Türklük, İslamiyet ve ‘ortak tasavvur’

Doç. Dr. ŞENER AKTÜRK / Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi
2.02.2013

Türk kimliğini, Orta Asya kökenli olduğuna dair efsanelerden arındırmak ve her türlü etnik alt kimliklerin ifadesine imkan sağlayabilecek şekilde tam anlamıyla gayri-etnik bir ortak tasavvur olarak yeniden tanımlamak gerek.


Türklük, İslamiyet ve ‘ortak tasavvur’

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birarada tutacak olan “ortak tasavvur” nedir? Türkiye Cumhuriyeti’nin 1920’lerde inşasına başlanıp 1930’larda tamamlanmış, demokrasiye geçişle beraber 1950’lerden itibaren kısmen İslami dindarlığa açık hale gelmiş, bilhassa 1980 darbesiyle Türk-İslam sentezi olarak revize edilmiş fakat 28 Şubat’la beraber bu sentezin İslam tarafı ciddi biçimde budanmış olan, ortak milli kimlik tasavvuru olarak bir ‘Türklük’ vardı. Değişik etnik, dini, mezhebi köklerden gelen kimselerin böylesi bir ortak Türklüğe asimile olabileceği ve asimile oldukça da eşit yurttaş olabileceği bir sistemdi bu. Asimilasyon bu kimlik formülünün başlıca operasyonel koduydu. Ne Almanya, İsrail, veya Kore’deki gibi tek bir etnik kökenden gelenleri (eğer Türkiye’de olsaydı Türkmen etnik kökeni olması gerekirdi) yasal ve resmi olarak ayrıcalıklı konumda tutan etnik milliyetçi, ne de Rusya, Kanada, veya Hindistan gibi her etnik kimliğe kendini ifade imkanı veren çokkültürcü (multicultural) bir sistemdi. Bunlardan ziyade Cumhuriyetin kendisine rehber edindiği Fransız usulü bir asimilasyon rejimiydi Türkiye’nin eski statüsü. AK Parti iktidarında Kürtçe başta olmak üzere azınlık dillerinin varlığının tanınması ve devlet desteğiyle yayınına başlanmasıyla beraber etnik kültürleri ve dilleri yok sayan asimilasyoncu bir ortak tasavvur olarak Türklük tartışmaya açıldı. Günümüzde ortak tasavvur olarak Türklüğün tedavülden kaldırıldığını söylemek her ne kadar temelsiz ve aşırı bir yorum olsa da, en azından Ziya Gökalp’den Yusuf Akçura’ya, İbrahim Kafesoğlu’ndan Doğu Silahçıoğlu’na kadar kültürel ve etnik, İslami ve Şamanist versiyonlarıyla Türkçülüğün egemen ideolojik konumunu kaybettiği söylenebilir. Bu durumda, hayati bir soru(n) ortaya çıkıyor:

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birarada tutacak olan “ortak tasavvur” nedir?

İslam ortak kimliği

Türkiye’nin geleceği üzerine düşünen her entelektüelin sorması gereken bu hayati soruyu ancak birkaç entelektüel yazarımız sordu ve cevaplamaya teşebbüs etti. Bunların arasında, Akif Emre ve Şükrü Hanioğlu arasında cereyan eden “ortak tasavvur” tartışması veya diyaloğu güzel bir örnek. Akif Emre ortak tasavvurun temeli olarak İslam’ı önermiş (Yeni Şafak, “Kürtlük, Türklük ve ‘ortak tasavvur’,” 25.12.2012). Hanioğlu ise, Osmanlı toplumu gibi, başında Halife sıfatına sahip bir devlet reisinin olduğu ve halkının da günümüze oranla çok daha dindar olduğu bir toplumda bile İslamcılığın bir ortak tasavvur olarak başarılı olamadığını, dolayısıyla devleti, yasaları, eğitimi ve ekonomisi laik ilkelere dayalı, halkının da ancak bir kısmı sınırlı bir dindarlık gösteren Türkiye toplumunda İslam’ın ortak tasavvurun temeli olamayacağını belirtmiş (Sabah, “Türkçülük ve Kürtçülükle olmuyor; İslamcılıkla olur mu?”, 30.12.2012). Hanioğlu’nun haklı itirazında katıldığım başlıca nokta 1924’den bu yana devam eden laikleşme sürecinin yasal ve toplumsal sonuçlarının herhangi bir ortak tasavvur inşasında göz ardı edilemeyecek oluşudur. Fakat Emre-Hanioğlu tartışması da, Türkçülük ve İslamcılık gibi kimlik politikalarını eleştirirken alternatif somut bir ortak tasavvur ortaya koymadı.

İslami ortak kimliğin vurgulanması, özellikle Kürtlerin sorunlarının (veya daha metafizik bir adlandırmayla, “Kürt sorunu”nun) tartışılmasında doğal ve de pragmatik bir çözüm olarak ortaya çıkıyor, çünkü Kürt kökenliler Türkiye’nin en dindar kesimlerinden biri sayılıyor. Kaldı ki AK Parti’nin gerçekleştirdiği Kürt açılımını söylemsel düzeyde ve seçmen nezdinde mümkün kılan başlıca ideolojik unsur İslami hassasiyettir (bkz., Şener Aktürk, “İslamcılığın Kürt Açılımı,” Zaman, 28.08.2012). AK Parti’nin içindeki İslamcı damar olmasaydı bu tarz bir Kürt açılımı olamazdı ve 80 yıllık asimilasyon politikası değişmez, Kürtler ve Kürtçe devlet tarafından fiilen tanınmazdı. Fakat Kürt açılımında İslami söylemin kullanılmasının da bir çelişkisi var: Açılım tamamen dini hassasiyetler üzerinden meşrulaştırılıyor ve popüler destek sağlıyor, oysa açılımın içeriğinin dini özgürlükler, laiklik veya İslami görünürlükle hiçbir ilgisi yok. Reforma uğrayan laiklik değil, milliyetçilik ilkesinin uygulaması. Örneğin, dindar Kürtlere medresede eğitim görme imkanı, kılık kıyafet devrimlerinden muafiyet, veya Arap harfleriyle okuma-yazma hakkı getiriliyor değil, açılımın içinde dini konular söz konusu değil. AK Parti’nin Kürt açılımında kullandığı söylem İslami ama açılımın içeriği tamamen Kürtlerin etnik mahiyetteki taleplerini karşılamaya ve PKK’nın silahları bırakmasına yönelik. Oysa İslami söylemin bilhassa muhatabı olan dindar Kürtlerin, ki bunlar Kürtlerin çoğunluğunu oluşturuyor, en az milliyetçilik ilkesi kadar ve hatta ondan daha fazla muzdarip oldukları laiklik ilkesi konusunda bir açılım olmadığını görüyor, olamayacağını da biliyoruz. Bu durumda Kürt açılımında İslami ortak tasavvurun araçsallaştırılmasından doğan içsel bir çelişki olduğu söylenebilir. Söylem ve icraat arasındaki bu çelişki Kürt açılımdan ümitvar olan dindarlar arasında gelecekte hayal kırıklığına sebep olabilir.

İslami ortak tasavvurun çok daha büyük iki dışsal çelişkisi de var, ilki anayasal ikincisi de toplumsal düzlemde olmak üzere. Anayasal çelişki şu ki Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet ve AK Parti de dahil tüm büyük siyasi partiler devletin laik özelliğinin devam etmesi gerektiğinde hemfikir. Elbette bu görüş birliği, laikliğin, dindarlığı ve dinin görünürlüğünü dışlayıcı bazı yorum ve uygulamalarını kaldırarak yürürlükte olan Fransız tarzı laikliğin yerine İngiliz/Amerikan tarzı bir pasif laikliğin ikame edilmesine engel değil, ama AK Parti’nin bu doğrultuda da Kürt açılımı çerçevesinde veya onun dışında yasalaşmış somut bir icraatı olmadı.

Gayri-etnik Türklük

Denilebilir ki anayasaya veya tali yasalara hiç dokunmaksızın fiiliyatta İslami bir ortak tasavvurdan toplumsal yarar sağlanacak, milli birlik ve beraberlik İslami ortak tasavvur sayesinde pekiştirilecek. Hiçbir yasal çerçevesi olmaksızın böyle bir ortak tasavvur daha baştan bazı meşruiyet sorunlarını beraberinde getirir ve maalesef AK Parti’nin çözüm siyaseti en çok da bu sonuncu yaklaşıma benziyor. Bu yaklaşımın iç çelişkisine ve anayasal çelişkisine yukarıda değinmiştim. İslami ortak tasavvurun toplumsal çelişkisi de şu ki çok büyük nüfusa sahip iki kesim din merkezli (İslami) bir ortak tasavvurun dışında kalıyor. Bu kesimlerin nüfusu toplamda BDP seçmenlerinden (yüzde 5) de tüm Kürt kökenli vatandaşlardan da (yüzde 16) daha fazladır. Bu iki toplumsal kesimden ilki büyükşehirlerde yoğunlaşan, kendini dindar saymayan, veya İslam ile sadece nominel bir bağı bulunan, veya dindar olsa bile siyasi anlamda Fransız-Türk tarzı laiklik anlayışına sıkı sıkıya bağlı ve sayısı milyonlarla ifade edilen, medya dilinde bazen yanıltıcı bir şekilde ‘laik kesim’ olarak tarif edilen toplumsal kesimdir. Sadece Kadıköy ilçesinin nüfusunun Batman, Bingöl, Siirt gibi Kürt çoğunluklu pek çok ilden fazla olduğu göz önüne alınabilir. İkinci kesim ise, devletin kurumsallaştırdığı ve toplumsal algıda egemen din anlayışı İslam’ın Sünni yorumu olduğu için, kendini dini bir ortak tasavvurdan dışlanmış hisseden Alevilerdir. Alevilerin nüfusu da yüzde 10-15 aralığında, her halükarda BDP’nin kitlesinden çok daha kalabalık ve hatta Türkiye’deki Kürt kökenli nüfusla karşılaştırılabilir bir nüfustur. Birbiriyle geçişliliği olan bu iki kesimin ezici çoğunluğunun CHP’nin yüzde temsil edildiği söylenebilir.

İslam temelli bir ortak tasavvur, belki Kürtlerin dindar ekseriyetini Kürt olmayan dindarlarla ortak bir paydada buluşturabilir ama bunu yaparken CHP’ye oy veren yüzde 20-25’lik kesimi ortak tasavvurun dışında bırakma ve ötekileştirme tehlikesi mevcuttur. Türklük, her ne kadar asimile olmaya başarıyla direnmiş Arap, Kürt, Zaza kökenli ve diğer bazı vatandaşlar tarafından benimsenmemiş olsa da, Kürt olmayan çoğunluk tarafından büyük ölçüde benimsenmiştir. Tarhan Erdem’in önderliğinde KONDA’nın yaptığı kamuoyu araştırmasında toplumun yüzde 81’i kendini ‘Türk’ olarak tanımlamış (Milliyet, 22.03.2007). Elbette geriye kalan yüzde 19’u da kapsayabilecek daha kuşatıcı bir ortak kimlik inşa etmek daha iyi olurdu. Fakat ortak kimlik birkaç yılda inşa edilemiyor ve halkın yüzde 81’i farklı etnik kökenlerine rağmen kendini Türk olarak ifade etmiş. Halihazırda (“Türkiyelilik” gibi entelektüel camia dışında halkın yabancısı olduğu kavramlar dahil) halkın yüzde 81’inden fazlasının bildiği ve benimsediği bir ortak kimlik olmayabilir. Ülkemizde çok yaygın olan “yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye” söylemine rağmen sanırım ilk kimliğini Müslümanlık olarak veren yüzde 81’lik bir çoğunluk bile bulunamayacaktır. Hem Alevilerin çoğunluğunun hem de Sünniler arasında “laik kesim” olarak bilinenlerin Müslümanlık etrafındaki bir ortak tasavvuru reddetmeleri ihtimali yüksektir. Eğer Alevi açılımı başarılı olsaydı ve İslam’ın Alevi ve Şii yorumu da devlet ve toplum geneli tarafından meşru ve tanınan bir yorum haline gelebilseydi belki en azından Alevilerin dindar kesimi (dedeler, vs.) böylesine kuşatıcı bir Müslümanlığı üst kimlik olarak benimseyebilirdi.

Ama bu da yapılamadı. 2008’de Ekopolitik’te yaptığım bir konuşmaya “Alevi-Kürt denklemi” başlığını vermiştim: Devlet, kimlik olarak Türklüğü vurguladığında Kürtler dışlanmış hissediyor, İslam’ı vurguladığında Aleviler ve laik kesim. Türk-İslam senteziyle ise devlet hem Alevileri hem Kürtleri hem de laik kesimi ötekileştirmeyi başardı. Bu hatalara rağmen, daha kapsayıcı bir kimlik inşasına girişilmediği müddetçe elimizde toplumun büyük çoğunluğunun kabullenebileceği bir kimlik olarak halen ve sadece Türk kimliği kalıyor. Türklük dışında bir ortak tasavvur arayanların toplumun çoğunluğunda karşılığı olan böyle bir ortak tasavvuru inşa etmesi veya keşfetmesi gerekir. Bu, sadece entelektüel değil siyasal ve toplumsal bir zaruret, acil bir ihtiyaçtır. Bir çözüm, Türk kimliğini, Orta Asya kökenli olduğuna dair efsanelerden ve Türkmen etnisitesiyle karıştırılmasına sebebiyet verebilecek her türlü imalardan arındırmak ve her türlü etnik alt kimliklerin ifadesine (dil, kültür, vs.) imkan sağlayabilecek şekilde tam anlamıyla gayri-etnik bir ortak tasavvur olarak yeniden tanımlamak olabilirdi.

[email protected]