Türkiye'nin Siyasi paradigması değişiyor

Dr. Murat Yılmaz / SDE Koord.
15.08.2015

AK Parti; ABD ile anlaşarak ve Kuzey Suriye ile Kuzey Irak’taki emrivakiye teslim olmamak için operasyon kararı alarak ve en nihayetinde de yüzde 60’lık karşı bloğu dağıtarak siyasette kalıcı olduğunu ve hala değişimin aktörü olabileceğini gösterdi.


Türkiye'nin Siyasi  paradigması değişiyor
Şimdi AK Parti 7 Haziran seçimleri sonrasında gösterdiği performansla erken seçimden tek başına iktidar ve hatta anayasayı değiştirebilecek bir çoğunlukla çıksa dahi itidal, mutabakat arama, her kesimi dinleme ve yeni kesimlere açılma yaklaşımlarını politikalara dönüştürerek Türkiye’deki değişimin kökleşmesi ve tamamlanması istikametinde ana aktör olma vasıflarını devam ettirebilir. 
 

Türkiye 30 Mart 2014 yerel seçimleri, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden oluşan uzun bir maratonun ardından erken seçim mi koalisyon mu tartışmaları arasında erken seçim istikametinde karar alırken çok ciddi bir paradigma değişikliği yaşıyor. Türkiye’deki değişime direnen reaksiyoner cephenin hayali olan %60’lık bloğun olmadığının anlaşılmasıyla başlayan paradigma değişikliği 13 yıllık değişim sürecinin ve AK Parti iktidarının ne kadar kalıcı bir dönüşüm yarattığını içeride ve dışarıda bir kez daha gösterdi. 7 Haziran seçimleri sonrasında yaşanan iç ve dış siyasi gelişmelere karşı siyasi aktörlerin verdiği tepkiler 13 yıllık değişimin kalıcılığını teyit etmenin ötesinde, Erdoğan’ın, iktidarın ve muhalefetin müşterek ve ayrı ayrı performanslarını sergilemelerine imkân verdi.

Bahçeli hezimetten korudu

Erdoğan ve Ak Parti iktidarının içeride ve dışarıdaki pozisyonunu siyaseten değiştirmeye yönelik içeriden ve dışarıdan organize edilen kampanyanın sınırları bu dönemde görülmüş oldu. Raksiyoner cepheyi bir arada tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin içeride ve dışarıda tecrit edileceği ve hatta ‘devrileceği’ varsayımı çöktü. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin demokratik yöntemlerle, reaksiyoner cephenin zorlamayla bir araya getirilmesiyle ve dışarıdan yürütülen kara propagandayla yok edilemeyeceği ortaya çıkınca, reaksiyoner cephenin yeni duruma intibak eden iç ve dış aktörleri pozisyonlarını değiştirdi. 7 Haziran öncesi oluşan ittifakı ebedi ve reaksiyoner cephenin %60’lık kesiminin koalisyonunu kader zanneden unsurlar ise hala 7 Haziran ve Türkiye gerçeklerine uyum sorunu yaşıyorlar. %60’lık cephe varsayımının yanlışlığını 7 Haziran gecesinden başlamak üzere Devlet Bahçeli; CHP, HDP ve diğer bileşenlere soğuk duş ve ağır hakaretler marifetiyle anlatmaya çalıştı. Bunu anlamamakta ısrar eden ve Çin’den getirdikleri yeni parti oyuncaklarla şansını denemek isteyenler olmakla beraber, artık bu koalisyonun kader değil ham hayal olduğu açıkça görüldü. Eğer bu ham hayal devam etse ve kazara %60’lık bloğa dayanan bir koalisyon kurulsaydı, muhtemelen bu cephenin çöküşü biraz gecikecek ama çok daha büyük bir çöküş yaşayacaktı. Bu bakımdan Devlet Bahçeli ve MHP, %60’lık cepheyi daha ağır bir hezimet yaşamaktan koruduğu dahi söylenebilir ancak henüz Türkiye ve dünya gerçekliğine intibak edemeyenlerin bu değerlendirmeyi anlamaları dahi zor görünüyor.

%60’lık bloğu çökerten bir başka darbe ise reaksiyoner cephenin desteğini cepte zannettiği Batı bloğu ve ABD’den geldi. ABD Ortadoğu’da güç ve tehdit dengesinde Türkiye’nin değerinin vazgeçilmez olduğunu öteden beri biliyordu. 7 Haziran’da Türkiye’deki güç dengesinin ortaya çıkması, Türkiye’nin NATO standartlarındaki askeri gücü, devlet kapasitesi ve işleyen demokratik hukuk devleti sistemi Türkiye’yi sıkıştırmak amacıyla yürütülen kara propagandaya rağmen Türkiye’nin özgül ağırlığını arttırmıştı. İran’ın güç itibarıyla dengelenmesi ihtiyacı, DEAŞ başta olmak üzere devlet dışı aktörlerin tehdit dengesinde kontrolden çıkması ihtimalleri karşısında artık pazarlığın kesileceği an yaklaşmıştı. Türkiye’de bir AK Parti-CHP koalisyonu olmazsa bu tür bir anlaşmanın olmayacağını zanneden ideolojik körlükle malul çevrelere rağmen,  ABD  ile Erdoğan ve AK Parti hükümeti bu pazarlığı tamamladı. Böylece Türkiye’de AK Parti-CHP koalisyonu tartışılır ve ABD ile ilişkilerin ancak bu şekilde düzeleceği propagandası yapılırken Türkiye’nin ABD ile anlaştığı ortaya çıktı. Böylece Türkiye’nin Batı ve ABD ile koalisyonu için olmazsa olmaz olarak takdim edilen AK Parti- CHP koalisyonu olmadan, Türkiye Batı ve ABD koalisyonu tazelendi ve yeni bir derinlik kazandı. Aslında Türkiye ve ABD arasındaki anlaşmanın sağlanmasıyla AK Parti- CHP koalisyonun dış gerekçesi ortadan kalkmıştı. Erdoğan ve AK Parti, Batı ve ABD ile ilişkilerini düzeltmek için CHP veya Türkiye’deki bazı kurumların aracılığına gerek olamadığını göstermiş oldu.

PKK’nın hesap hatası

Bu dönemde Erdoğan ve AK Parti’yi içeride CHP, dışarıda Batı ve ABD ile koalisyona zorlamak amacıyla oluşan büyük reaksiyoner cephe ve terör örgütlerinin tazyiklerinin olağanüstü arttığı görüldü. Erdoğan ve AK Parti’yi bu koalisyona zorlamak için yapılan baskıyı, Türkiye’nin Suriye’de PYD federe devletine, Türkiye’de PKK özerkliğine imkân vereceği şeklinde yorumlayan PKK cephesi de, tıpkı reaksiyoner cephenin diğer unsurları gibi büyük bir hesap hatası yaptı. Türkiye’yi çözüm sürecini bitirme, devrimci halk savaşı ve Suriye’de PYD devleti ilan etmekle tehdit etti. Türkiye ise bu hesap hatalarına dayanan meydan okumalara 24 Temmuz’da Türkiye içinde, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta askeri ve polisiye operasyonlarla cevap verirken ABD ile anlaşmaya varıldığını da ilan etti.

Türkiye’nin ABD ile anlaşması, PKK ve DAEŞ’in tehditlerine askeri ve polisiye operasyonlarla cevap vermesi Türkiye siyasetinde iç ve dış boyutları olan kalıcı etkiler bırakacaktır. Bunlardan en önemlisi Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde Ortadoğu’dan uzak durmak ve müdahale etmemek yaklaşımının terk edilmesidir. AK Parti döneminde Ortadoğu’ya yumuşak güçle müdahale etme anlayışıyla değişen bu yaklaşım, Türkiye’nin ABD ve koalisyon güçleriyle anlaşmasıyla artık sert gücün de kullanılabileceği bir safhaya geçmiş durumda. Tuhaf olan şey, daha önce AK Parti’nin yumuşak güçle Ortadoğu’ya müdahale etmesinden rahatsız olan iç ve dış kesimlerin sert güçle müdahale politikasını desteklemesi. Bu Türkiye dış politikasında ciddi paradigmatik bir dönüşümü ifade etmektedir.

Türkiye iç siyasetindeki kalıcı etki ise %60’lık hayali bloğun anlamının kalmaması, Erdoğan ve AK Partiyi tecrit politikasının iflas etmesidir. 7 Haziran’dan sonra blok içindeki aktörler arasındaki anlaşmazlıklar AK Parti ile anlaşmazlıklardan daha fazla temayüz etmeye başladı. Bu blok içindeki her aktör AK Parti ile koalisyon görüşmesi yaptı, HDP ise AK Parti-CHP koalisyonuna destek vereceğini ilan etti. Dolayısıyla 7 Haziran seçimlerinden önce var olan Erdoğan ve AK Parti karşıtı kutuplaşma politikasının artık bu haliyle devam edemeyeceği ortadadır. Bu durum hem erken seçimi hem de erken seçim sonrasındaki siyasi iklimi etkileyecektir. AK Parti- CHP arasında yürütülen istikşafi koalisyon görüşmeleri, MHP ile görüşmeler AK Parti tek başına iktidara gelse de koalisyon ihtimali olsa da siyasi partiler arasındaki mutabakat zeminin genişlemesine hizmet etmiştir. Bu durum erken seçimde siyasi kampanyalarının stratejilerini ve dillerini ister istemez etkileyecektir.

CHP ne yapmalı?

CHP bundan sonra sadece Erdoğan ve AK Parti karşıtı bir politikaya sığınamaz. Artık Yeni CHP söyleminin daha da geliştirildiği ve partinin dönüştüğünün anlatılması gerekiyor. CHP bundan sonra ‘Türkiye’nin çağdaş yüzü’ imajıyla bir yere gidemez. AK Parti ile koalisyonun şartı olarak ileri sürülen dış politikanın tamamen değiştirilmesi iddiası daha ziyade CHP için geçerli olacaktır. CHP çatışma döneminde MHP ile ilişkilerini iyi tanzim edemez, Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı adına HDP ile işbirliğine giderse bir yandan HDP’ye diğer yandan MHP’ye oy kaybetmesi kuvvetle muhtemeldir. CHP bunun yerine Trkiye’de siyasi merkezin demokratik hukuk devleti istikametinde yeniden inşası ve Türkiye’nin değişen paradigmasına hem katkı veren hem de onu içselleştiren bir hatta politika yaparsa, aldığı oydan bağımsız olarak Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olan bir siyasi aktör haline gelecektir.

AK Parti; ABD ile anlaşarak, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki emrivakiye teslim olmamak için operasyon kararı alarak ve karşı bloğu dağıtarak siyasette kalıcı olduğun ve hala Türkiye’de değişimin aktörü olabileceğini gösterdi. Şimdi AK Parti 7 Haziran seçimleri sonrasında gösterdiği performansla erken seçimden tek başına iktidar ve hatta anayasayı değiştirebilecek bir çoğunlukla çıksa dahi itidal, mutabakat arama, her kesimi dinleme ve yeni kesimlere açılma yaklaşımlarını politikalara dönüştürerek Türkiye’deki değişimin kökleşmesi ve tamamlanması istikametinde ana aktör olma vasıflarını devam ettirebilir. Bu bakımdan Erdoğan ve AK Partinin tıpkı ABD ile doğrudan görüşme ve anlaşma mantığında olduğu gibi hem dış politikada hem iç politikada muhataplarıyla doğrudan görüşerek problem çözücü ve müşterek çalışmaya yatkın bir politik hattı muhafaza etmesi elzemdir. Bunun işaretlerinin erken seçim öncesinde aktör ve söylem düzeyinde yenilenerek ortaya koyulması icap ediyor.

[email protected] (Dr. Murat Yılmaz / SDE İç Politika ve Demokratikleşme Koordinatörü)