Türkiye’nin terör ve şiddet sarmalından çıkış yolu

Prof. Dr. Birol Akgün / SDE Başkanı
2.07.2016

Türkiye gibi Müslüman ve demokratik bir ülkenin Ortadoğu’da değişimin motoru olmasından hoşnut olunmamıştır. Bu nedenlerle başta DAEŞ ve PKK olmak üzere ülkemizi istikrarsızlaştırma potansiyeli bulunan terör örgütleri desteklenmiş, en azından bunlara göz yumulmuştur. Temel amaç, Türkiye’yi zayıflatmak ve bölgede kendi başına denge değiştiren güç olmaktan çıkarmaktır.


Türkiye’nin terör ve şiddet  sarmalından çıkış yolu

Türkiye’nin uzun bir gerginlik döneminden sonra İsrail ve Rusya gibi bölge ülkeleriyle ilişkilerini yeniden normalleştirme anlamında dış politikada radikal hamleler yaptığı bir zamanda İstanbul’daki Atatürk Havalimanı’na yönelik üçlü intihar saldırısı bir kez daha Türkiye’nin canını yaktı ve ülke insanının moralini bozdu. İçlerinde 13 yabancının da bulunduğu 42 kişinin hayatını kaybettiği ve 200 küsurunun yaralandığı son saldırı, yılbaşından bu yana meydana gelen bir dizi terör eyleminin son halkası ve en kanlısı oldu. Daha önce, İstanbul Sultanahmet’te canlı bomba eylemi (10 kişi); İstiklal Caddesinde turistlere yönelik canlı bomba saldırısı (4 ölü); Vezneciler’de bombalı araçla saldırı (13 ölü) gerçekleşmişti. Ayrıca son bir yılda Güneydoğu Anadolu’da yeniden nükseden PKK teröründe 550 civarında güvenlik görevlisi ve korucumuz şehit olurken, diğer şehirlerde (Ankara, İstanbul ve Bursa gibi) meydana gelen saldırılarda da yüzlerce masum sivil hayatını kaybetti. Kelimenin tam anlamıyla Türkiye’nin üzerinde bir terör heyulası dolaşıyor. Güvenlik birimleri çok yönlü terör tehdidinin devam ettiğini belirtiyor. Peki, Türkiye neden terör kuşatması altında ve son saldırının hükümetin İsrail ve Rusya gibi ülkelerle barışmasıyla bir ilişkisi var mı?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin terör sorunu yeni değildir. 1970’li yıllarda dış kaynaklı Ermeni ASALA saldırıları ile ideolojik sağ-sol kutuplaşmasının yarattığı tehlikeler uzunca bir süre devam etti. ASALA’nın 1983’teki Orly katliamı son eylemi olurken, hemen ertesi yıl PKK, Eruh saldırısıyla ayrılıkçı terör eylemlerine başladı. Bugüne kadar da aralıklarla devam etmekte.  Ayrıca 1990’lı yıllarda ortaya çıkan Kürt Hizbullah’ı ile Irak işgali sonrasında 2003’teki El-Kaide örgütünün İstanbul’da düzenlediği saldırılarla birlikte Türkiye teo-politik temelli terörle tanıştı. Suruç eylemi, Ankara Tren Garı saldırısı, Sultan Ahmet saldırısı, İstiklal Caddesi’ndeki saldırı ve nihayet Atatürk Havalimanı’na yönelik son terör saldırıları güvenlik birimlerinin bulgularına göre DAEŞ’e atfedilmektedir. Şu var ki, bu örgüt PKK’dan farklı olarak Türkiye’de yaptığı terör eylemlerini asla açıktan üstlenmemektedir. Dahası Türkiye sol kökenli bazı terör gruplarınca da tehdit edilmektedir. Denilebilir ki Türkiye bu anlamda ayrılıkçı (etnik), teo-politik (dini) ve ideolojik (radikal sol) terör gruplarının top yekun saldırı tehdidi altında bulunmaktadır.

Ülkemizde artan bu terör dalgasının yalnızca bize özgü olmadığının ve esasen bize de yansıyan küresel ölçekli bir trendin parçası olduğunun altını çizmek gerekir. Bazı raporlar özellikle bu yeni terör dalgasının en çok İslam ülkelerinde yoğunlaştığına işaret etmektedir. İslam dünyasındaki artan şiddet sarmalının küresel nedenleri ayrı bir yazının konusudur ve bizler özellikle medeniyetler çatışması tezinin bazı Batılı stratejistlerce kendilerinin zarar görmemeleri için İslam dünyasını içeriden çökertmek adına nasıl medeniyet içi çatışmalara dönüştürüldüğünden elbette haberdarız.

Global Terör Indeksi başlıklı bir rapora göre, terörden ölenlerin sayısı 2013’te 11 bin; 2014’te 17 bin ve 2015’te ise 33 bin civarındadır. Daha acı olan şey ise, bu ölümlerin yüzde 80’inin beş Müslüman ülkede (Afganistan, Suriye, Irak, Pakistan ve Nijerya) yoğunlaşmasıdır. Dikkat edilirse bu ülkeler daha çok ya uzun dönemde ağır işgaller yaşamışlardır ya da petrol gibi enerji kaynakları üzerinde büyük güçler arası rekabete kurban gitmişlerdir. Amerika ve Rusya gibi devletlerin çıkar oyunlarında ise çoğu zaman yerel aktörler kukla olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla Müslüman’ın Müslüman’ı öldürmesine cevaz veren ve kanlı iç çatışmalara yol açan teo-politik yorumların ve siyasi zihniyetlerin de derinlemesine incelenmesi gerekmektedir. Zira Müslüman alemin siyasi şiddet sarmalından kurtuluşuna giden yol, ciddi bir zihniyet analizinden geçiyor.

İslam dünyasının bir parçası olan Türkiye’de artan çok boyutlu terör saldırılarının önemli bir kısmını daha çok Suriye kaynaklı güç mücadelesinin ülkemize yansıması olarak okumak gerektiği kanaatindeyiz. Zira Arap Baharı sürecinde Türkiye reel-politiğin gereklerine hapsolmak yerine, ideal-politik bir pozisyon alarak hak, özgürlük ve demokrasi adına sokağa çıkıp değişim isteyen kitlelerin yanında yer almıştır. Böyle bir siyasi tutum Türkiye’yi bir anda bölgede demokrasi promosyonu çabalarının merkezine oturtmuştur. Kendisi de demokrasi ile yönetilen bir Müslüman ülke olarak Türkiye adeta bölgesel düzenin ve otoriter rejimlerin değişiminin bayraktarlığını üstlenmiştir. Oysa böyle bir tutum başta bölgedeki otoriter Arap rejimleri olmak üzere, Çin ve Rusya gibi küresel güçler ile İran gibi bölgesel güçleri rahatsız etmiştir. ABD ve Avrupalı güçler de Türkiye ile sözde müttefik olmalarına rağmen, Türkiye gibi Müslüman ve demokratik bir ülkenin kendilerinden bağımsız biçimde Orta Doğu’da değişimin motoru olmasından pek hoşnut olmamıştır. Bu nedenlerle başta DAEŞ ve PKK olmak üzere ülkemizi istikrarsızlaştırma potansiyeli bulunan terör örgütlerini desteklemeye veya en azından göz yummaya başlamışlardır. Temel amaç, Türkiye’yi zayıflatmak ve bölgede kendi başına dengeleri değiştiren bir güç olmaktan çıkarmaktır. Ayrıca Suriye’nin geçiş sürecinde ve bölgenin dizaynında Türkiye denklem dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. ABD’nin PYD ile yürüttüğü siyasi flört, Rusya’nın PKK’ya yönelik açık ve gizli desteği ile Kuzey Suriye’de oluşan sözde kantonların marjinal sol grupların eğitim alanı haline gelmesi Türkiye’deki artan terörün siyasi ve jeopolitik arka planını oluşturmaktadır. Son bir yılda yeniden nükseden ve Türkiye’yi güvensiz bir ülke haline getirerek gelişme ve kalkınma hamlelerine set çekmeye çalışan terör örgütleri kısmen başarılı olsa da tamamen başarılı oldukları söylenemez.

Saldırısının amacı

Atatürk Hava Limanı saldırısı bu anlamda ülkemizde bir yıldır devam eden seri terör eylemlerinin son halkasıdır ve bazı yakın amaçlara da hizmet etmektedir. Bu bağlamda en çok vurgulanması gereken şey, eylemi yapan DAEŞ örgütünün içinden geçtiğimiz dönemde Suriye’deki hareket kabiliyetinin ve etki alanının giderek azalmasıdır. Son aylarda ABD ve Suriye rejimi ile Rusya’nın DAEŞ’i bitirmeye yönelik kuşatma harekatı ve Türkiye’nin kuzeyden baskıları örgütü nefessiz bırakmaya başlamıştır. Üç intihar eylemcisinin, çok ses getirecek bir eylem olarak planlanan Hava Alanı gibi son derece stratejik ve sembolik bir hedefe saldırtılması muhtemelen örgütün kendi tabanına ve tüm dünyaya “yıkılmadım ayaktayım” ve hala eylem yapma kapasitemi koruyorum mesajı vermeye yöneliktir. Nitekim çok sayıda yabancının da ölenler arasında bulunması örgütün bu amacına ulaştığının da göstergesidir. Daha önce de Sultanahmet ve İstiklal caddesindeki saldırılarında örgüt hep yabancıları hedeflemişti. İkincisi ise, Türkiye’nin gerek İsrail ile gerekse Rusya ile yakınlaşması ve her iki ülkeyle uzlaşılan en öncelikli konuların başında terörle mücadelede işbirliğinin vurgulanması muhtemelen DAEŞ’i rahatsız etmiş olmalıdır. Gerçekten de özellikle Rusya ile normalleşen Türkiye Rus uçağının düşürülmesi sonrasında kullanamadığı Suriye hava sahasını yeniden kullanabilme ve böylece DAEŞ’i havadan bombalayabilme imkanını elde edecektir. Şimdilik yalnızca kara unsurlarını (obüs topları gibi) kullanabilen Türkiye’nin DAEŞ ile mücadelesinde elinin çok daha güçleneceğini anlayan örgütün son eylemle Türkiye’yi tehdit etme amacı taşıdığı söylenebilir.  

Ancak bilinmesi gereken şey şudur, ister Türkiye’nin dış politikada bağımsız hareket etmesine mani olmak adına, isterse tüm dünyaya mesaj vermek adına yapılmış olsun terör örgütlerinin Türkiye’nin önünü tıkama konusunda başarılı olabilme şansı yoktur. Elbette canımız yanmaktadır ve ülkemizde ciddi bir öfke birikimi de oluşmaktadır. Bununla birlikte, ortalama Türk insanıve piyasa aktörleri artık terör olaylarından siyasi anlamda çok etkilenmemektedir. Turizm sektörü kısmi olarak etkilense de geri kalan sektörlerde terör, Türk ekonomisinin büyüme performansını düşürememektedir. Artık Türkiye belli bir ölçek ekonomisine ve büyüme dinamiklerine erişmiştir. Terör kısa dönemli bir panik yaratsa da orta ve uzun vadede bu trendleri minimum düzeyde etkilemektedir. Çıkış yolu ise insanımızın kendisine, ülkesine ve siyasi liderliğe güvenmeye devam etmesi ve sağduyusunu kaybetmemesidir. İnanıyoruz ki, Türkiye toplum olarak bu terörü de aşacak ve medeniyet ve demokrasi yolculuğuna her şeye rağmen devam edecektir.  

[email protected] (Prof. Dr. Birol Akgün / SDE Başkanı &Yılıdırım Beyazıt Üniversitesi)