Türkiye’nin İdlib ve Afrin planı

Prof. Dr. Ahmet Uysal / İran Araştırmaları Merkezi Başkanı
26.08.2017

Bugün Türkiye’nin kendi güvenliği ve çıkarları için PKK elindeki Afrin ile HTŞ kontrolündeki İdlib’e askeri müdahalesi kaçınılmazdır. Çünkü her iki bölge de bizim için ciddi güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Her ne kadar PKK-PYD varlığı dolayısıyla Afrin birinci derecede tehdit ise de şartlar İdlib’e müdahaleyi daha stratejik öncelik olarak önümüze koymaktadır.


Türkiye’nin İdlib ve Afrin planı

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da kurulan düzen çok fazla değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Ama bu sürede dünya üzerindeki dengeler birkaç kez değişmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Soğuk Savaş Düzeni 1991’de sona ermiş ve tek kutuplu dünyaya dönüşmüştür. Tek süper güç olan ABD, 11 Eylül saldırıları sonrasında Afganistan ve Irak işgalleriyle Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye girişse de başarısız olmuş ve daha büyük bir kaos ortaya çıkmıştır. Küreselleşme, Batı’nın gerilemesi, BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkelerinin yükselişi ve Arap Baharı gibi faktörler daha karmaşık ve kaotik bir ortam ortaya çıkarmıştır. Yeni küresel mücadele yine enerji kaynaklarının bol olduğu, ticaret yollarının kesiştiği Ortadoğu’da yer almaktadır. Yeni bölgesel düzen ise Suriye’de ve Irak’taki mücadelelerin sonunda netliğe kavuşacaktır.

Jeostratejik olarak da Suriye, Arap dünyasının güvenliğinde kritik bir yer tutmaktadır. Suriye ve Lübnan dağlarını aşan ordular (Hititler, İskender, Romalılar, Persler, Osmanlılar, vs.) Mısır’a kadar rahat bir şekilde ilerleyebilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede geniş Arabistan kurmaya heveslenen Şerif Hüseyin, Suriye’yi işgal etse de İngiliz ve Fransızların gizli anlaşması (Sykes-Picot) uyarınca burayı Fransızlara kaptırdı. Hemen her yerde sömürgecilerin yaptığı gibi Fransa oradaki Nusayri azınlık gruplarla çalışarak kendilerine yakın bir toplum kesimi ve elit oluşturdular. Bugün doğal gaz ile dolu olan Doğu Akdeniz’de bulunması, İsrail’e komşu olması, İran ve Rusya ile siyasi yakınlığı ile Suriye, önemli bir ülkedir.

Ortadoğu’da vekil liderler

2011 başında Tunus, Mısır ve Yemen’de barışçıl gösterilerle diktatörler tek tek düşmeye başlamıştı. Ancak bu barışçıl değişim süreci Fransa’nın tek Libya’ya taraflı müdahalesiyle kanlı bir mücadeleye dönüştü. Aynı laik, milliyetçi modele dayanan Baas Rejimi, barışçıl başlayan gösterilere ateşle karşılık vererek Suriye’deki demokratik mücadeleyi kanlı iç savaşa dönüştürdü. Buna rağmen Esed rejimi üç kez düşme aşamasına geldi. İlkinde Hizbullah, ikincide İran ve sonuncuda Rusya yardıma koşarak bu rejimi kurtardı. Suriye’de Esed’in gitmesini istiyor gibi görünen ABD ve Körfez Ülkeleri de ılımlı Suriye muhalefetinin hırpalanmasını sağlayarak, onların yerine Nusra ve IŞİD gibi grupların gelmesini sağladı. PYD gibi yapılar desteklendi.

Güvenlik önceliğimiz

Türkiye Batı’nın Esed’in gönderilmesini istemediğini, amacın mezhepsel ve etnik çatışmalarla bölge ülkelerini zayıflatma ve hatta Suriye ve Irak’ı parçalama planı olduğunu zamanla fark etti. Türkiye öncelikle Rusya ile Suriye konusunda açılıma gitmek suretiyle Astana sürecini başlatarak hem Suriye’de kanın durdurulmasını sağlamaya çalışıyor hem de ABD desteği ile bir PKK devleti kurulmasını önlemeye çalışıyor. Türkiye, Suriye’ye İran’ın tamamen hakim olmasının Türkiye’yi güneyden kuşatması anlamına geldiğini görmektedir. Aynı şekilde IŞİD veya PKK-PYD güçlerinin de güneyden ülkemizi kuşatmak istediği açıktır. Bu amaçla Cerablus ve El-Bab operasyonlarıyla hem PKK-PYD’de hattını yardı hem de IŞİD’i sınırlarımızdan uzaklaştırdı.

Bugün Türkiye gibi bölgesel ve küresel güçlerin mücadelesi sonucu İdlib ve Afrin’de ortaya çıkan sonuç, Suriye’nin geleceğini ve dolayısıyla Ortadoğu’nun kaderini belirleyecektir. Bu mücadele sonucunda Suriye ve bölge parçalanacak mı, yoksa bütün mü kalacak, netleşecektir. Aslında bölge ülkeleri zaten parçalı, küçük ve etkisizler ama daha fazla parçalanma daha fazla acziyet ve dış mücadele anlamına geleceği için Türkiye bu projeye haklı olarak karşı çıkmaktadır. Ülke yeniden şekillenirken ve genellikle de Türkiye’nin zararına olacak yönde evrilmesin diye Türkiye de boş durmayarak çabalarını diplomatik ve güvenlik alanlarında sürdürüyor. 

Bugün Türkiye’nin kendi güvenliği ve çıkarları için PKK elindeki Afrin bölgesi ile El-Kaide bağlantılı Hey’et-i Tahrir Eş-Şam (HTŞ) güçlerinin kontrolündeki İdlib’e askeri müdahelesi kaçınılmazdır. Çünkü her iki bölge de bizim için ciddi güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Müdahaleye hangisinden başlanacağı da kritik bir sorudur. Her ne kadar PKK-PYD varlığı dolayısıyla Afrin birinci derecede tehdit ise de şartlar İdlib’e müdahaleyi daha stratejik öncelik olarak önümüze koymaktadır. Çünkü Afrin konusunda Türkiye uluslararası alanda yalnız kalmışken, İdlib müdahalesinde ise moral destek bulacaktır. IŞİD’le Mücadele Koalisyonu Özel Temsilcisi ABD’li Brett McGurk’un Türkiye’yi suçlaması da gösteriyor ki ABD İdlib için Türkiye’yi suçlayarak burayı PKK’ya vermeyi tercih edecektir.

Zamanlama açısından da İdlib müdahelesi için uygundur. Çünkü PKK-PYD, Rakka’da IŞİD ile savaşmakta, Esed rejimi Deyrezzor’da ve Hizbullah ise güneyde muhaliflerle savaşmaktadır. Türkiye geç kalırsa ABD, Rakka’da yaptığı gibi PKK-PYD buraya girsin diye ısrar edebilir. Diğer ihtimal olarak rejim güçlerinin ve Rusya’nın buraya girmesi durumunda ağır silahlarla büyük bir yıkım olacağı için Türkiye yeni bir göç dalgası ile karşı karşıya kalacak ve başka sıkıntılar yaşayacaktır. Esed rejimi, İran ve ABD buradan yine PYD’ye Akdeniz’e açılan koridor verebilirler. Dolayısıyla Türkiye’nin ÖSO desteğiyle İdlib’e müdahalesine (Afrin müdahalesinin aksine) bugünlerde ne İran, ne Rusya, ne de ABD itiraz edecektir.

Eninde sonunda İdlib, El-Nusra ve bağlatılı gruplardan alınacağı için en uygun seçenek Türkiye’nin müdahelesidir. Ancak, Türkiye’nin İdlib müdahalesi diğerlerinden daha az sancılı olacaktır. Çünkü İdlib’de dışındaki ılımlı grupları (Ahrar üş-Şam, Feylak üş-Şam ve Ceyş ül-Izze gibi) Heyeti Tahrir-i Şam’dan koparıp Özgür Suriye Ordusu ile entegre etme imkanı vardır. Bu gruplar El-Nusra bağlantılı değildir ve aralarında ciddi ihtilaflar olduğu bilinmektedir. Ayrıca, İdlib çok geniş bir alan olduğu için hepsini birden kontrol etmesi de şart değildir. Öncelikle Türkiye sınırlarını güvene alarak başlar ve PYD’nin Akdeniz’e doğru yayılabilme yeteneğini azaltacak hamleler yaparak ilerleyebilir.

İdlib öncü operasyon

Türkiye’nin İdlib operasyonu riskler ve maddi ve manevi maliyet içerse de hareketsizlik veya beklemek daha büyük riskler barındırmaktadır. Yakında IŞİD bitirildikten sonra oklar yine El Kaide, Taliban bağlantılı gruplara dönecektir. Nusra savaşçılarının çok dirençli olduğu bilinmektedir ve can kayıpları da olacaktır. Ama bu maliyet kaçınılmaz bir maliyettir ve Türkiye IŞİD, PKK ve El Kaide teröründen uzun zamandır zarar görmekte ve bedel ödemektedir. Benzer direnç ve maliyet ABD’den ağır silahlar alan PYD’ye karşı Afrin’de de sözkonusudur. Eski tecrübelerin gösterdiği gibi Türkiye bir şey yapmadığı zamanda bile IŞİD ülkemize saldırarak ciddi zarar vermiştir. Çünkü farklı küresel ve bölgesel güçlerin taşeronu olarak terör örgütleri eninde sonunda bizim gibi yıldızı parlayan ülkeleri zayıflatma aracı olarak kullanılmaktadır.

Türkiye Rusya ve ABD uyuşmazlığını İdlib’de değerlendirebilir. Amerikan Başkanı Trump ve Putin uzlaşmak istese de ABD yerleşik düzeni buna engel olmaktadır. Suriye’deki faaliyetlerini İsrail üzerinden koordine etseler ve birbirinin ayağına basmasalar da yakınlaşmaları zordu. Çünkü Trump giderek geleneksel Amerikan dış politikalarına yönelmektedir. Bunun ipuçları Trump’ın yeni Afganistan stratejisi ile yeniden Taliban’a odaklanacağını söylemesinde ve bu amaçla Pakistan’ı bile tehdit etmesinde görülmektedir. Benzer El Kaide karşıtı çizginin İdlib ve Nusra için sürdürüceği söylenebilir. El Kaide ile savaş görüntüsü özellikle Batı’daki olumsuz Türkiye algısını da azaltacaktır.                       

Suriye’de etkin pozisyon

Diğer taraftan Trump ve Körfez tarafından sıkıştırılan İran’ın da İdlib müdahalesine itiraz etmesi zordur. Çünkü İran, Irak ve Suriye’de daha önce ele geçirdiğini düşündüğü bölgeleri kaybetmeme telaşındadır. Bu çerçevede geçen hafta Türkiye’yi ziyaret eden İran askeri yetkilerle İdlib konusunun da konuşulduğu bilinmektedir. Türkiye’nin İdlib müdahalesine İran ile bağlantılı olarak Esed de çok itiraz etmeyecektir. Diğer taraftan İsrail, yanıbaşındaki Suriye’de İran’ın çok güçlenmesini de istemez. İsrail ve Suudi Arabistan’nın Esed’in yanında İran yerine Mısır’ın bulunmasına kafa yordukları konuşulmaktadır. Gecikmemiz Suriye’de Sisi’nin etkinliğini artırması demektir ki Türkiye’ye çok yararı olmayacaktır.

Özetlersek, kendi aleyhine yeniden dizayn eldilmek istenen Suriye konusunda Türkiye’nin hareketsiz bekleme imkanı yoktur. Sessizce kurulan PKK devleti ve despotik Esed rejiminin yeniden güçlenmesi, Suriye ve Irak’ın parçalanma tehlikelerine karşı Türkiye, kendi güvenliğini sağlamak üzere İdlib’e müdahale etmelidir. İdlib’i kontrol ederek daha sonraki süreçte Afrin’i Batı ve Güney’den de kuşatarak PYD’yi buradan uzaklaştırması daha kolay olacaktır. Ayrıca, Cerablus ve El-Bab’daki gibi İdlib’deki varlığı ve nüfuzu Türkiye’nin IŞİD sonrası Suriye tasarımında elini çok güçlendirerek, kuşatılma ve dışlanma riskini azaltacaktır. Hareketsiz kalırsak veya gecikirsek bölgedeki hesapların bizim aleyhimize gelişmesi, beka sorununa varan bir dizi tehdit olarak karşımıza çıkacaktır.

[email protected]