Türkiye’nin meydan okumaya karşı kapasitesi

Dr. Murat Yılmaz / SDE İç Politika
3.10.2015

PKK, HDP etrafında birbiriyle telif edilmesi zor stratejik hesaplarla oy kullanan kitlelerin desteğini, devrimci halk savaşı için bir halk desteğine dönüştürebileceği zannıyla hareket ederek kendi tarihi içinde büyük ve stratejik hatalarından bir yenisini daha yaptı. Bu hata, 1 Kasım genel seçimlerinde HDP etrafında oluşan ittifakı dağıtacağı gibi, yapılan operasyonlarla PKK’nın kapasitesi kırıldıkça zor yoluyla aldığı oyla da alınamayacak.


Türkiye’nin meydan okumaya karşı kapasitesi

Türkiye, 1 Kasım’da tekrar seçimlerine giderken içeride ve dışarıda tarihin akışının hızlandığı bir dönem yaşanıyor. İçeride ve dışarıda merkezlerin tehdit edildiği merkez kaç güçlerin “devlet dışı silahlı güçler” formatıyla sınırları zorladığı bu dönemde Türkiye’nin devlet kapasitesi ve demokrasi kabiliyeti/kapasitesi büyük bir meydan okumayla karşı karşıya. Türkiye bu meydan okumalara demokratik kabiliyetiyle çözebilecek bir devlet kapasitesiyle çözüm üretebilirse içeride ve dışarıda lig atlayacak bir sıçrama yapabilir. Aksi halde Türkiye’nin demokratik kabiliyetinin ve devlet kapasitesinin zarar göreceği bir kriz yaşanabilir.

Türkiye içeride ve dışarıda eski paradigmaların çöktüğü yenilerin henüz inşa edilemediği bir geçiş dönemi yaşıyor. İçerideki ve dışarıdaki değişimin birbirini etkilediği ve tetiklediği bu geçiş döneminin bir kaosa ve tıkıma dönüşmesi de mümkün, dengeli yeni paradigmaların inşa edilmesi de mümkün. Suriye etrafındaki gelişmelerin nereye evrileceği veya kırılacağı bilinemiyor ve dış aktörlerin fazlalığı dolayısıyla kontrolü zor. İçerideki durum ise 1 Kasım seçim sonuçlarıyla yeniden şekillenecek.

Siyaset zayıflıyor endişesi

Türkiye, içeride tek parti dönemindeki resmi ideoloji, soğuk savaş döneminde kalıplaşan devlet ve 27 Mayıs darbesi sonrasında inşa edilen vesayet sisteminden müteşekkil paradigmanın çöktüğü bir dönem yaşıyor. Bu çöken paradigma yerine yeni kamu felsefesi, güçlü ve verimli bir devlet kapasitesi ve demokratik hukuk devletinden oluşan yeni bir paradigma konulabilmiş değil. Yeni paradigmanın teşekkül edemeyişi içerideki politik mücadeleyi sertleştiriyor. Bu sertliğe bir de 7 Haziran seçimlerinden sonra tek başına bir iktidar veya makul bir koalisyonun çıkmaması eklenince siyasi ve ekonomik istikrar endişesi artıyor. 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olabilecek bir çoğunluğun veya koalisyonun çıkmaması ve MHP ve HDP gibi kimlik partilerinin güçlenmesi Türkiye’de siyasi merkezin zayıflaması endişesini doğuruyor. Diğer taraftan bu boşluğu Türkiye’deki demokratik sistemin ve devlet kapasitesinin felç hali olarak değerlendiren PKK ve onu koçbaşı olarak kullanan iç ve dış çevreler istedikleri istikamette bir siyaset gelişmeyince terör marifetiyle bu felç halini derinleştirmek ve istedikleri siyaseti şiddet yoluyla Türkiye’ye dayatmak istediler. Türkiye bu meydan okumaya demokratik sistemin ve devlet kapasitesinin işlediğini gösterecek bir şekilde 24 Temmuz’da Türkiye, Suriye ve Irak’ta operasyon yapmak suretiyle cevap vermek zorunda kaldı. AK Parti- CHP koalisyonunun kurulamayacağının anlaşılmasından sonra PKK ve DAEŞ’in Türkiye’ye yönelik şiddetin dozajını arttırmış olmasını ayrıca kaydetmek lazım.

DAEŞ’in Suruç’ta HDP’ye yakın bir lokali bombalaması ve PKK’nın çözüm sürecini bir yana bırakarak Türkiye’ye yeniden devrimci halk savaşı ilan etmesiyle halka ayaklanma çağrısı yapması, Türkiye’nin demokratik sistemini ve devlet kapasitesini harekete geçirdi. Türkiye siyasette, iktisatta ve dış politikada başlattığı büyük dönüşümü halihazırda tamamlayabilmiş değil. Bununla beraber dönüşümün geldiği safha itibarıyla Türkiye 90’ların devlet anlayışına dönmeyecek bir demokrasi kabiliyeti ve devlet kapasitesi inşa etmiş durumda. Çözüm sürecinde bölgedeki gelişmeleri, Suriye’de ve Irak’taki PKK yığnak ve tecrübesini ve Türkiye’deki siyasi boşluğu abartılı bir şekilde değerlendiren PKK, bölgesel aktörler ve Batı dünyası 24 Temmuz’da Türkiye’nin PKK; DAEŞ ve iltisaklı yapılara karşı başlattığı idari, hukuki, askeri ve istihbari harekatları beklemiyorlardı. 

Hesap yanlış çıktı

Türkiye’de Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk soruşturmaları, Gezi olayları, 17/25 Aralık operasyonlarının ve çözüm sürecinin asker, jandarma, polis, istihbarat, yargı ve mülki idarede büyük tahribat yarattığı söylenebilir. PKK’nın meydan okumalarına devlet kapasitesinin cevap veremeyeceği varsayımıyla “devrimci halk savaşı” ilanı ve halkı isyana çağırmanın yanlış bir hesaba dayandığı 24 Temmuz operasyonlarıyla açıkça görüldü.

PKK, HDP etrafında birbiriyle telif edilmesi zor stratejik hesaplarla oy kullanan kitlelerin desteğini, devrimci halk savaşı için bir halk desteğine dönüştürebileceği zannıyla hareket ederek kendi tarihi içinde büyük ve stratejik hatalarından bir yenisini daha yaptı. Bu hata, 1 Kasım genel seçimlerinde HDP etrafında oluşan ittifakı dağıtacağı gibi, yapılan operasyonlarla PKK’nın kapasitesi kırıldıkça zor yoluyla aldığı oyla da alınamayacak. Şiddetin yoğun olarak yaşandığı yerlerde yaşanan sandık taşımalarına HDP çevrelerinden yönelen şiddetli muhalefet ve hatta bunu bir “iç savaş sebebi” olarak kabul etme eğilimi bu bakımdan manidardır.

Önce Irak’ın işgali ve son olarak da Suriye iç savaşıyla Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölgesel dengelerin, rejimlerin ve hatta belki de sınırların değişebileceği değişim dalgası bölgesel paradigmayı yıktı.  Eski paradigmanın yıkılışı ABD’nin bölgeden çekilme kararına denk geldiği için türbülansın etkisi artıyor. Bu durum ABD’nin bıraktığı boşluğu doldurmak üzerine bölgesel işbirliği ve dayanışmayı değil, tam aksine çatışma ve ayrışmaları harekete geçirmiş durumda. Rejimlerin devam edemediği ve devlet kapasitelerinin çöktüğü bölgede devlet dışı ama devletimsi silahlı aktörlerin egemenlik ve velayet mücadelelerine şahitlik ediliyor.  Soğuk savaş sonrası dönemden itibaren dış politikasını ve buna uygun bir şekilde iç siyasi yapısını değiştirmeye çalışan Türkiye için bölgesel gelişmeler bir beka sendromuna yol açıyor.

Bu gelişme ve krizler, Türkiye’de devletin ve milletin sınırlarının yeniden tartışıldığı bir dönemin kapısını aralıyor. Yeni anayasadan kimlik politikalarına, darbe tehlikelerinden egemenlik savaşlarına, başkanlık tartışmalarından yerel yönetimlere, demokratik özerklikten devrimci halk savaşına bu kadar çok tartışmanın yaşanmasındaki iç ve dış sebepler burada yatmaktadır. Bu tartışmaların demokratik bir şekilde yürüyeceği ve çözümleneceği mecra ve araçlar siyasi partilerdir. Bu tartışmaları siyasi partiler ve demokratik zeminler dışına taşımaya çalışan bütün aktörler niyetleri ne olursa olsun darbe, şiddet ve iç savaş kapısını açmaya ve Türkiye’yi Suriyeleştirmeye çalışan aktörlerdir. Balyoz darbesinden 27 Nisan bildirisine, AK Parti’nin kapatılma davasından Gezi olaylarına, 17-25 Aralık müdahalesinden 6-8 Ekim sokak hareketlerine, devrimci halk savaşından güya terör aleyhine sokak hareketlerine kadar bütün eylem tarzları bu bağlamda hatırlanmalıdır.

Türkiye’nin temel problemi de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin temel meselelerini çözmesi beklenen siyasi partiler çöken eski paradigmanın dışına çıkabilmiş değildir. Türkiye’nin vesayet döneminde darbelerle, Anayasa mahkemesi kararlarıyla kapatılan, siyasi partiler ve seçim kanunlarıyla sınırlanan partiler Türkiye’nin temel meselelerini çözecek ve temel kararlarını verecek kurumsal kimlikler kazanmakta zorlanıyorlar. Vesayet dönemindeki ağır baskılarla “öğrenilmiş çaresizlik sendromuna” yakalanan partiler, bürokrasinin siyasi uzvu ve ajanı olmak derekesine düşmüştü.

AK Parti eski paradigmayı yıkan ve siyasi değişim talebini taşıyan siyasi parti olmaya devam etmekle beraber, bu devasa yeni paradigmayı tek başına inşa edebilecek güç ve hegemonyayı devşirmekte zorlanmaktadır. AK Parti gücünü temsil ettiği sosyolojik tabanın değişim arzusundan ve parti eksikliğinin yarattığı boşluğu dolduran karizmatik kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan’dan almaktadır. Erdoğan’ın halk tarafından doğrudan Cumhurbaşkanı seçilmesiyle karizmatik liderinden resmi olarak ayrı kalan AK Parti bu problemi yaşamaktadır. Erdoğan’ın siyasi enerjisini evvela partinin sonra da ülkenin kurumsallaşmasıyla aşmak AK Parti’nin önündeki temel mesele olarak durmaktadır.

Eskinin savunucuları

İçerideki eski paradigmanın kurucularından ve dışarıdaki eski paradigmanın sonuç ve taşıyıcı aktörlerinden olan CHP, değişim dalgasını kıracak bir imaj oluşturmak dışında gerçek bir değişim ve yenilenmeyi başarabilmiş değildir. CHP eski paradigmanın çöküsünden şikayet etmeyi bir yana bırakarak dünyanın, bölgenin ve Türkiye’nin yeni gerçeklerini hazmeden ve Türkiye’de demokratik hukuk devletini esas alan bir siyasi merkezin inşası rolüne üstlenmedikçe bürokrasinin, büyük burjuvazinin veya Batının bir uzvu omanın ötesinde modern bir siyasi parti olmakta zorlanacaktır. Halbuki Türkiye’nin içeride ve dışarıda paradigmasını yenilemesinde maliyeti ve zamanı azaltacak temel aktörlerden biri CHP’nin bu sürece destek vermesi olacaktır.

MHP eski paradigmanın yıkıldığını göremeyecek kadar reaksiyoner ve oyunun dışında bir partidir. 7 Haziran seçimleri sonrası MHP Genel Başkanı Dr Devlet Bahçeli’nin bütün siyasi teklif ve pozisyonları reddetmesi bu bakımdan manidardır.

 HDP ise demokratik bir siyasi parti sorumluğunu yerine getiremeyecek şekilde PKK kontrolü altında. PKK’nın milliyetçi ve devletçi Stalinist zihniyeti problemleri demokratik ve Türkiyeli bir formülle çözecek pozisyondan uzak. Türkiye’deki siyasi istikrar problemini ve Suriye’deki iç savaşı teritoryal bir egemenlik imkânı olarak gören PKK, çözüm üretecek bir tek başına iktidar veya koalisyona da karşıdır. HDP veya o çizgide bir yapının, gerçek anlamda bir siyasi partiye dönüşmesi PKK’nın şiddet kapasitesinin kırılması veya PKK’nın şiddet kullanmaktan vazgeçmesiyle mümkün olabilecektir.

Türkiye, 1 Kasım 2015 erken genel seçiminde içeride ve dışarıda yaşanan meydan okumadan kaynaklanan temel meselelerini demokrasinin vazgeçilmez kurumları olan siyasi partiler eliyle çözebilecek demokratik bir kabiliyet gösterebilmelidir. Eski vesayet sisteminin yerini alacak modern ve demokratik siyasi partilerin bütün zaaflarına rağmen bu sınavı başarıyla aşması mümkündür. Buradaki meselenin görünen yüzü 1 Kasım seçim sonuçlarından tek başına iktidar veya koalisyonun çıkmasıdır ancak daha derindeki problem muhtemel tek başına iktidar veya koalisyonun bütün tarafları gözeten bir demokratikleşme, kurumlaşma ve kuruculuk misyonunu taşımasıdır. Türkiye’nin bu kriz halinde doğrudan halkoyuyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanının varlığı demokratik sistemin korunmasında, siyasal partilerin ve kurumların eksikliklerinin aşılmasında çok ciddi roller üstlenebilir.

[email protected]