinden çıkan Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı, İdris Küçükömer gibi aydınların tespitlerinin şerhi niteliğindedir. Bahsi geçen düşünürlerin hilafına solda konuşlanmış örgütlerin, enternasyonalizm adına çıktıkları yolda emperyalizmin gönüllü ajanlığına soyunmalarının hazin örneklerine şahit oluyoruz bugün. 

Kavramlarımızı dahi işgal eden bu yapıların maskeleri düşerken, Türkiye’de oluşturdukları hegemonik çark da kırılıyor artık. Özellikle emekçilerin değerlerine yabancı emek örgütlerinin, hangi stratejinin parçası oldukları bizzat kendi ifadeleriyle ifşa olurken, emperyalizm tarafından yerleştirildikleri mevzide ürettikleri entelektüel şiddet de artık bizzat emekçiler nazarında karşılık bulmuyor. 

Temel mesele şudur; emperyalistlerin yaşadığımız coğrafyayı toza dönüştürme projesine karşı mücadele vermek insani bir sorumluluktur. Bize göre Türkiye’nin mevcut durumda ortaya koyduğu iradenin böyle bir veçhesi var. Emperyalizmin kurgularının toza dönüşeceği böyle bir zamanda, emek mücadelesi alanından da, “Türkiye Türki-ye’den ibaret değildir” hakikatini seslendirmek, “Türkiye, tarihi birikimiyle ‘adil dünya’ hedefinin öncüsüdür” irade-sini yüklenerek insanlığa umut üflemek gerekir. 

@_aliyalcin_