Türkiye’yi terörle terbiye etmek

M. Mücahit Küçükyılmaz - Yazar
16.01.2016

IŞİD terör saldırısı düzenlediğinde hükümeti suçlamak, PKK’nınkine ölü taklidi yapmak, devlet operasyon düzenlediğinde ortalığı velveleye vermek... Eline silah verip ölüme gönderdikleri Kürt gençlerin cesedi üzerinden imza toplayanlar PKK tonlarca patlayıcı ile bebek öldürdüğünde “Bahar erken geldi, cemreler düşüyor” diye sevinç naraları atar ve yakayı ele verirler.-


Türkiye’yi terörle terbiye etmek

Türkiye son üç yıldır rastlantı olmasına imkân bulunmayan bir düzen ve süreklilik içinde saldırılara muhatap oluyor. Olayları komplo teorileriyle açıklama kolaycılığı değil bu; kuşatılmış bir ülkenin tarihî iddialarından vazgeçmeye zorlanması... Türkiye, tarih sahnesinde nesne olmaktan sıyrılıp sahici bir özne olmaya çalıştığı için bölgede ve dünyada taşları yerinden oynatmaya başlayan ve bu yüzden terörle terbiye edilmek istenen bir ülke. Ancak olaylar ve aktörler, modern zamanların karmaşık kavramları ve sofistike doğası yüzünden klasik zamanlardaki sarihlikte seçilemiyor, tespit edilemiyor. Hain kim, kahraman kim; zalim kim, mağdur kim; bütün bunlar medya, kanaat önderleri, PR şirketleri, uluslararası lobi odakları, istihbarat ajanları gibi kitlesel frekans karıştırıcılar marifetiyle bulanıklaştırılıyor.

Adres şaşırtmaca ikiyüzlülüğü

Sultanahmet’teki canlı bomba saldırısından birkaç saat sonra “Patlama bölge turizmini vurdu” diye haber yapıp terörün henüz yıldıramadığı ve dehşete sürükleyemediği Türkiye toplumuna kötücül kehanetlerini boca eden medya, bu frekans karıştırıcılardan biri mesela. Hem ağlar hem döver misalinde olduğu gibi, bütün mecra ve imkânlarını terör örgütünün istifadesine açıp sonra da tepki görünce basın ve ifade özgürlüğünün kalmadığından bahisle ülkesini dünyaya şikâyet eden bu zihniyete karşı has delikanlılık ve civanmertlikle mücadele etmenin maliyeti de yüksek oluyor. Elbette bu nedenle kalleşliğe tevessül edecek değiliz; lakin mertlik nasıl ki kayıplarımızı arttırıyorsa, azim ve öfkemizi de aynı şekilde arttırıyor. Devlet, çoğu zaman balyozla sinek ezdiği 1990’lı yılların aksine zeki ve müşfik güç konseptiyle terörist ile vatandaşı ayırt ederek, üstelik şehirlerin sokaklarında ve evlerin içinde teröre karşı savaşıyor. Buna rağmen, her terörist eylemde en çok can yakan şey, can kayıplarından sonra katil ile aynı ağzı kullanan ya da ruhunda en ufak bir hüzün sezilmediği halde teröristten başka suçlu arayan, adres şaşırtmaca oynayanların ikiyüzlülüğüdür. Bu ikiyüzlülüğü kolayca tanıyabilirsiniz; ölü-yaralı sayısı verirken, olay mahallinden dehşet görüntüleri paylaşırken veya hükümetin aldığı yayın yasağı gibi kararları eleştirirken içindeki coşkuyu gizlemekte zorlanır. İktidara ve Cumhurbaşkanına vurmanın coşkusu!

Bebek katletmenin hazzı!

Paris’te saldırı olunca hepsi birden Şarli’ye dönüşen amorf ve köksüz takım, aynı Charlie Hebdo, cesedi sahile vuran Aylan bebeği domuz suretinde çizip “Yaşasaydı tacizci olurdu” diye dalga geçtiğinde ortadan kaybolur. Kaybolan diğer bir şey de, elbette insanlığın yanında, kendi şiddetine tapan sol anarşizm ile doğal seleksiyoncu ve seçkinci Nazizm arasındaki çizgidir. Yine de yüzleri kızarmaz; Charlie Hebdo saldırısında “Fransa çocuklarına ağlıyor” manşeti atanlar, İstanbul’da bomba patlayınca “Katliam ülkesi” diye höykürüp ne kadar berbat bir ülkede yaşadıklarından bahis açarlar: “Yaşamak deriz-oh,dear-ne kadar tekdüze / Katliamlar ne kötü be birader”...

Anarşist sol Charlie Hebdo, Aylan bebeğin ölümünden coşkun bir haz duyar da, onun bizdeki şubeleri olan ölü soyucular durur mu? Akredite terör örgütleri PKK, onlara da katline sağır kesilecekleri bebekler sunar elbet; İrem ile Ecrin bebek ve 5 yaşındaki Sadık Efe. En az terör kadar can acıtan bu yılışık ve sinik tavrın bariz göstergesi, IŞİD terör saldırısı düzenlediğinde hükümeti suçlamak, PKK yaptığında ölü taklidi yapmak, devlet operasyon düzenlediğinde de ortalığı velveleye vermektir. Cizre, Silopi ve Sur’da eline silah verip ölüme gönderdikleri Kürt gençlerin cesedi üzerinden imza toplayıp dünyaya ağlayanlar, PKK tonlarca patlayıcı ile saldırıp bebeğiyle birlikte polisi şehit ettiğinde “Bahar erken geldi, cemreler düşüyor” diye sevinç naraları atar ve yakayı ele verirler. Ardından paralel evrenden çok iyi tanıdığımız “Ben yazmadım, kuzenim yazdı” nahifliğinde bir zekâmız ile alay etme süreci başlar.

Anlayın artık, karşınızda defalarca aldatılacak kadar sabırlı bir millet yok! Yaptıklarınızı vaktiyle affetmiş ama asla unutmamış, size millî birlik ve kardeşlik kucağını açmış ama karşılığında şımarıklık ve hakaret gördüğü için vereceği cevabı çoktan hazırlamış insanlar var.

Kendi şiddetine tapan sol

Biz biliriz ki, geciken adalet kadar vaktinden evvel tecelli eden adalet de zulümdür. Zira adalet, hakikatin yerinde ve zamanında ortaya çıkmasıdır. Hakkındaki deliller sübuta ermeden bir haine ceza vermek kamu vicdanını tedirgin edecektir. Adalet, onun bir süre daha zarar vermesini göze almak pahasına da olsa, şartların kemale ermesini ve suçun sübut etmesini beklemektir. İşte, çözüm süreci bize hem suçun sabit oluşunu gösterdi, hem de çare yollarını tüketmiş olmanın haklılığını bahşetti. Askerî baraj ve “gerillanın güzergâhının kapatılması” gibi saçmalıkları bahane edip silahları yeniden ateşleyen terör örgütü, HDP’nin yüzde 90 oy aldığı yerlerde bile kendisine destek bulamazken, Erdoğan düşmanlığıyla sarhoş olmuş Nişantaşı’nın tatlı su solcularından bulabiliyor. Mesela, bin yüz küsur yüzsüz akademisyen ülkenin yüz karası olarak teröre destek imzası toplarken, kalplerini, PKK’nın bomba yüklü araçla katlettiği çocuk ve bebekler dahi sızlatamıyor. Çünkü PKK, beyaz Türklerin ve kendi devrimci şiddetine tapan solun şımarık ve torpilli terör örgütüdür. En dokunaklısı ancak şu kadarını söyleyebilir: “Diyarbakır Çınar’da olanlar korkunç. #ÇocuklarÖlmesin kimse ölmesin.” Ne kadar (s)empatik ve duyarlı değil mi? Sanki Diyarbakır’daki vatandaşlar ile polis ve bebeği kalorifer kazanı patlaması sonucu hayatını kaybetmiş gibi!

Müslümana ayar vermek

Bir de hazır İstanbul’da bomba patlamışken okyanus ötesinden Müslümanlara ayar verme fırsatını kaçırmayanlar var tabii. Kurtulamadığı kompleksle ve işgal, sömürgecilik gibi Batılı günahların yol açtığı terörün gerçek nedenleriyle en küçük bir hesaplaşma emaresi göstermeksizin, “İslam dünyası her türlü terörü reddetmeli” diyerek kendince elinde bulunduğu Batılı efendilerine göz kırpıyor ve Müslümanları azarlıyor. Kim bilir nasıl kahrediyordur, Erzurum yerine Pennsylvania’da doğmadığına; Fetullah yerine Frank olmadığına... 

Hepimizin yıllardır yakındığı faili meçhul bu işte; terör eylemcisini silikleştirdiği ve öznesiz bir haber dili kullandığı zaman gazeteci de hem faili meçhulleştirmenin bir aleti oluyor, hem de zaten gazeteci olmaktan çıkıyor. Böyle durumlarda kısaca tetikçi diyoruz kendisine... “Çocuklar ölmesin, hatta kimse ölmesin” dileği bu ikiyüzlülüğü örtemiyor, zira PKK dâhil, kim aksini söyler ki zaten? Öznesiz ve edilgen cümleyi bir de bütün insanlığın gönülden katılacağı cici bir temenni ile taçlandırdınız mı, sizden insancılı yok! Hıristiyanlıktaki günah çıkarma mekanizması (Konfesyon) bile bu sahte tavırdan çok daha ileri ve samimi bir adımdır.

Davos’ta dünyayı durdurmak

Zulme karşı sessiz kalmak ile ona mesafe koymak arasında çok küçük bir fark vardır ama neticede her ikisi de zulme ortak olmaktır. Asıl beklenen, zalimle ortaklıktan vaz geçtiğini ilan edip zulme karşı haykırmaktır. Bu arada hatırlatayım; aynı şey “Paralel damgası yedim, mağdur oldum, ben öyle değil, böyleyim” diyenler için de geçerli. Sözünde doğruysan eğer, paralele karşı mücadele edeni üstü örtülü bir dille suçlamaktan vaz geçip seni bu hale düşüren paralel zulme karşı dik dur! Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Davos’ta dünyayı “1 dakika” durduran Türkiye, bugün terörle terbiye edilmek istenen bir ülkedir. Sırasıyla 7 Şubat operasyonu, Gezi kalkışması, 17-25 Aralık paralel darbe girişimi, Kobani provokasyonu ve son olarak DAİŞ-PKK siyam ikizlerinin terörü bu nedenle tedavüle sokuldu.

Allah’tan ki, her türlü frekans karıştırıcıyı devre dışı bırakacak bir liderlik irademiz, bizi öldürmeyen darbelerle güçlenmiş bir bağışıklık sistemimiz ve asırları avuçlayabilecek bilgelikte bir halk irfanımız var.

[email protected]