Türkiye’nin sınır güvenliği politikası

MURAT YEŞİLTAŞ / SETA Güvenlik Araş. Direktörü
27.06.2015

Türkiye’nin sınır güvenliği konusu ulusal ve uluslararası gündemin son zamanlarda öncelikli konuları arasında yer alıyor.


Türkiye’nin sınır güvenliği politikası

Dışarda, AK Parti’yi ve hükümeti DAEŞ ile özdeşleştiren taraflara sorgusuz sualsiz kolayca eklemlenme konusunda teşne olan “konjonktürel iç cephe” sınır güvenliğinde Türkiye’nin esnek davrandığını iddia ederek artık açıkça Türkiye’yi “teröre destek veren bir ülke olarak” resmediyorlar. Hatta birçokları DAEŞ dışındaki muhalifleri biletoptancı bir biçimde “İslamcı terörist” olarak tanımlıyorlar Suriye’deki bütün muhalifleri Türkiye’ye yüklenmek için bir mevzi olarak kullanıyorlar.Bununla yetinmeyerek, Esed karşısındaki tüp cepheyi aynı potada eriterek gayri meşru ilan ederken Türkiye’yi bu gayri meşruluk zemini üzerinden tanımlıyorlar. İlginç bir biçimde DAEŞ, AK Parti muhalifleri açısından eleştirel bir sıçrama tahtasına dönüşerek içerdeki iktidar mücadelesini doğrudan bir parçasına dönüşmüş durumda. DAEŞ konusu ellerinden alındığında eleştirel bir boşluğa düşecekler adeta.

Diğer taraftan Suriye’de Kürtler, DAEŞ parantezinde yeni bir jeopolitik Lebensraum (hayat sahası) devreye sokmak suretiyle hem Kürt milliyetçiliğini bölgesel ölçekte yeniden tahkim etmeyi deniyorlar hem de Batı için giderek kullanışlı bir stratejik manevale unsuruna dönüşerek Ortadoğu’daki düzensizlik ve anarşiden aktif ve kurucu bir özne olarak çıkmaya çalışıyorlar. Kürtler de bu bağlamda benzer bir biçimde bu konjonktürel cepheye malzeme taşıyorlar. Bütün bu denklemin merkezinde ise Türkiye’nin sınır güvenliğini giderek esnettiği ve DAEŞ’e karşı sert bir biçimde konumlanmayı tercih etmeyerek uluslararası koalisyona kolaylık sağlamadığı eleştirisi yer alıyor. Tam manasıyla söylemsel bir kuşatma ile karşı karşıya kalmış durumda Türkiye.Ancak Türkiye’nin sınır güvenliği siyasetinin son yıllardaki siyasi ve askeri değişimi dikkate alındığında durumun daha farklı olduğu hemen anlaşılıyor.

Değişen sınır güvenliği

Arap Baharı ve Suriye iç savaşına kadarki dönemde AK Parti, öncelikle geleneksel ulus-devlet söylemi merkezinde inşa edilmiş sınır güvenliği anlayışını değiştirerek, yerine daha esnek bir sınır modeli inşa etmişti. Özellikle bu dönemde dış politikanın temel ilkelerinden biri haline gelen “komşularla sıfır sorun” politikası beraberinde komşu ülkelerle karşılıklı vizelerin kaldırılması ve yüksek düzeyli strateji işbirliği anlaşmalarıylasınırı sadece devlet egemenliğinin bir göstergesine dönüştürmüştü.Diğer bir ifadeyle sınırAK Parti döneminde kültürel bir form olarak iş görmüştü. Böylece sınır, kısıtlayan ve sürekli engel oluşturan bir bariyer olmaktan çıkarılarak toplumsal hareketliliğin önünü açacak şekilde tanımlandı ve birçok pratik bu anlayış üzerinden hayata geçirildi. Bu yeni anlayış içinde, ulus-devlet vurgusu muğlak da olsa varlığını korurken yeni bir “bölgeselcilik” tanımı vasıtasıyla silikleştirildi. Böylece sınır güvenliği daha liberal bir sınır anlayışı bağlamında güvenliğin öznesi olmaktan da çıkarılmıştı.

Ne var ki 2011 sonrası Suriye’de iş savaşın derinleşmesiyle birlikte Türkiye’nin sınır güvenliğine yönelik birçok yeni meydan okuma ortaya çıktı.

Suriye ve Irak’taki istikrarsızlığının giderek kontrol edilemeyen ve yönetilemeyen bölgesel bir krize dönüşmesi ise bir dizi yeni dinamiği devreye sokarak ciddi güvenlik sorunları ortaya çıkarması nedeniyle Türkiye’nin sınır güvenliği paradigmasında ve mekanizmalarında sarsıcı bir etkiye neden oldu. Nitekim Arap Baharı öncesi de-militarize edilmeye çalışılan bir sınır güvenliği siyasetinden  yeniden güvenlikleştirilmiş bir sınır siyasetine doğru hızlı bir kayış yaşandı. Öyle ki askeri personel yerine sivil personelin yer alacağı ve orta vadede Türkiye’nin bütün sınırlarında dönüşümünün tamamlanmasının planlandığı müstakil bir Sınır Güvenliği Birimi kurma çalışmaları devreye sokulamadı ve Türkiye özellikle Suriye sınırında askeri varlığını arttırmak zorunda kaldı. Bu askeri varlığa ek olarak, Türkiye bir dizi yeni güvenlik önlemlerini devreye sokarak sınır güvenliğini askeri mekanizmalar vasıtasıyla arttırmayı denedi.

Ancak Suriye iç savaşı Türkiye’nin sınır güvenliğine yönelik risk ve baskıları daha fazla çeşitlendirdi ve geleneksel tehditler yerini geleneksel olmayan yeni tür tehditlere bıraktı.DAEŞ terör örgütünün Türkiye’nin mücavir coğrafyasındaki çatışma süreçlerinin öyle ya da böyle içinde olması ve Yabancı Terörist Savaşçılar için Türkiye’nin “geçiş güzergahında” yer alan hedef ülkelerden biri olması sınır güvenliği meselesini daha acil bir konu olarak yeniden ortaya çıkardı. Bütün bunlara karşılık Türkiye, Suriye iç savaşından kaynaklanan mülteci akınıyla mücadele etmek için “açık kapı” politikasını uygulamaya koydu; sınır güvenliğinin sağlanmasına yönelik de yeni güvenlik mekanizmaları devreye soktu; Suriye sınırının kontrol edilmeyi zorlaştıran coğrafi yapısı ve uzunluğu nedeniyle teknoloji yoğun yeni nesil araçları daha fazla kullanmaya başladı. Kısacası Türkiye özellikle Suriye sınırından kaynaklanan güvenlik risklerinin artması ve DAEŞ’in oluşturduğu yeni dinamikler sonucunda sınır güvenliğini sağlamak için “sıfır tolerans politikası” izlemeye başladı.

‘Sıfır tolerans’ politikası

Türkiye’nin sıfır tolerans politikası, askeri/fiziki ve siyasi önlemler olmak üzere iki düzeyde planlandı ve yürütülmeye çalışıldı. İlk etapta Suriye sınırına daha fazla askeri personel yerleştirmek suretiyle hem Suriye tarafından gelebilecek risklere karşı önlemler alındı hem de Türkiye üzerinden yasadışı yollarla DAEŞ’e katılımı engellemek için bir dizi yeni fiziki uygulamalar hayata geçirildi. Bu bağlamda son bir yılda,Suriye sınırında fiziki güvenlik önlemleri adı altında daha zayıf olan alanlarda 3.386 m duvar, 3.360 m beton taşınabilir duvar, 86.722 m tel örgü, 321.623 m hendek, 49.141 m toprak set, 711.515 m yol düzeltme işlemi ve 250.000 m hudut aydınlatması yapıldı.Ayrıca Suriye sınırında alınan önlemler bağlamında 363 km hendek, 90 km tel engeli, ¬68 km toprak set, 270 km uzunluğunda bölge aydınlatılması hayata geçirildi. Bu önlemler kapsamında sınırda Suriye’ye yasadışı yollarla geçme teşebbüslerinde yakalanma oranları ise %90’lara ulaştı. Ayrıca askeri personel tarafından 2011 yılından bu yana 48 binden fazla geçiş sınırda önlenirken 3 binden fazla kişi ise Suriye’ye geçerken yakalandı. Bütün bunlara ek olarak Suriye sınırında bulunan 13 sınır geçiş kapısından birçoğunda geçişleri durdurdu ve sınır kapılarını kapattı.

Türkiye’nin “sıfır tolerans” politikasının ikinci düzlemini oluşturan alan ise siyasi önlemlerden oluştu. Türkiye ilk olarak, DAEŞ’i terör örgütü olarak tanımladı ve DAEŞ’ karşı mücadelenin siyasi ayağına destek verdi. Bu bağlamda bugüne kadar 300’den fazla kişiyi sınır dışı etti ve 12 binden fazla kişiye de ülkeye giriş yasağı getirdi. Buna ek olarak 2014 yılında Emniyet İstihbarat, Terörle Mücadele ve Kaçakçılık şubelerinin işbirliği ile kurulan ve hava alanlarında ve büyük şehir terminallerinde hayata geçirilen Risk Analiz Merkezleri’nde yasadışı yollarla Türkiye’den Suriye’ye geçmeye çalışanları tespit ederek sınır dışı etti.

Sınır güvenliğinin geleceği

Türkiye’nin bütün bu önlemlerine rağmen hali hazırda Suriye sınırında tam anlamıyla güvenliği sağladığını söylemek zor. Öte yandan, dünyadaki diğer sınır güvenliği örneklerine bakıldığında alınan önlemlerin hiçbir zaman yüzde yüz başarılı olduğunu da söylemek mümkün değil. Suriye sınırının coğrafi yapısı ve sınırın diğer tarafında sürekli değişen askeri ve siyasi durum düşünüldüğünde, Türkiye’nin tek taraflı askeri ve siyasi önlemlerinin sınırı daha fazla güvenli hale getirmesi de pek mümkün gözükmüyor. YPG’nin giderek fiili bir durum oluşturması da Türkiye’nin sınır güvenliği konusunu siyasi ve askeri olarak daha hassas bir noktaya taşıdı. Türkiye tarafından bir terör örgütü olarak tanımlanması, PKK ile olan organik ilişkisi, Türkiye’deki Kürdi reflekslerin ana parlama noktalarının birine dönüşmesi ve henüz sürdürülebilir bir güven mekanizmasının(Türkiye ve PYD arasında) oluşturulamamış olmasıbu hassasiyetin giderek daha da kırılgan bir hal almasına neden oldu. Kürtlerin etno-politik dengeyi bozacak yayılmacı bir siyasi hesap içinde olma ihtimali ise bu durumu Türkiye açısından bugünkünden daha sert bir noktaya taşıyabilir. Böylesi bir durum, Türkiye’nin sınır güvenliği politikasını daha sertleştirebileceği askeri bir mekanizmayı devreye sokması anlamına gelir ki bu bölgesel düzeydeki çatışma eksenlerine yeni birini daha eklemek anlamına gelecektir. Bu nedenle Türkiye’nin başından beri tezlerinin arasında yer alan DAEŞ ile “seçici bir savaş” yerine kapsamlı bir mücadelenin yapılıp yapılmayacağı Ankara’nın sınırda önümüzdeki günlerde nasıl bir pozisyon alacağını da belirleyecektir.

[email protected]