Türkiye’nin sandık savunması

M. Taceddin Kutay/Türk Alman Üniversitesi
30.03.2019

Kılıçdaroğlu, paydaşları ile kendisine biçilen rolü müşterek olarak oynuyor. Akşener milliyetçi imajlı bir siyasetçi olarak terör konusunda direncimizi düşürürken, Kılıçdaroğlu HDP üzerinden PKK’yı Türk siyasetinin merkezine konumlandırıyor. FETÖ ile mücadele ise her iki siyasinin ortak çabası ile sürekli sabote ediliyor.


Türkiye’nin sandık savunması
16 Nisan referandumu ile yenilenen sistemin ilk yerel seçimi için sandık başındayız. Başkanlık sistemi, ittifak ile seçime girmeyi doğal hatta zorunlu hale getirdi. 24 Haziran’da kurulan ittifakların mahalli idareler seçimlerine nasıl yansıyacağı merak konusuydu; zira yerel seçim kendine has dinamikleri ile her partinin bir şekilde karlı çıkmayı amaçladığı bir süreçti. Ak Parti ve MHP Cumhur İttifakı’nı sandıkta da sürdürme kararı aldı. Buna karşın 24 Haziran sürecinde CHP -İP ve SP tarafından oluşturulan ve HDP’nin dahil değilmiş gibi yaptığı ittifak, 31 Mart sürecinde karşımıza HDP tarafından domine edilen bir ittifak olarak çıktı. HDP ile kurulan ittifak kendisine Millet İttifakı adını veren yapı tarafından sık sık reddedilse de vaziyet ortada. HDP strateji belirlemede ve belediye meclisi üyeliklerinde Millet İttifakı’nın bir parçası olarak yer alıyor. Sezai Temelli’nin “Ankara’da Mansur Yavaş, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu seçimi HDP oyları ile kazandıklarını bilecek ve buna göre davranacak” şeklindeki açıklamaları akabinde giderek artan tartışmalar İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun TRT Haber’de yaptığı açıklamalar ile zirveye çıktı. Soylu burada yayınlanan ses kayıtlarını ittifaka delil olarak sundu. Doğrusu ses kayıtları pek çoğumuzu şaşırtmadı ancak ürküttü. 
 
HDP’NİN BEKLENTİSİ 
 
Burada konuşan HDP’li yetkili CHP’nin kazanacağı bir belediyede HDP ile nasıl güç dağılımı yapılacağını açıkça dile getirdi. Dahası HDP’nin kurduğu ittifakı yalnız CHP ile üstü örtülü biçimde kurmadığı, aksine İP ve SP’nin de söz konusu ittifakın bir parçası olduğu, kuracakları koordinasyon kurulunun “iki ila beş parti tarafından oluşturulacağı” söylemi ile ortaya konmuş oldu. “Koordinasyon yerelde gelişebilecek olası sorun, görüş ve önerileri değerlendirip merkezileştirecektir” ifadeleri ise, söz konusu ittifakın yerel bir irade ile alınmadığının ispatı mahiyetinde idi. İttifak adına alınan kararlar yerel ittifaklardan HDP’nin beklentisinin ne olduğunu ortaya koymakta:
 
“1- HDP, CHP’nin belediye meclis listesinde 6., 10., 22. sıralarında yer alan  üç aday ile temsil edilecektir. 2- Çoğulcu, katılımcı ve şeffaf belediyecilik esas alınacaktır. 3- Belediye bünyesinde bulunan şirketlerden bir tanesine HDP yönetiminin belirleyeceği bir müdür ataması yapılacaktır. 4- Süreç içerisinde var olan Belediye Başkan Yardımcılarından birinin kadrosunu boşalması halinde HDP Meclis üyelerinden birinin Belediye Başkan Yardımcısı ataması yapılacaktır.” 
 
HDP kayyuma devredilen belediyeler sebebi ile kaybettiği ekonomik gücü, ittifak sayesinde geri kazanmak ve buradan kazanılan geliri sırtını dayadığı yere aktarmak konusunda tereddüt gösterecek bir parti değil. 
Meral Akşener’in miting meydanlarında katılımcıları sürekli olarak “Teröristler nasılsınız?” şeklinde selamlaması anlamlandırmakta zorlandığımız bir tavır. Siyasal iletişim stratejileri açısından Meral Hanım’ın yaptığının siyaseten bir karşılığı yok. Mitinge katılanlara terörist diyerek daha fazla oy almanın mümkün olduğunu iddia etmek mümkün değil. Zira 40 yıldır terör ile mücadele eden Türk halkının söz konusu kelimeye karşı algıları son derece açıktır. 
 
TERÖRİST KİM? 
 
Terörist ifadesinin bir cümlede geçmesi insanların aklına Eruh baskınından günümüze kadar yaşanan yüzlerce hadiseyi getirir. Böylesi hassas bir ifadeyi terör hususunda bu kadar müteyakkız bir kitleye birden fazla kez hitap şeklinde kullanmak anlaşılır şey değil. Şu halde Meral Hanım’ın “teröristler” hitabını anlamlandıracak yegane çıkışı Kocaeli mitinginde dile getirdiği “Bunlar zenginleri çıkardı, Mehmetçik hapiste, garip-gureba, çaycı çorbacı hapiste” sözleridir. Akşener, 15 Temmuz ihanetinde rol almış FETÖ mensubu teröristleri “Mehmetçik” olarak tavsif etmesi ile “Teröristler nasılsınız” hitabını anlamamızı sağladı. 
 
Meral Hanım, terörist tanımımızı çok geniş bulmuş olacak ki, ironi ile içini boşaltmaya ve bizim terörist olarak tanımladıklarımızın aslında terörist olmadıklarını anlatmaya çalışıyor. Teröristler ile yan yana gelmekle müttehem bir politikacının “Teröristler ile yan yana değilim” demek ve bunu ortaya koymak yerine, direkt-indirekt ittifak ettiklerinin aslında terörist olmadıklarını ispat etmeye çabalaması sorumluluk sahibi bir siyasetçinin yapacağı şey değil. Zira Meral Hanım eski bir içişleri bakanı olarak, terörle mücadelenin öncelikli şartının teröre karşı müteyakkız olmak olduğunu hepimizden iyi bilir. Terörist tanımının ucuzladığını, kendisine terörist denilenlerin aslında terörist olmadıklarını zımnen beyan eden Akşener, bilerek yahut bilmeyerek teröre karşı toplumda var olan dirence zarar veriyor. İttifak içinde bir arada olduğu HDP’nin terörle iltisakı ve 17-25 Aralık sürecinden beridir mücadele edilen FETÖ’nün mahiyeti bu hitap ile ucuzlatılıyor. Cumhurbaşkanı’nın sözleri, sanki sokaktaki vatandaşa söylenmişçesine “Bakın size de terörist denilebiliyor. Demek her teröristlikle yaftalanan terörist değil” mesajı veriliyor. 
 
Akşener’in bu yaklaşımı, CHP’nin önde gelen isimlerinin uzun bir süredir PYD-YPG üzerinden PKK algısını kırma çabaları ile örtüşür mahiyette. Bir dönem CHP paydaşları –ki Cumhuriyet gazetesi için bu tanım gayet yerindedir- dağda yere sigara atmayan çevreci çocuklar olarak lanse ettikleri teröristler ile empati kurmamızı istemişti. Akabinde partinin önde gelen isimleri PKK saflarında ölen teröristlerin cenazelerinde gözyaşı döktü. Söz konusu teröristin Suriye’de, DEAŞ’a karşı, YPG üniforması ile can vermiş olması bu hakikati değiştirmiyor. YPG eşittir PKK denklemine itiraz eden akıl, zaten YPG üzerinden PKK’yı bizlere hakikat savaşçısı olarak sunuyor. Türkiye’nin terörle mücadelesine en büyük zararı işte bu terörü normelleştiren akıl veriyor. 
 
ANORMALLİKLERİ NORMALLEŞTİRMEK 
 
CHP’nin darbeler ile arasının iyi olduğu herkesçe bilinen bir gerçek. Bir yandan “12 Eylül en çok bize vurdu” diye vaveyla kopartırken, öte yandan 12 Eylül’ün mirasına sahip çıkıyor olmak CHP açısından bir paradoks teşkil etmiyor. 27 Mayıs ile başlayan süreçte darbecilerin kendilerini Kemalizm üzerinden bir şekilde CHP ile ilişkilendiriyor olduklarını gözlemlemek mümkün. Dolayısıyla CHP’nin askeri darbelere tarihsel yatkınlığı var. Tunç Soyer’in İzmir adaylığı sürecinde yürütülen tartışmalar bu damarın hiç de zayıflamış olmadığını gözler önüne sermişti. Babası ile iftihar eden Soyer’in adaylığı CHP içinde herhangi bir rahatsızlığa sebebiyet vermedi. Buna mukabil CHP bu tarihsel yatkınlığını 15 Temmuz sürecinde de ortaya koydu. Herhangi bir surette 15 Temmuz direnişinin paydaşlarından birisi olmayı başaramayan CHP, lideri başta olmak üzere 15 Temmuz sonrası süreci de sulandırmayı kendisine bir vazife bildi. Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ın basına yansıyan görüntülerinde 15 Temmuz ihanetini kutladığını görmek bu bakımdan CHP açısından yüz kızartıcı bir durum olarak okunmadı. Zira “Kontrollü darbe” olarak tavsif ettikleri 15 Temmuz’u kutlamak nereden bakılırsa bakılsın aynı refleksin neticesi. 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece Türk milletinin yazdığı destan, darbeyi siyaseten umut olarak görmekten vazgeçmeyecek kimseler için elbette ürkülecek ve küçümsenecek bir şeydir. Direnişten henüz haberdar olmayan Gürkan’ın darbeyi kutlaması ise CHP aklının kendisini ortaya koymasından başka bir şey değildir. Yenikapı ruhuna gölge düşüren, milletin destanını küçümseyen ve 15 Temmuz sonrası FETÖ ile mücadeleyi sürekli sabote eden Kılıçdaroğlu, yaşadığımız anormallikleri sürekli normal süreçler olarak bize teklif ediyor. Gezi kalkışmasını da bütün anormalliklerinden bağımsız olarak normal bir süreç olarak savunan akıl sürekli olarak anormallikleri normal olarak okumamızı bizlere öneriyor. Türkiye siyasetine çekilen operasyonlara karşı en önemli direnç noktamız olan sosyal kapitalimize darbe vurmayı kendisine vazife bilen bu akıl terör, darbe, ekonomik saldırılar, dış tehdit gibi hepimizin ortak sorunu olan meselelerde sürekli olarak direncimizi düşürmek istiyor. Bu elbette Kılıçdaroğlu’nun yapabileceği bir plan değil. Askine Kılıçdaroğlu, paydaşları ile kendisine biçilen rolü müşterek olarak oynuyor. Akşener milliyetçi imajlı bir siyasetçi olarak terör konusunda direncimizi düşürürken, Kılıçdaroğlu HDP üzerinden PKK’yı Türk siyasetinin merkezine konumlandırıyor. FETÖ ile mücadele ise her iki siyasinin ortak çabası ile sürekli sabote ediliyor. 
 
BEKA DİYE BİR MESELEMİZ VARDIR
 
“Beka meselesi” sokaktaki insana mefhum olarak kabul ettirilemedi. Zira “beka” demode bir kavram. Buna karşın, beka ile anlatılan şeyler hususunda Türk insanında bir hassasiyet olmadığını söylemek mümkün değil. Kavramı kabullenmemek mahiyetini reddetmek anlamına gelmiyor. Ancak Kılıçdaroğlu-Akşener-Karamollaoğlu üçlüsünün sürekli olarak beka meselemizi bir gündem olmaktan çıkartıyor olmaları toplumdaki bu hassasiyeti düşürüyor. 31 Mart seçimleri bu bakımdan önemli bir vazife görecek. Türk insanının kendisine normal olarak sunulan anormalliklere nasıl yaklaştığı; sandıkta yapılacak büyük kamuoyu araştırması ile ortaya konacak. Teröre terör gibi, FETÖ’ye FETÖ gibi yaklaşan ittifak ile, mezkur tehditleri tehdit olarak önermeyen ittifak arasında geçecek seçim, yerel seçimlerin kendine has dinamiklerinden elbette etkilenecek. Küskünler, aday bazlı oy verecek seçmen vb. bir yekün teşkil edecek. Buna karşın Türk Milleti kendisine verilen mesajı nasıl algıladığını 1 Nisan sabahı hepimize gösterecek. 
 
@Taceddin_Kutay