Türkiye-Rusya ilişkilerinde rekabet ve işbirliği

MEHMET FATİH ÖZTARSU/Strategic Outlook Analisti, Tiflis Ilia Devlet Üniversitesi
15.12.2012

Oluşturduğu alternatif enerji hatlarına Türkiye’nin katılımını isteyen Rusya’nın, bölgede bir Türk-Rus enerji işbirliği hedeflediği ya da Batı menşeli projeleri engelleme isteği açıkça kendisini belli etmektedir.


Türkiye-Rusya ilişkilerinde rekabet ve işbirliği

Sahip olduğu coğrafi özellikleri itibariyle Avrasya’nın kilit ülkelerinden olan Türkiye ve Rusya’nın içinde bulunduğumuz dönemde gerçekleştirdiği yakınlaşmalar, yaklaşık 500 yıllık tarihi ilişkilerin ulaştığı en üst seviye olarak ifade edilmektedir. İmparatorluklar devrinde Rusya ve Osmanlı Devleti’nin coğrafi konumları, özellikle Kafkasya ve Balkan bölgesinde iki devletin sürekli çatışmaya girmesine ve birbirlerine karşıt siyaset izlemesine sebep olmuştur. İki ülke ilişkileri Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni Rusya’nın Batı’ya karşı oluşturmaya çalıştığı yeni siyasi düzlemde Türk Kurtuluş Savaşı’na verdiği destekle yeni bir ivme kazanmış ancak Soğuk Savaş’ın getirdiği bloklaşmadan dolayı süreklilik sağlanamamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte enerji kaynaklarının, iktisadi fırsatların ortaya çıkması ve bölgesel siyasetin değişikliğe uğraması Türkiye-Rusya ilişkilerinde yeni bir döneme girilmesini sağlamıştır. Yakın dönem ilişkilerinde ise karşılıklı ziyaretlerle sadece ikili ilişkiler değil, bölge istikrarı en önemli tartışma mevzusu olmaktadır.

Son yıllarda gittikçe sıklaşan Türkiye ve Rusya diplomasi trafiğinin arka planını anlamak için bölgedeki önemli gelişmeleri ve yapılan üst düzey ziyaretleri hatırlamakta büyük fayda vardır. Enerji ve ekonomi konularında karşılıklı menfaatleri üst seviyede olan iki ülkenin bu coğrafyada aslında iki büyük rakip olduğu ve büyük çıkar çatışmaları yaşadığı malumdur. Bu çatışmalar ise esas olarak Türkiye ve Rusya’nın etki alanlarında kendisini göstermektedir. Türkiye-Rusya diplomasi trafiğinin genellikle bölgesel bazda büyük önem teşkil eden gelişmelerin ardından hız kazandığına şahit olmaktayız. Diplomasi trafiğine konu olan bu gelişmeler genellikle jeopolitik menfaat çatışmasını tetikleyen özelliktedir. Bilhassa Vladimir Putin’in yönetime gelişinden sonra Türkiye’ye yönelik diplomatik yakınlaşmalarda bunu gözlemleyebiliriz. Son on yıllık süreçte enerji ve ekonomi başta olmak üzere pek çok alanda büyük işbirliklerinin oluşturulduğu ikili ilişkilerde liderlerin karşılıklı ziyaretleri ya Orta Doğu’da ya da Kafkasya’da yaşanan değişimlerle paralellik göstermektedir. Rusya’nın jeopolitik etki alanı tanımlaması doğrultusunda oluşturduğu Yakın Çevre Politikası ile Türkiye etki alanının kesişmesini dikkatle incelenmek gerekir. Elbette Rusya’nın oluşturduğu doktrin ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun tanımladığı etki alanı birbirinden pek çok yönüyle ayrılan özelliklere sahiptir. Fakat etki çatışması oluşturan bölgesel gelişmelerin iki ülke arasındaki rekabeti artırdığını belirtmek gerekir.

Orta Doğu’nun istikrarı

Vladimir Putin’in 3 Aralık 2012’de Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret de artık gelenekselleşmeye başlayan “sıcak gelişmeler diplomasisi” bağlamında değerlendirilebilir. Bölgede acilen çözüme kavuşturulması gereken ve ülke menfaatlerini bu doğrultuda etkileyen sorunlar için zoraki de olsa işbirliği kapıları açılmaktadır. Şimdiye dek Suriye’de cereyan eden olaylar Rusya’nın zaman zaman agresif tonla sesini yükseltmesine sebep olmuş ancak bugün daha makul adımların atılması gerektiği anlaşılmıştır. Bu durum Rusya’nın geleneksel dış politik refleksini terk etme isteğini göstermektedir. Buna benzer bir diğer durum 2008 yılında yaşanan Rusya-Gürcistan savaşından sonra da görülmüştür. Rusya artık yıkıp dağıtan bir güç olarak anılmaktansa, diplomasi kanallarını açık tutan ve gerektiğinde masa başına oturan bir devlet görüntüsü vermeyi istemektedir. Putin’in son ziyaretinde dünya kamuoyunun merak ettiği tek konu Suriye meselesiydi. Şimdiye kadar Esed yönetiminin yanında olduğunu belirten Rusya’nın bundan sonra ne yapacağı ve Patriot füzeleri konusunda nasıl bir tavır takınacağı anlaşılmaya çalışılmıştır. Nitekim Rus yetkililerinin beklenmeyen ölçüdeki olumlu söylemleri bölge istikrarı konusunda mutabık olunduğu görüşünü güçlendirmiştir. Ayrıca bu, sadece Türkiye’nin değil Batı’nın da muhatap alındığı bir yaklaşımdır. Buna ek olarak Suriye uçağı konusunun artık unutulması gerektiğini belirten yetkililer Temsili Savaş’ın yaşandığı bölgede Rusya’nın farklı bir siyaset izleyeceğinin işaretlerini vermişlerdir.

Türk-Rus ortak etki alanındaki Kafkasya’da ise durum çok daha farklıdır. 1991 sonrasında, bölgede bulunan enerji kaynaklarının dünya pazarına açılması ve bu konuda Türkiye’nin öncü faaliyetlerde bulunması, bir anlamda Türkiye-Rusya rekabetinin fitilini ateşlemiştir. 1992’de Türkiye’nin de önemli girişimleriyle oluşturulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Karadeniz’e yakın olan ve Sovyetler Birliği’nden ayrılmış olan Kafkas devletlerinin kendi aralarında ve dışarıya yönelik olarak çeşitli işbirliklerinin sağlanması, enerji ve ekonomi başta olmak üzere pek çok konuda paylaşımların gerçekleştirilmesi ve bu ülkelerde çeşitli alanlarda istikrarın sağlanması amacını gütmüştür. Ayrıca Boris Yeltsin’in, Türkiye’nin buradaki Türk topluluklarını etki altına alma iddialarından etkilenmesi soğuk ilişkilerin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu yüzdendir ki Türkiye, Rusya için ortak jeopolitik alanda istenmeyen bir güçtür. Çeçenistan mevzusunda takındığı tavır Türkiye’nin bölgede emperyal istekleri olduğu suçlamasına yol açmış, buna karşılık olarak Rusya’nın da terör örgütü PKK’ya olan yaklaşımları akıllarda soru işareti bırakmıştır.

Bugün bölge enerji kaynaklarının Türkiye toprakları vasıtasıyla Batı’ya ulaştırılması, Rusya’nın alternatif enerji hatları oluşturmasını Türkiye’yle uzlaşmacı bir tavır benimsemesini sağlamıştır. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol, Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projeleriyle eski Sovyet bölgeleri Türkiye vasıtasıyla Rusya müdahalesi olmadan dünyaya açılmıştır. Avrupa’nın Rusya’ya olan doğalgaz bağımlılığını azaltmak için oluşturulan Nabucco projesinin ise Rusya’nın izlediği karşı siyaset yoluyla gerçekleştirilmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir. Buna ek olarak oluşturduğu alternatif enerji hatlarına Türkiye’nin katılımını isteyen Rusya’nın, bölgede bir Türk-Rus enerji işbirliği hedeflediği ya da Batı menşeli projeleri engelleme isteği açıkça kendisini belli etmektedir. Rusya eski devlet başkanı Dimitri Medvedev’in 2010 yılında Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette imzalanan anlaşmalar da Rusya’nın bu konuda ne kadar istekli olduğunun göstergesidir. Ancak bu işbirliği sonrasında özellikle Kafkasya’da kronikleşen sorunlara yönelik nasıl bir tutum sergileneceği merak konusudur. Medvedev’in ziyareti sırasında bölgeye yönelik olarak bahsettiği Türk-Ermeni ilişkileri ve Dağlık Karabağ konusu, Rusya’nın bölgeye olan yaklaşımının eskisi gibi baskıcı ve nüfuzunu koruma şeklinde devam edeceği izlenimini vermektedir. Bunların enerji, ticaret, sosyal ve politik başlıklarla pek çok yönü bulunan konular olmasından dolayı, iki ülkenin sorunlara olan yaklaşımlarını bu konular çerçevesinde değerlendirmek büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin “futbol diplomasisi” ile şekillendirmeye çalıştığı Türkiye-Ermenistan ilişkilerine yönelik olarak Rusya’nın ilgisi göz önünde bulundurulmalıdır. Ermenistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana ülke üzerindeki etkin varlığı gittikçe artan Rusya, bu ülkenin içinde bulunduğu çeşitli sorunlara doğrudan veya dolaylı olarak müdahale edebilmekte ve yönlendirmelerde bulunmaktadır. İşin Türkiye ilişkileri boyutunda da Rusya Zürih Protokolleri’ni desteklediğini vurgulamaktadır. Rusya’nın bölgede istikrarlı bir Ermenistan isteyip istemediği, yaşanan son gelişmelerde kendisini göstermektedir. Batı desteğini almayı sürdüren Gürcistan’daki nüfuzunu kaybetmiş olan Rusya, Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan’la yaşadığı sorunların kendi girişimleriyle çözülmesi gerektiğini sürekli olarak belirtmektedir. Medvedev bu konuyla ilgili olarak, içinde bulunulan sürecin kötü olmadığını, diyalog yoluyla bütün sorunların çözülebileceğini ve Rusya’nın konuya tam destek verdiğini belirtmiştir. Bir görüşe göre Rusya Kafkasya’daki konumunu Ermenistan’ı bölge ile barışık bir vaziyete taşıyarak sağlamlaştıracaktır. Bazı uzmanlara göre şu anki durumda Ermenistan’ın doğu ve batı sınırlarının kapalı olmasından dolayı bütün projelerin Tiflis üzerinden gerçekleştirilmesi Rusya’nın işine gelmemekte ve yeni bir geçiş noktası olarak Erivan düşünülmektedir. Öte yandan bu konunun gerçekliği yansıtmadığı yönündeki ifadeler daha güçlüdür. Fakat siyasi yaklaşımlar ne olursa olsun Ermenistan’da Rusya’nın askeri ve siyasi varlığı sürdükçe bölgeye yönelik uzlaşmacı söylemler tereddütlü şekilde devam edecektir.

Kafkasya’da belirsizlik

Dimitri Medvedev ziyareti sırasında Dağlık Karabağ meselesinden ise “bölgenin acilen çözülmesi gereken ilk sorunu” olarak bahsetmiştir. Minsk Grubu’nun üç eşbaşkanından biri olan Rusya’nın şu ana dek konuyla ilgili yaklaşımları, bölgedeki Rusya etkisinin gözetilmesi yönünde gerçekleşmiştir. İşin Türkiye’ye bakan boyutunun da önemsenmesi gerektiğini bilen Rusya, bu konuda çeşitli girişimlerin kendi eliyle gerçekleştirilmesi gerektiği yönünde açıklamalarda bulunmaktadır. Grubun Rusya eşbaşkanı İgor Popov’un yapılan görüşmelerde Karabağ sorununa yönelik olarak tamamen Rusya eksenli söylemlerde bulunması, sorunun Türkiye’nin müdahalesi olmadan ele alınacağı izlenimini vermektedir. Bu durum statükonun devam etmesini sağlayacak ve Ermenistan barış görüşmelerinde kendi iradesini kullanamayacaktır. Azerbaycan topraklarının işgal edilmesi sonrasında Türkiye’nin Ermenistan’la olan sınırını kapatmasıyla güçlenen Ermenistan-Rusya birlikteliği barış için atılan her adımda engel teşkil edecektir. Askeri alanda ise, Gürcistan ve Azerbaycan ordularının NATO standartlarına kavuşturulması çalışmalarında Türkiye’nin etkin role sahip oluşu Kafkasya’daki Türkiye etkisi açısından önemli bir konuma sahiptir. Bölgedeki Rusya askeri etkisi ve Türkiye’nin öncü olduğu NATO faaliyetleri askeri alanda da rekabet oluşturmaktadır. Ayrıca Gürcistan ve Rusya arasında yaşanan gerilimlerle bölgede artan Batı etkisi Türkiye’ye önemli kapılar açmaktadır. 2008’de Kafkasya’da istikrarın tesisi için oluşturulmasını teklif ettiği Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Platformu Türkiye’nin bölge üzerinde oluşturmayı istediği etkinin bir diğer göstergesidir. Bu gelişmeler sürecinde Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasından dolayı oluşan Türkiye-Azerbaycan ilişkilerindeki gerilmenin Rusya tarafından kullanıldığı ifadeleri sıkça dile getirilmiştir. Bölgede son dönemlerde Türkiye lehine olan gelişmelerden rahatsızlığı bulunan Rusya’nın Azerbaycan’ı etkileme girişimi ve bundan sonraki süreci kendisinin yöneteceği yönündeki kanaatler tartışılmıştır.

Yeni dönemde Türkiye-Rusya ilişkileri, Orta Doğu, Kafkasya ve diğer bölgelerdeki Türkiye-Rusya rekabeti etkisine göre farklı yöntemlerle sürdürülecek ve Rusya’nın Yakın Çevre politikası ortak jeopolitik etki alanı üzerinde değişik uygulamalarla devam edecektir. Bu bağlamda atılan adımların bölge istikrarını hedeflemesi Rusya’nın menfaatlerine yaradığı takdirde uygulanabilir olacaktır. Türkiye’nin konumu ise, kendisinin hem enerji koridoru olması hem de bölgenin Türk tarihi ve kültür havzasının önemli bir parçası olmasından dolayı önemini sürdürecek ve rekabet artarak devam edecektir.

[email protected]