Türkiye’nin seçimi: Yeniden Samsun

Necdet Kutsal/Yazar
27.07.2014

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkacak irade, Türkiye’nin bu dönemeci aşması için taşıyıcı güç olacaktır. Kuşkusuz bu seçimin sonuçları önümüzdeki genel seçimleri de şimdiden dizayn edecektir.


Türkiye’nin seçimi: Yeniden Samsun

2011’in Ekim’inden beri basın dünyasının dışındayım. Herhangi bir mecrada yazmıyorum. Sosyal medya bütünüyle ilgi alanımın dışında. Olup bitenleri eskiden olduğu gibi yazılı ve görsel basından takip etmeye çalışıyorum.

Bir istisna olarak, 5 Ocak 2014 tarihinde güzel dostum Yusuf beyin dalaletiyle Star Gazetesi’nde okurla görüşlerimi paylaştım. Aslında bu bir zorunluluktu. Zira Gezi kalkışmasıyla açığa çıkan projenin Türkiye’nin bekasını ciddi manada tehdit etmeye başladığı görüldü.

Daha sonraki (2013) 17 ve 25 Aralık operasyonları bu kalkışmanın ne denli vahim boyutlara vardığını ortaya koymuştu. 30 yılı aşkın bir süre basın sektörüne emek vermiş biri olarak milli iradeye kasteden yapılanmaya karşı sağduyu sahibi herkes gibi bir uyarıda bulunmak, durmamız gereken yerin siyaset kurumunun yanı olduğunu söylemek hem hakkımız, hem vazifemizdi. O yazıyı bunun için yazmıştık.

Bugün Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle yine bu vazifeyle karşı karşıyayız.

Milletin değişim arzusu

Seçimin şüphesiz ana özelliği siyasi bir kimlik kazanmış olmasıdır.

Demokrasi tarihimizde Cumhurbaşkanı’nı ilk kez halk seçecek. Bu, Türkiye siyasi tarihi açısından inanılmaz bir devrimci başarıdır. Hatırlatmaya gerek bile yok ki, bu başarıyı Türkiye’ye siyasi kodlarından dolayı ‘gerici’likle itham ettikleri Ak Parti iktidarı kazandırmıştır.

Her ne kadar ‘Eski Türkiye’nin yapı taşları yerinde duruyor ise de Cumhur Başkanı’nı halkın seçecek olması, milletimize giydirilen dar gömleğin bu seçimle birlikte patlayacağı açıktır. Burada şaşılacak tek şey, Türkiye Solu’nun omurgasını teşkil eden bir partinin milliyetçi kanatla ittifak kurup sağ bir adayla köklü değişime karşı çıkması, bunu durdurmaya çalışmasıdır.

İttifak partilerinin en büyük handikabı değişen dünyayı, hatta değişen bölgelerini okuyamamaktır. Ak Parti on yılı aşkın bir süredir değişimi vadediyor. Milletten bu vaatle yetki alıyor. Her yetki alımından sonra vaatlerini gerçekleştiriyor. Bu döngü içerisinde girdiği her seçimde kendi rekorunu kırarak yetki yenilemesi elde ediyor.

Şimdi bugün, Cumhurbaşkanı’nı halkın belirleyeceği yeni bir seçime giderken değişime karşı statükoyu temsil etmek, milletin değişim arzusuna karşı çıkmak elbette ki daha işin başında havlu atmak anlamına gelmektedir.

Tayyip Erdoğan’ın karşısına ona benzeyeceği zannedilen ya da varsayılan bir adayla çıkmak, üstelik bunu yaparken de Türkiye’nin başlattığı hızlı değişimin önüne takoz koymaya çalışmak, ne aklın kabul edebileceği bir şeydir, ne de muhalefetin işine yarayacak bir şey. Oysa, referandumla elde edilen anayasa değişikliğini azımsamak, bu kadarcık bir yenileşmenin Türkiye’nin önünü açmaya yetmeyeceğini savunmak muhalefetin asli vazifesi olmalıydı. Şüphesiz referandum sürecinde meydan meydan gezip buna karşı çıktıkları için böyle bir makas değişikliği hakkını da bizzat kendi ellerinden kendileri almış oldu.

Ne kadar acınası bir durumdur ki MHP ve CHP geçmişte meydan meydan dolaşarak karşı çıktıkları bir değişikliğin sonucu olan bu seçimde, bugün kendi adaylarına oy istemektedirler.

Yukarıda bahsini ettiğim yazıda şöyle bir değerlendirmede bulunmuştum: ‘Bu son darbe girişimi, milletin dahada kenetlenmesine ve artık kendi anayasasını tek başına yapabilecek bir gücü, iradeyi ortaya koymasına yol açarsa, elbetteki millet kalan prangalardan da kurtulmuş olacaktır.’

Gelinen süreç şimdi Türkiye’ye bunu dayatıyor. Bu bir zorunluluk haline geliyor. Şüphesiz ki, milletin doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanlığı makamı eskisinden farklı olarak oraya parlamentoya muadil yeni bir meşruiyet getiriyor. Ve hatta Cumhurbaşkanlığı için yüzde 50’nin üzerinde milli irade desteği gerektiği için ortaya parlamentodan daha güçlü yeni bir merkez çıkıyor demektir.

Bugünkü muhalefet yeni cumhurbaşkanının mevcut anayasadaki yetkilerini bile tartışmaya açmanın peşinde. Oysaki iktidar partisi Türkiye’nin değişimine lokomotiflik yapmış, her kesimin şikayetçi olduğu anayasayı değiştirmek için üzerine düşeni yapmıştır.

Geçtiğimiz yıl görevi başarısızlıkla sonlanan komisyonun kuruluşu bile iktidar partisinin konuya yaklaşımındaki ciddiyeti ve çok önemli bir konuda toplumsal mutabakata verdiği önemi göstermektedir. İktidarın kendi hissesine düşen üyelikleri muhalefet partilerine vermesi dahi bir işe yaramamış, ne yazık ki muhalefet, toplumu taşıyamayan bu anayasayı çağdaş normlara kavuşturmaya geçit vermemiştir.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkacak irade, Türkiye’nin bu dönemeci aşması için taşıyıcı güç olacaktır. Kuşkusuz bu seçimin sonuçları önümüzdeki genel seçimleri de şimdiden dizayn edecektir.

ACBir diğer önemli husus da bu seçimde alınacak soncun çoğu kez ‘Büyük Birlik ve Kardeşlik Projesi’ diye adlandırdığımız, Türkiye’nin temel meselesi olarak gündemden düşmeyen Kürt sorununu doğrudan etkileyecek olmasıdır. Kim itiraz edebilir ki, rahmetli Erbakan Hocamızı istisna edersek bugüne kadar Başbakan Erdoğan dışında Türkiye’nin bu yükten kurtulması için büyük risk alıp, adım atan çıkmamıştır.

Bugün sadece ittifak kuran muhalefet partileri değil, eğer bu büyük sorunun kardeşlik hukuku ile çözümünden yana iseler,  PKK ile birlikte yürüyen diğer siyasetçiler de Sayın Erdoğan’a ayak bağı olmaktan vazgeçmelidirler. Şunu iyi bilmeliler ki, yüzde 60’ın üzerinde bir destek, Çankaya’ya çıkacak kişinin sorun çözmesinde de, çok daha hızlı ve cesur kararlar almasında da işe yarayacaktır.

Yeni istiklal mücadelesi

Son söz olarak şunu da belirtmek gerekir ki, bu seçim sadece cumhurbaşkanını doğrudan milletin seçecek olması bakımından değil, içerdiği muhteva açısından da büyük önem taşımaktadır. 10 Ağustos’ta eski ve yeni Türkiye’ oylanacaktır. Bu o kadar böyledir ki, Sayın İhsanoğlu’nu eski Türkiye’yi temsil eden statüko partileri değil de başkaları önermiş olsaydı bile bu gerçek değişmeyecekti.

Gerekçeleri ne olursa olsun seçim çalışmalarının başlangıç noktaları bile bunu ele veriyor. Sayın İhsanoğlu gezilerini Hacıbektaş’tan başlatıp Madımak katliamı üzerinden mesajlar verirken, Başbakan Erdoğan Samsun ve Erzurum’dan başlatıp Türkiye’nin istiklalini yeniden milletin gündemine taşıyor. İhsanoğlu’nunki bize eski Türkiye’nin ana refleksi olan ötekileştirmeyi hatırlatırken, Erdoğan’ınki yeni Türkiye’nin yükselen değerleriyle birlikte ‘Tam Bağımsızlık’ için başlatılan yeni bir istiklal mücadelesini haber veriyor.

Birinci Samsun yürüyüşünü zaferle taçlandıran bu millet inşallah ikinci yürüyüşü de taçlandıracaktır.

[email protected]