Türkiye'nin Suriye'deki politika serüveni: Süreçler, tehditler ve yeni dönem seçeneği

Necdet Özçelik / Yazar
27.08.2022

Türkiye'nin Suriye politikasında keskin bir değişim söz konusu değil. Türkiye'nin Suriye'deki terörle mücadelesinin aynı kararlılıkla devam ettiği, Suriyeli göçmenlerin ülkelerine dönüşlerini sağlamak için uygun koşulları geliştirmeye çalıştığı, Suriye'de kalıcı bir siyasi çözüm için yeni bir anayasa yazım çalışmasının hızlandırılması için diplomatik ve siyasi çabalarını sürdürdüğü görülmektedir.


Türkiye'nin Suriye'deki politika serüveni: Süreçler, tehditler ve yeni dönem seçeneği

5 Ağustos'ta Soçi'de gerçekleşen görüşmeden bu yana Türkiye'nin Suriye'deki çatışma çözümüne dair yaklaşımındaki inisiyatif arayışı birçok çevrede Türkiye'nin Suriye politikasında yapısal bir değişikliğe gittiği şeklinde yorumlandı. Bu iddialar çerçevesinde Türkiye'nin Suriye'deki birtakım siyasi ve askeri hedeflerinden vazgeçtiği şeklinde de yorumlandı. Ancak, Soçi görüşmesinden bu yana hem hükümet yetkililerinin açıklamaları hem de Suriye sahasındaki gelişmeler Türkiye'nin Suriye politikasında keskin bir değişim olmadığını gösteriyor. Öyle ki Türkiye'nin Suriye'deki terörle mücadelesinin aynı kararlılıkla devam ettiği, Suriyeli göçmenlerin ülkelerine dönüşlerini sağlamak için uygun koşulların geliştirmeye çalıştığı, Suriye'de kalıcı bir siyasi çözüm için yeni bir anayasa yazım çalışmasının hızlandırılması için diplomatik ve siyasi çabalarını sürdürdüğü görülmektedir.

Suriye'de mevcut statüko

Suriye'deki iç savaşın temel gerekçesi bir azınlık rejimi olan Suriye Yönteminin ötekileştirdiği etnik ve inanç gruplarını ülkedeki siyasi sürece dahil etmemesiydi. Aradan geçen on bir yıl içinde bu durumda herhangi bir değişiklik de meydana gelmedi. Ne Suriye Yönetimi azınlık iktidarını kaybetti ne de devrimci gruplar hedefine ulaşabildi. Mevcut durum itibariyle Suriye Yönetiminin zayıflayan devrim hareketinin kontrol alanlarına nüfuz geliştirme girişimlerinin devam ettiği, devrimci muhalif grupların silahlı bir varlık mücadelesi verirken ideolojik parçalanmışlıkla boğuştukları, ayrılıkçı PKK/PYD terör örgütünün kendini hibrit bir varlığa dönüştürerek Suriye topraklarının üçte birinde özerk bir idare pratiği yaptığı bir süreç yaşanmaktadır. Bu süreçte, (i) Suriye Yönetiminin parçalanmış ülkenin genelinde egemenlik iddiasında bulunarak Rusya ve İran ile birlikte Hizbullah ve İran'a müzahir mezhebi devlet dışı silahlı aktörlere alan açarak ülkedeki güvenlik ve sosyal ortamı bu gruplara teslim ettiği, (ii) Türkiye'nin bir taraftan ulusal güvenlik meselesi olarak gördüğü ayrılıkçı PKK/PYD terörüyle mücadele ederken diğer taraftan konsolide olamayan muhalif grupları yaşatmaya çalıştığı, (iii) ABD ile uluslararası koalisyon güçlerinin PKK/PYD terör örgütünün ayrılıkçı ajandasının tüm hızıyla işlettiği bir durum yaşanmaktadır. Suriye Yönetiminin kendini muhafaza etmek için devlet ve devlet-dışı aktörlerle geliştirdiği güvenlik perspektifli ilişkisi ile müdahaleci aktörlerin sebep olduğu karmaşık çatışma dinamikleri Suriye'deki durumu yerel bir güvenlik problemi olmaktan çıkararak bölgesel jeopolitiğin ana istikrarsızlık kaynağı haline dönüştürmüş durumdadır. Bu durum bölge ülkelerinden başta Türkiye olmak üzere Irak, Ürdün ve İsrail'i Suriye kaynaklı güvenlik sınamalarının maliyetleriyle karşı karşıya bırakmış durumdadır. Bu bağlamda Türkiye'yi özel kılan durum ise bahsi geçen çatışma dinamiklerinin bir parçası olma halinden kaynaklanmaktadır.

Dönemsel politikalar

Türkiye'nin Suriye'deki şimdiye kadarki aktif rolü çeşitli kırılma noktalarıyla birbirinden ayrışan dört dönemde incelenebilir. Bunlardan birincisi Suriye'deki İç Savaş öncesinde devrimin siyasi ve diplomatik olarak desteklendiği Suriye Yönetiminin yapısal değişime davet edildiği diyalog dönemidir. Bu dönem, uluslararası başat aktörlerle sistemik bir problemi olmayan, bölgesel ve yerel sorunları diyalog yoluyla çözmeye çalışan ve model ülke olarak kabul edilen Türkiye'nin aktif diplomasiyle Esed Yönetimini ülkedeki siyasi süreci kapsayıcı hale getirmesi için zorladığı dönemdir. Ne var ki uluslararası desteği de arkasına alan ve bölgesel gücü tartışmasız kabul edilen Türkiye bu dönemde dahi Esed Yönetimini siyasi reformlar için razı edememiştir. İkinci dönem ise Türkiye'nin Suriyeli muhalifleri ABD ve diğer uluslararası güçlerle birlikte askeri olarak desteklediği dolaylı müdahale sürecidir. Bu dönem Suriye'deki devrim sürecinin hızla hedefine ulaşacağının beklendiği 2011-2013 yıllarını kapsamaktadır. Eğit-donat programının ivme kazandığı, Suriyeli muhaliflerin ülkenin bazı bölgelerinde Esed güçlerine karşı üstünlük sağlayarak alan kontrolünü dahi ele geçirdiği dönemdir. Ancak, bu dönemin ikinci yarısında Suriye muhalefetinin askeri ve siyasi teşkilatındaki bütünleşememe ve devrimin yerelleşme sorunu, Suriye'ye nüfuz eden DEAŞ ve diğer radikal terör unsurlarıyla birlikte yabancı terörist savaşçı tehdidi, ABD'nin Suriye politikasındaki değişimle birlikte yükselen PKK/PYD tehdidi olumlu devrim sürecinin istikametinden çıkacağını işaret etmekteydi. Nitekim öyle de oldu. Türkiye'nin Suriye politikasında üçüncü dönem olarak ifade edilen 2012 ve 2016 yılları arasındaki süreçteki gelişmeler de bunu göstermiştir. Bu süreci başlatan kırılma noktası ABD'nin Suriye'deki devrimi destekleyici rolünü değiştirerek PKK/PYD terör örgütünün desteklemeye başlamasıdır. Türkiye bir taraftan tek başına Suriye Devriminin devam etmesini sağlamaya çalışırken diğer taraftan, kendisi için de yeni olan DEAŞ tehdidi ve kitlesel göç problemleriyle mücadele etme yolunu aradı. Bununla birlikte Rusya'nın Suriye İç Savaşına doğrudan müdahil olduğu 2015 yılıyla birlikte ABD tarafından yalnız bırakılan Türkiye'nin Suriye politikası havacılık tabiriyle stola girmek durumunda kaldı. Öte yandan, DEAŞ'ın hızla ele geçirdiği toprakların ABD desteğindeki PKK/PYD'lilerce ele geçirilmesiyle birlikte farklılaşan bir PKK terör tehdidi gerçeğiyle de karşı karşıya kaldı. PKK'nın Türkiye içindeki kent terörü ile senkronize edilen PYD'nin Suriye'deki alan kazanma süreci bu dönemde gerçekleşmiş ve Türkiye'nin terörle sınanması hem yurt içinde hem de yurt dışında çok boyutlu bir hal almıştır. Artan FETÖ tehdidinin de etkisiyle Türkiye bölgesel angajmandan ülke içine konsantre bir güvenlik stratejisi geliştirmek zorunda kalmıştır. Bütün bunlar olurken Türkiye'nin desteklediği Suriye Muhalefeti 2016 yılında Halep'i Suriye Yönetimine kaybetti. Askeri, siyasi ve sosyolojik açıdan stratejik bir öneme sahip Halep'in kaybedilmesi, Türkiye'nin Suriye politikasındaki üçüncü dönemin kapanıp, dördüncü dönemin başlamasına neden oldu. Suriye politikasındaki dördüncü döneminde Türkiye, Suriye muhalefetini siyaseten yaşatma, Özgür Suriye Ordusunun ( Şimdiki Suriye Milli Ordusu) fiziki çöküşünü önlemeye çalışarak Suriye'de siyasi bir çözüm umudunu da yaşatmaya çalışan bir strateji izledi. Bunu yaparken de diğer taraftan DEAŞ ve PKK/PYD terör örgütünün milli güvenlik tehdidini önceleyerek Suriye'ye doğrudan askeri müdahalelerde bulundu. Bu döne doğrudan müdahale dönemi olarak da adlandırılabilir. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekatlarıyla terör örgütleriyle mücadele anlamında hem teritoryal bir mücadele derinlik ve etkinlik sağlandı hem de bu harekat alanlarındaki faaliyetler ile İdlib'teki önleyici askeri angajmalar arasındaki senkronizasyon Rusya desteğindeki Suriye Yönetimini durdurmayı ve dengelemeyi hedefledi. Türkiye'nin Suriye politikası mevcut haliyle bulunduğumuz zaman itibariyle askeri-yoğun pratikleri içeren dördüncü dönemin sonlarına yaklaşmakta olduğunu göstermektedir. Bu süreçte askeri-yoğun pratiklerden diplomasi-yoğun pratiklere geçişin olacağına dair bir takım öngörüler ve emareler bulunsa da askeri-yoğun pratiklerin kapsamlı bir şekilde terk edileceğini söylemek doğru olmaz. Zira, Suriye'deki güvenlik ortamı dinamizmini muhafaza ederken durağan bir siyaset izlemek çatışmalara komşu olan Türkiye için olumlu sonuçlar üretmeyecektir.

Askeri tehdit varlığı

Türkiye'nin askeri-yoğun Suriye politikasını terk etmemesi için bir seri neden bulunmaktadır. Öncelikli olarak Suriye'ye müdahaleci ülkelerden Rusya'nın Suriye politikasında askeri yöntemlerin terk edileceğine dair bir emare bulunmamaktadır. Rusya'nın PKK/PYD'ye olan yapısal ilişkisi bu örgütün Türkiye'nin sınır hattında bir tehdit olarak varlığını sürdürmesine neden olmaktadır. Öte yandan, İran'ın Suriye'de askeri ve demografik yayılmacılığı sınır hattımızda uzun süreli bir terörle karakterize olmuş mezhebi bir tehdit olarak varlığını sürdürecek gibi görünmektedir. Hatta, Lübnan Hizbullah'ının da Halep batısında jeopolitik bir açılım niyetinde olduğuna dair önemli emareler bulunmaktadır. Bu durum aynı zamanda İsrail-Hizbullah çatışmasının dahi Türkiye'nin sınırlarına yaklaşması riski taşımaktadır. Öte yanda, Suriye-Irak sınırında Ebu Kamal-Sincar ekseninde artan PKK ve İran güdümlü Özgür Irak Tugayı arasındaki askeri ilişki Türkiye'nin Irak'taki terörle mücadelesine ve Irak'taki siyasi ve ticari çıkarlarını doğrudan tehdit etmektedir. Bütün bunlarla birlikte, ABD'nin büyütüp yaşattığı PKK/PYD'nin askeri kapasitesi Türkiye'nin Suriye politikasındaki askeri-yoğun angajmanların terk edilmemesi için oldukça yeterli nedenlerdir. Dolayısıyla Türkiye Suriye'deki askeri varlığını bu tehditleri önleyici, dengeleyici ve mümkünse siyasi bir kazanıma tahvil edici şekilde muhafaza etmelidir.

Türkiye'de birçok çevrenin iddia ettiğinin aksine, Suriye Yönetimiyle diyalog süreci başlatmak yukarıda bahsedilen askeri tehditleri bir anda ortadan kaldıracak veya Suriye'de yerlerinden edilmişleri bir anda yerlerine döndürecek, ülkedeki bölünmüşlüğü sona erdirecek şekilde kısa süreli sonuçlar üretmeyecektir. Suriye Yönetiminin yerleşik ve azınlık otokrasisine dayalı yönetim rejimi, Türk askeri varlığının Suriye'de hiç olmadığı Hafız Esed dönemin de Devrim girişimi öncesi Beşar Esed döneminde de sorunları bütünüyle diyalog yoluyla çözmeyi tercih etmedi. Terörist Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkışı da bir askeri güç kullanımına dayalı ültimatom neticesinde gerçekleşmiştir. O halde Türkiye'nin Suriye politikasında yeni dönemin askeri-yoğun angajmanın yanına konulmuş diplomasi-yoğun angajmanları içeren çok yönlü güvenlik-yoğun diyalog şeklinde gelişeceği beklenebilir. Bu dönemde kapsamlı askeri harekatlar görülmese dahi tıpkı geçtiğimiz hafta Ayn al-Arab'ın batısındaki Çarıklı Köyü çevresinde gerçekleşen hava akını gibi yaygın operasyonlarla askeri etki üretilip siyasi alan baskılanarak bir taraftan da anayasa yazım sürecinin hızlandırılması için çaba gösterilebilir.

@necdet4059