Türkiye’nin guguk kuşları

Kamil Çayır / İbrahim Çeçen Ünv. İslami İlimler Fakültesi Araştırma Görevlisi
11.07.2015

Guguk kuşunun hikâyesini okuyup, üstüne bir de sosyal medyadan belgesel videosunu izleyince, şu an yaşananları da göz önüne alarak Türkiye’de yetiştirdiğimiz/yetiştirilen insan cinsinden olan guguk kuşları geldi gözümün önüne. Buyrun, birlikte bakalım.


Türkiye’nin guguk kuşları

Nahl suresi 66 ve Müminun suresi 21. ayetinde Yüce Allah “Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır.” buyuruyor. Gerçekten de dikkatli bir şekilde baktığımızda etrafımızda bulunan canlılardan birçok ders ve ibret alabilmek mümkün. İşte bunlardan biri de, kuşlar aleminin en üçkağıtçı, üşengeç ve aldatıcı üyelerinden biri diye tabir edilen guguk kuşu olsa gerektir.

Guguk kuşu, yumurtlama zamanı geldiğinde kendini gizleyerek yuva yapan çiftleri gözler. Gözüne kestirdiği, yavrusunu başkalarına muhtaç etmeyeceğine inandığı bir kuşun yuvasına giderek oradaki yumurtalardan birini atar ve yerine, oradaki yumurtanın mükemmel bir kopyası olan kendi yumurtasını bırakır. Öyle ki, hangi kuşun yuvasına yumurtasını bırakacaksa kendi yumurtasını da o kuşun yumurtasının renk ve desenine göre yumurtladığı da söylenmekte. Böylelikle işin zor kısmını üvey annenin sırtına yükleyerek beklemeye koyulur. Dışarıdan bakıldığında bırakılan yumurtanın diğerlerinden farklı olduğu fark edilse de üvey anne bunu anlayacak kadar zeki değildir, bundan habersiz kuluçkaya yatmayı sürdürür.

Guguk kuşunun yumurtası genelde ev sahibi yumurtalardan önce civciv çıkarır. Çıkan civciv daha gözleri açılmamış ve tüyleri bile çıkmamış haldeyken sanki öğretilmiş gibi yuvada bulunan diğer yumurtaları aşağı atar. Amaç; hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı annenin yavrularına bakma içgüdüsünden yararlanmak ve kendisinin diğer yumurtadakilere olan farklılığının ortaya çıkmasını önlemek. Bu hususta şu da bilinmelidir ki; şayet bir yuvada iki veya daha fazla Guguk kuşu yumurtası olursa ilk çıkan yavru daimi surette -kardeşi bile olsa- diğerlerine yaşama şansı vermeyecek ve yuvadan atacaktır.

Artık bu yavru, yuvanın tek sahibidir ve üvey anne tüm dikkatini ona vermiştir. Yavru guguk kuşu getirilen her şeyi yiyerek hayret verici bir hızla büyür. Üvey anne, her ne kadar kendisine benzemese de bu yavruyu beslemek konusunda içgüdüsüne karşı koyamaz ve bu yavruya o kadar iyi bakar ki; üç hafta sonra neredeyse bu küçük yavru üvey annesinin dört katı ağırlığa ulaşır. Ayrıca bu Guguk kuşunu sadece yuva sahibi üvey anne-babanın beslemesinin yanında, ağzını geniş bir şekilde açarak devamlı ötmesi, kendini acındırması sonucu yakın çevrede bu çığlıklara kayıtsız kalamayan diğer anne babalar da besler. Altı hafta sonra da -genellikle yuvayı da dağıtarak- yuvadan ayrılıp eş aramaya çıkar. Kısaca Guguk Kuşu’nun ibretlik hikâyesi böyle.

‘Üvey anne’ olduk

Guguk kuşunun hikâyesini okuyup, üstüne bir de sosyal medyadan belgesel videosunu izleyince, şu an yaşananları da göz önüne alarak Türkiye’de yetiştirdiğimiz/yetiştirilen insan cinsinden olan guguk kuşları geldi gözümün önüne.

Zaafiyetlerimizi, hassasiyetlerimizi en ince noktasına kadar bilen, yıllardan beri bizi gözetleyen bir yabancı tarafından, çile ve zorluklarla ördüğümüz yuvamızın içine bırakılan guguk kuşları. Daha ilk filizlenme dönemlerinde rakiplerini teker teker tasfiye ederek yuvanın tek sahibi haline gelmeye çalıştığı, yuvanın asıl sahiplerinin içeriden ve dışarıdan uğradıkları operasyonlarla daralma sürecine girerken, malum kuş ve avanelerinin nasıl semirildiği, genişlediği, büyüdüğü ehlince malumdur. Bu konuda, 8 yıllık kesintisiz eğitimle İmam hatip neslinin köküne kibrit suyunun dökülmesi, 1700’ün üzerinde Kur’an Kursunun kapısına kilit vurulması gibi olumsuz gelişmeler karşısında, o süreçlerden itibaren büyüme trendine giren grubun durumu anlamak isteyenler için çok şey anlatır. Ayrıca kendilerine rakip olması muhtemel kurumlara, kendilerinin önünün açılması için gerek içeriden gerek dışarıdan nasıl operasyonlar yapıldığı da yine ehlince malumdur.

Aslında hepimiz besledik bu guguk kuşunu; gönülden ve isteyerek. Bir anne şefkatiyle, tabiri caizse, yemedik yedirdik, giymedik giydirdik. Bunlar “alnı secdeli insanlar, bunlardan zarar gelmez” diyerek verdik kurbanlarımızı, zekâtlarımızı, fitrelerimizi. Başkası kazanacağına bunlar kazansın diyerek, zararımıza da olsa bunların işyerlerinden alışveriş yaparak kendi ellerimizle büyüttük. İstedikleri bir tarafa, istemedikleri halde de biz destek olduk, yardım ettik bunlara. “Hizmet” yapıyorlar diye Allah rızası için verdiğimiz “himmet”lerin, Kıbrıs kumarhanelerinde, köpük partilerinde nasıl “hezimete” dönüştüğünü şimdi daha iyi müşahede ediyoruz.

Sadece sesi/konuşması/ağlamasından etkilendiğimiz için tutup evimizin baş köşesine özenle kondurmuştuk guguk kuşlu saatlerimizi. Fakat en mahrem görüntülerimizi kaydettiğini, konuşmalarımızı kayıt altına aldığını tahmin edemedik.

Ve nihayet gün gelip, iyice beslendikten ve semirildikten sonra Türkiye yuvasını dağıtmak istemiş olmasına da şaşırmamak gerekir bu Guguk kuşlarının, çünkü yapısı böyle, iyice beslendikten, büyüdükten sonra yuvasını dağıtmak bunların hücrelerine kadar işlemiş huyları.

Bu ‘hizmet’ kime?

Anavatanında en son 1999 yılının Mart ayında görülen Guguk Kuşu’nu biz ürküttük sanmıştık ama ‘asıl yuvasına/vatanına’ gittiğini o günlerde bilememişiz. Yeni yeni anlıyoruz şimdi. Sağlık sorunları için gitti demişlerdi o zamanlarda ama sağlıkta devrimin yapıldığı şu son yıllarda yine aramızda göremedik. Hz. Peygamber gibi hicret etti demişlerdi: “Çok sevdiği memleketi kendisine vahşet-zar (?) haline getirildiği için insanlığın sığınağı olan bir diyara (?), medeniyete (?) hicret.”

Oysa Hz. Peygamber’in hicreti bunların hicretine hiç benzemiyordu. Hz. Peygamber öncelikle sıkıntı altında ezilen, eza ve cefa gören arkadaşlarını göndermiş, en sona da Hz. Ebubekir ile kendisi hicret etmişti. Bunlarda ise önce kendileri, ileri gelenleri hicret etmiş, alt tabakalar ise kendi başlarına bırakılmıştı bu vahşet-zar (!) memlekette. Hiçbirinin aklına da “bu nasıl hicret?” demek gelmemişti anlaşılan. Hem ictihad makamı görüp bu makamın ictihadlarından “vahşet-zar” diyerek kaçmak ne demek?”Allah bana şefaat etme yetkisi verirse ilk şefaatimi ona yaparım” dediği kişiyi terkedip gitmek de tabi ayrı bir garabet.

Hz. Peygamber hicretinden 10 sene sonra tekrar dönmüştü Mekke’ye ama bunlar 16 yıl geçmesine rağmen bir türlü dönmek bilmiyordu. Hem ülkenin en yetkili ağzından hususi davet alabilecek derecede güzel gelişmeler olmuştu ama yine de gelmek istemiyorlardı. Onların Anavatanlarının orası olduğunu, bizim yuvamıza besletilmek için bırakıldığını işte şimdi daha iyi anlıyoruz.

Yaptıklarına “Hizmet” diyorlardı ama bu hizmetin ‘neye’ ve ‘kime’ hizmet olduğunu bilemiyorduk. Evet, ortada bir hizmet vardı ama meğer bu Türkiye ve Müslüman düşmanı lobilere, otorite’ye (!) yapılan bir hizmetmiş. Eğer ‘hizmet’ İslam’a ve Müslümanlara olsaydı Taif’te taşlandıktan sonra bile “Rabbim, gazabına uğramayayım da çektiğim mihnetlere, belalara aldırmam” diyen Hz. Peygamber gibi tüm sıkıntı ve zahmetlere karşın mücadeleyi sürdürmek, kaçıp gitmemek gerekirdi.

Saklanmış guguk kuşları

Tarık Bin Ziyad gibi, İspanya sahiline ulaşıp, arkasında düşman gibi deniz, önünde deniz gibi düşmanı görünce geri dönmeyi, kaçmayı değil, gemileri yaktırmayı gerektirir bu ‘hizmet’. Ömer Muhtar gibi, idam sehpasına çıkarken bile “Ey huzura ermiş nefis, Razı edici ve Razı edilmiş olarak Rabbine dön” ayetini düstur edinerek, ABD’ye değil, Rabbine dönme kararlılığında olmayı gerektirir hizmet yolunda olmak. Rus başkumandanın karşısında ayağa kalkmadığı için divan-ı harbe verilince “Bunların idam kararı ebedi aleme seyehat etmem için bir pasaport hükmündedir, idam olunsam bile milletimin kalbinde yer edeceğim” diyen Bediuzzaman gibi her zaman ve mekanda dik durabilmektir ‘hizmet’. Süleyman Hilmi Tunahan gibi “hizmet muvaffak olsun da varsın yerimiz caminin papuçluğu olsun” anlayışında olarak, Pensilvanya malikanelerine, köşklerine değil, caminin papuçluğuna razı olmaktır gerçek hizmet.

Şükürler olsun ki “hizmet (!)”in farkına, bizi tam anlamıyla “hezimet”e uğratmadan önce, yuvayı dağıtmadan önce varabildik, ya varamasaydık?

İşte şimdi önümüzde bizi bekleyen çok önemli ve o derecede can alıcı bir husus var: Her ne kadar “takiyye” diyerek olağanüstü bir şekilde kendilerini kamufle etmeye çalışsalar da, yuvamıza bırakılan diğer Guguk kuşlarını araştırıp bulmak. Bunun yolu da aslında çok basit; İmandan aldığımız bir ferasetle, “Kur’an ve Sünnet” laboratuvarında, “Vatanseverlik” kabında bu yumurtaları bir DNA testine tabi tutmak, ve test sonucunda da, ne olursa olsun, kim olursa olsun ve ne kadar zor gelirse gelsin o yumurtayı yuvadan çıkarıp atmak.

Son olarak meraklılarına bir not: “One Flew Over the Cuckoo’s Nest” özgün adıyla 1975 yılında ABD’li yapımcı ve yönetmenler tarafından beyaz perdeye uyarlanan “Guguk Kuşu” filmi, En iyi Erkek oyuncu,  En iyi Film, En iyi Yönetmen ve En iyi Uyarlama dallarında Oscar almış. Tüm zamanların en iyi filmleri arasında üst sıralarda.

Filmini değil ama gerçeğini izlemek 40 yıl sonrasına kısmet olsa da gerçekten iyi bir oyunculuk, iyi bir film ve iyi bir uyarlama olduğuna şüphemiz kalmadı diyebiliriz.

[email protected]