Türkiye-Rusya-İran treni için Soçi durağı: İstikamet çözüm

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney
25.11.2017

Soçi’deki üçlü zirveyi “dağ fare doğurdu” diye tanımlamak doğru olmaz çünkü Soçi, Vietnam sapağından sonra, hala üç ülkenin aynı hatta hareket eden bir trende olduklarını gösteriyor. Dahası Soçi ile 2016 tarihli Astana sürecinden bu yana üç garantör ülke Suriye’deki farklı çıkar ve duruşlarına rağmen bugüne kadar oluşturmuş oldukları seçici işbirliğini şimdi uluslararası kamuoyu önünde görünür kılmaya karar verdi.


Türkiye-Rusya-İran treni için Soçi durağı: İstikamet çözüm

Rusya Devlet Başkanı Putin’in davetiyle Soçi’de Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani’yi bir araya getiren 22 Kasım tarihli kritik zirveyi hepimiz merakla izledik. Aslında Soçi, kâğıt üzerinde üç ülkenin -benim tabirimle- kendi aralarında başlattıkları ve şimdilik daha ziyade Suriye odaklı gerçekleşen seçici işbirliğinin Astana’dan sonraki adımı gibi duruyor. Kâğıt üzerindeki bu doğruyu bir kenara not edelim ve Soçi’de üç lider arasındaki zirveyi hızlandıran konjonktürel unsurların olduğunu kabul ederek söze başlayalım.

DEAŞ bitti, masa göründü

Sahayı yazılı-görsel medya aracılığıyla takip eden okuyucuların dahi farkettiği Suriye’deki savaşta DEAŞ’ın zemin kaybettiği, hatta DEAŞ’ın kaybı üzerinden Suriye’de sona gelindiği yorumlarının yapılmaya başlandığıdır. “DAEŞ bitti, masa göründü” çabukluğu ile ifade edilen bu gelişme bize aslında ABD’nin sahadaki vekillerini kullanarak Suriye’de sonuçları İran, Rusya ve Türkiye aleyhine de olabilecek bir siyasi çözümü Cenevre’den önce oluşturma gayreti içinde olduğunu gösteriyor. Nitekim, Suriye’de sahada ne menem bir güçle var olduğu (terör örgütlerine verilen silahlar, özel kuvvetler, diplomatik ve ekonomik baskı, Riyad’da küreye konan eller vs.) sürekli sorgulanan ABD, kendi evinde yaşadığı iç sıkıntılardan uzak, Suriye’de dökülen onca kandan, yerle bir olmuş şehirlerden, evinden, dilinden ve tarihinden koparılmış onca insandan sonra Suriye’de barışçıl diplomatik çözümün ne kadar önemli olduğunu hatırlayıp, Suri-ye’nin hayali çözüm masasının baş köşesine kendini konumlandırdı. Trump, gittiği son Asya ziyaretinde, bu hayali masanın üzerine eliyle vurup, Putin’e de bir sandalye gösterince Suriye-Irak hattı üzerinden son yedi yılda birbirine girmiş, ama birbirinin etkisini de ortadan kaldıramamış bölge devletleri elbette kaygılandı. Zaten onların kaygılarını haklı çıkartırcasına önüne yeni sıfatı gelen eski paylaşım an-laşmalarının isimleri havalarda uçuştu: Ortadoğu’nun Yeni Yalta’sı, Ortadoğu’nun Yeni Yüzdeler Anlaşması, Ortadoğu’nun Yeni Sykes Piccot’u.

Türkiye’nin endişeleri

Astana ruhuna sadece Suriye sorununa bölgesel bir çözüm çabası olarak değil jeopolitik bir hamle olarak da önem atfeden Türkiye ve İran, Trump ve Putin, Vietnam’daki APEC Zirvesi’nde büyük güç dostluğu sergilerken Rusya hakkında bazı endişelere sahip olduklarını gizlemedi. Endişenin temel sebebi geleceğe yönelik bir soruydu: Moskova Astana ruhuna aykırı hareket edip, Astana’daki ortakları aleyhine Washington ile anlaşmaya yanaşacak mıydı? Washington DC’nin Ukrayna krizi sonrası Rusya’ya yönelik baskıları artmışken, Trump Rusya üzerinden sıkıştırılıp, Moskova ABD’nin iç işlerine müdahaleyle suçlanırken yani Kremlin yaptırım sonrası yaptırım tehdidiyle karşı karşıyayken, Esad’ın iktidarı sayesinde doğu Akdeniz’de Rus varlığını da garantileyivermişken bu “tatlı kaçış” yolunu tercih eder miydi?

Bu düşünce silsilesinin boş bir kaygı ifadesi olmadığını belirtelim. Nitekim APEC zirvesinde ABD ve Rusya Federasyonu arasında yapılan görüşmelerde Washington ve Moskova’nın Suriye’de savaşın sona erdiğini birlikte açıklamaları bölge ülkelerinde farklı bir haleti ruhiye yarattı. Astana sürecinin iki garantör ülkesi İran ve Türkiye’nin burunları dibindeki savaşın nasıl, ne durumda olduğunu bilmeme-leri beklenemez. Olsa olsa bir “büyük güç şakası” olabilecek bu açıklamaların Ankara ve Tahran’da uyandırdığı rahatsızlığın farkında olan Moskova ise Astana süreci ile başlattığı iki bölgesel güç aktarım kabiliyetine sahip devletle kurduğu diyalog ve işbirliği çerçevesinin APEC rüzgarında savrulup gitmesini hiç mi hiç istemiyor. Bu nedenle Vietnam sonrası her iki başkenti de rahatlatan açıklamalar geldi Moskova’dan. Soçi aslında üç ülkenin Astana-Cenevre yolculuğunda Vietnam sapağında yaşananları tartma ve güven tazeleme durağı olarak tasarlandı. Nitekim taraflar Soçi’de önemli bir adım atarak hem aralarındaki tartışmalı konuları hem de rakipleri ABD’nin hedef ve stratejilerini masaya yatırma kararı aldı.

Rusya’nın PYD kartı

ABD’nin Suriye planı genel Ortadoğu politikasından ya da daha özele inelim Körfez-İran-Irak politikasından bağımsız düşünüle-mez. Bir zamanlar “yaratıcı kaos” diye çok meşhur olmuş bir ifade vardı. Doğrusu ABD politikasının kaos ürettiği muhakkak, yaratıcı kısmına gelince ABD’nin Levant bölgesi için dönüp dolaşıp tekrar tekrar yarattığı “parlak” bir fikir var: İeopolitik/jeo-ekonomik bütünleri parçalayıp kendi kendine yeterliliği sorunlu, dışa bağımlı, pek çok açıdan güçsüz, ekolojik, feminist, seküler vs. ama her halükarda mikro milliyetçi ve mikro-milliyetçilik dışında talebi olamayacak devletimsi oluşumların önünü açmak. Ne tesadüf ki mikro-milliyetçi hayaller jeo-ekonominin enerji, su, para üçgeni üzerinde yeşeriyor ve güçsüz mikro milliyetçi oluşumlar üzerinden bölgenin ekonomik bir bütünlük oluşturma hayali de parçalanıyor. Her açıdan karlı bir plan. Bugün yardım olarak verdiği silahları ABD bu “korkunç” bölgede bu oluşumlara yarın satabilir de üstelik.

Washington’un Suriye’nin kuzeyinde PYD’ye vermiş olduğu ciddi askeri destek de aynı çerçeveden okunabilir.Tabi Irak-Suriye hattı söz konusu olduğunda Washington DC için önemli bir başka stratejik hedef daha var: Suriye’nin güneyinde Israil’in rahatlatılması. Vietnam sapağında ABD ve Rusya el sıkışmış ise -Lavrov’un inkâr ettiği bir husus idi bu-, yani Suriye’nin güneyinde ABD ve Rusya Federasyonu bir ateşkes anlaşmasında mutabık olmuşlarsa bunun tek anlamı olacaktır: İran’ın ve milis güçlerin bu bölgeden çekilmesi, Golan’ın Tel Aviv için güllük gülistanlık bir yer haline gelmesi. Tahran’ın tüylerini diken diken eden bu olasılık Soçi’de ne kadar bertaraf edildi, Moskova İran’a ne gibi garantiler verdi ilerideki günlerde göreceğiz. Soçi’de garanti bekleyen tek tarafın İran olmadığını da gayet iyi biliyoruz. Rusya’nın adı Suriye Halkları Toplantısı olarak konulan siyasi oluşuma PYD’yi davet etme isteği Ankara’nın tepkisi nedeniyle şimdilik askıda kaldı. Türkiyeli yetkililerin defalarca altını çizdiği üzere Ankara’nın Suriye politikasında önceliği PYD tehdidinin bertaraf edilmesi alıyor. Türkiye’ye yönelik çok katmanlı terör tehdidini, Rakka’da koalisyon tarafından bilindiği ama engellenemediği (!) itiraf edilen DAEŞ-PYD anlaşması sonrasında- düşündüğümüzde Ankara’nın talebinin ne kadar haklı olduğu bir kez daha anlaşılıyor. Ancak Moskova, PYD kartını elinden bırakmak konusunda çok isteksiz. PYD’yi ABD açısından çekici yapan tüm unsurlar, vekil olmayı kabul eden devletsiz bir oluşum olması gibi özellikler, PYD’yi Rusya açısından da çekici yapıyor. Ama asıl mesele PYD’yi tamamen ABD kontrolünde bir serseri mayına döndürmeme isteği. Bu noktada Kremlin, Ankara’ya istediği güvenlik garantilerini şimdilik veremiyor.

Kısaca Astana üçlüsü Soçi’de üzerlerinde güvensizliğin kara bulutu dolaşırken toplandı. Soçi’deki hava bu karanlık bulutları dağıtmaya yetmedi zaten üç ülke arasındaki farklılıkların ve yedi yıllık savaş boyunca edinilmiş farklı deneyimlerin aşılması beklentisi de güçlü değildi.

Seçici işbirliği

Ama Soçi’deki üçlü zirveyi “dağ fare doğurdu” diye tanımlamak da doğru olmaz çünkü Soçi, Vietnam sapağından sonra, hala üç ülkenin aynı hatta hareket eden bir trende olduklarını gösteriyor. Dahası Soçi ile 2016 tarihli Astana sürecinden bu yana üç garantör ülke Suriye’deki farklı çıkar ve duruşlarına rağmen bugüne kadar oluşturmuş oldukları seçici işbirliğini şimdi uluslararası kamuoyu önünde görünür kılmaya karar verdi. Bu görünürlüğün üç taraf için de istenmesi şaşırtıcı değil çünkü bugün Suriye’de üç garantör ülkenin beş çatışmasızlık bölgesi oluşturmuş olması ve bu sayede ülkede ateşkesin bazı aksamalara rağmen devam ediyor olması Suriye özelinde elde edilmiş büyük bir başarıdır. 22 Kasım’da Soçi yolunda, İran, Türkiye ve Rusya’yı bir araya getiren en önemli hususlardan biri şüphesiz tarafların Suriye’nin toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesi gerektiği konusundaki ortak görüşleri. Bu bağlamda, Soçi görüşmesi sonra-sında üç liderin Suriye’de barış ve istikrarı sağlamak üzere siyasi bir mutabakat içinde olduklarını açıklamaları hem Astana mutabakatı-nın devam ettiğini kanıtlıyor hem de Suriye meselesinin siyasi ayağının gidişatı bakımından tarafların ciddi bir aşamaya geldiğini göste-riyor. Bu bağlamda, üç liderin ortak basın toplantısı sonrası Rusya Devlet Başkanı Putin’in Suriyelilerin kaderlerini Suriyelilerin belirleyeceğini söylemesi de bu bakımdan oldukça önemliydi. Özellikle de ortada Yalta’dan Sykes Piccot’ya kötü ünlü anlaşmalar silsilesi dolaşırken Putin’in Soçi’de İran ve Türkiye liderleriyle birlikte 2254 sayılı BMGK kararı çerçevesinde üç ülkenin Suriye’nin siyasi geçiş meselesi konusunda birbirlerine yardımcı olacaklarını açıklamış olması dikkat çeken önemli bir husustur. Üç ülke de Soçi semalarında dolaşan kara bulutların farkında ve şimdilik trenin raydan çıkmasına izin vermeyeceklerini tüm dünyaya duyurdu.

Soçi’de Putin’in Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne Suriye’deki tüm grupların katılacağını belirtmesi; Ruhani’nin de, terörle müca-dele adı altında DEAŞ ve radikal gruplarla mücadelenin altını çizmesi dikkat çekiciydi. İki ülkenin Suriye mücadelesindeki duruşları bakımından anlaşılabilir ama Astana-Soçi sürecinde üçlü işbirliğini kolaylaştırmayan açıklamalar. Putin de Ruhani de terör gruplarından bahsederken PYD’ye referans vermedi. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçlü açıklamalar esnasında Türkiye’nin PYD konusundaki kararlılığını vurgulaması Rusya ve İran’a yönelik bir eleştiri, hatta taraflara bir uyarı niteliğindeydi.

Kalıcı bir ittifak doğar mı?

İran’ın çevrelenmesi için oluşturulan ABD patentli Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Israil’den oluşan yeni kuşak oluşturma çabası kör topal ilerliyor. Rusya’nın ve İran’ın farklı farklı nedenlerle sürekli bir yaptırım silahıyla terbiye edilmeye çalışıldığını da biliyoruz. Türkiye’nin iki yıldır sürdürdüğü mücadele ve gerilen Türkiye-ABD ilişkileri de malum. Dolayısıyla farklı nedenlerle, farklı biçimlerde ve farklı düzeylerde ABD dizaynı bölgesel düzen(sizlik) ile sınanan ve sıkıştırılan üç ülke bir tür yumuşak dengeleme biçimi olarak Soçi’de dünya kamuoyuna duyurulan seçici işbirliği zeminini yarattı. Bu nedenle Soçi önemli, bu nedenle tüm zaaflarına karşı Soçi işbirliği kıymetli ve tüm bu nedenlerle bu toplantı Suriye’de yeni bir siyasi dönemin başlangıcı sayılıyor.

Türkiye için Astana-Soçi hattında hayata geçen bu kıymetli işbirliği şu an için katı bir ittifak değildir, katı bir ittifak olması gerekli de değildir. Yumuşak dengelemenin başarısı burada yatıyor: Bu seçici işbirliği zemini adı üstünde işbirliği ve diyaloğun kurulacağı bazı alanların seçilip, diğer alanlarda ulusal politikaların izlenmesine olanak tanıyor. Farklılıkların aşılması mümkün olmasa dahi Soçi’de verilen mesaj ABD ve Suriye’deki vesayet savaşında ABD plan ve kabiliyetlerine karşılık üç ülkenin birlikte, danışarak ve aralarındaki gü-veni koruyarak hareket edecekleri. Washington’un etki alanının kısıtlanması ve bölgede üç ülkenin soluk alabilmesi buna bağlı. Ankara açısından zirve sonrası önemini koruyan iki husus masada durmaya devam ediyor. İlk husus PYD’nin -Türkiye’nin müttefiklerince eğitilip donatılmış olarak- Türkiye’ye yönelik oluşturduğu tehdidin bertaraf edilmesi meselesi. Yani Türkiye yakın sınır-ötesinin PYD’den temizlenmesi. İkinci husus, Türkiye’nin insani açıdan da büyük emek verdiği İdlib ile Afrin’deki siyasi durumun Ankara lehine sonuç-lanması. Her iki konunun da merkezinde PYD meselesi bulunuyor. Bu konunun gelecekte taraflar arasında ve “Soçi ruhu” içinde nasıl ele alınacağı Suriye’de oluşturulmak istenen barış ve siyasi çözümü doğrudan etkileyecek. PYD meselesinin Soçi ruhunu zehirlemesine izin verilirse, bugün var olan üçlü ilişkide bir kırılma yaşanabilir.

Rusya’nın stratejik seviyede ABD’yi dengelemek istediğini biliyoruz, ama ileride Moskova’nın PYD’yi Türkiye aleyhine kullanmak isteyip istemeyeceğini şimdiden bilmiyoruz. Keza, bu konu da Tahran’ın da samimi davranıp davranmayacağını zaman içinde göreceğiz. Kısaca bugünün Ortadoğu’sundaki ve Suriye’sindeki jeopolitik ve jeoekonomik mücadele tüm piyonların, peyklerin, vekillerin ötesinde ama bu silahlandırılan aracıların tehlikeli olmadığı anlamına gelmiyor. Türkiye defalarca bu tehlike ile yüzleşti, bu tehlike ile sınandı. Bu nedenle Türkiye’yi trenine almak isteyen her türlü işbirliği PYD konusundaki güven testinden geçmek zorundadır.

@nursinguney

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı Bilgesam Bşk. Yrd.