Türler arası adalet

Şengül Karslı / Hukukçu
3.09.2022

Köpek almak belli süreçlere tabi olmalıdır. Köpek almak isteyenler, bakanlıkça yetkilendirilen kişi ya da kurumların veya bizzat bakanlık tarafından sahiplik eğitimine ve sınavına tabi tutulmalıdır. Bu eğitimi tamamlayanların yine bakanlıkça kayıt altına alınmış resmî yetiştiricilerden köpek alarak sertifikalarının numarası ile köpek sahibi olabilmeleri sağlanmalıdır.


Türler arası adalet

Cansız varlıktım öldüm, bir çiçek olarak doğdum. Bir çiçektim, öldüm, bir hayvan olarak doğdum. Bir hayvandım, öldüm, bir insan olarak doğdum. Bir insandım, öldüm, bir melek olarak doğdum...

Mevlana

Dünyayı tek bir ülke olarak düşünecek olursak, varoluşundan bu güne ırk, dil, din, mezhep, renk, biçim, servet, soy, fikir ve düşünce farklılıklarının insanoğlunun birbirine üstünlüğüne sebep olduğuna diğerlerinin ikinci sınıf insan olarak tanımlanmasına ve muamele görmesine şahitlik etti. Bu ayrışmadan ve farklılıktan desteklenen üstünlük iddiası günümüzde de farklı formülasyonlarla varlığını devam ettirmekte.

Peki dünya ülkesinin tek sahibi biz eşrefi mahluk olan insanlar mı? Dünyaya son gelen olmak, insana ayrıcalık yaratıp, onu tüm canlılardan üstün hale getirir mi? Yaradılan en şerefli varlık olması O'nu diğer canlılardan üstün kılmaya yeterli mi ? Ya da hayvanları ikinci sınıf vatandaş olarak mı görmeliyiz. Hayvanlar bu sıralamanın neresinde? Hakkaniyete uygun bir biçimde tüm türler birarada yaşayamaz mı? Türler arasında adalet mümkün mü?

Sokaklara terk ediliyorlar

Daha birçok soru belki de insan olmanın gereği bu cevap arayışı. Bitkilerin dahi bir zekasının olduğunu, algı düzeylerinin varlığını ortaya koyan birçok araştırmaya değinmeden güncel bir meseleye hızlı bir geçiş yapmak istiyorum. Sokak köpeklerinin yerlerini gösteren bir uygulamanın sosyal medyada geniş yankı uyandırmasıyla gündeme gelen sokak köpekleri sorunu. Daha doğru bir ifade ile sahipsiz hayvanlar meselesine farklı bir perspektiften bakmanızı sağlama gayreti bu yazının amacını oluşturmaktadır. Büyük bir hevesle satın alınıp ardından sokaklara terk edilenler, dövüştürülüp yaralı bırakılanlar, satmak için defalarca doğuma zorlanan ardından dağlık alanlara bırakılan köpekler...

Kent yaşamında özellikle pandemi döneminde evden çalışanların çoğu yalnız kalmamak için köpek sahiplendi ya da çoğu aile, çocukları istiyor diye köpek aldı. Gerektiği gibi bakılamayan ve zaman ayırılmayan köpekler ise sokaklara terk edildi. Kimi, kendisini evdeyken bir anda sokaklarda buldu, kimi ise para kazandırmak uğruna defalarca yavru verdi. Sokak köpekleri ortalığa bir anda çıkmadı. İnsandan gördüğü zararlar ile saldırganlaşan köpekler, toplumun hatalı bilinçlenmesi ile adeta bir "canavara" dönüştü. Peki hata nerede? Ya da bir çözüm var mı? Çözüm bekleyen ve toplum sağlığını ciddi manada tehlikeye düşüren güncel ve acil bir sorun, sokak köpekleri diğer tabir ile evsiz köpekler, sokak hayvanları. Sayılarının kontrolsüzce artması, iyi örnekler olsa da hayvan barınaklarındaki refahın, yanlış uygulamalar sonucu azalması bu sorunu derinleştiriyor. Köpekler tarafından saldırıya uğrayan veya uğradığını iddia eden insanların sayısı da her geçen gün artınca, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kutuplaşıyoruz. Ama her konuda olduğu gibi bu konuda da kutuplaşmak yerine, bizim dışımızdaki canlılarla da ortak yaşama kültürünü de geliştirmek zorundayız.

Konuyu hukuki açıdan ele alacak olursak, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md.67'ye göre , "Bir hayvanın bakımını ve yönetimini sürekli veya geçici olarak üstlenen kişi, hayvanın verdiği zararı gidermekle yükümlüdür. Hayvan bulunduran, bu zararın doğmasını engellemek için gerekli özeni gösterdiğini ispat ederse sorumlu olmaz. Hayvan, bir başkası veya bir başkasına ait hayvan tarafından ürkütülmüş olursa, hayvanı bulunduranın, bu kişilere rücu hakkı saklıdır." Buradan anlayacağımız üzere, besleme yapılan sokak köpeklerinin sorumluluğunun besleyen kişilerde olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda geçici de olsa sorumluluğu üstlenmiş olan hayvanseverlerin, başıboş kedi ve köpeklerin beslenmesi hususunda 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu gereği, uygun yerler tespit ederek çevreye zarar vermeden etrafta koku ve çevre kirlilik yaratmaması gerekmektedir.

Evsiz hayvanların beslenmesi hususunda hayvanseverlerin bilinçli ve sistematik bir biçimde ve hatta belediyelerle beraber çalışması, elbette sorunu çözmek adına bir adımdır- zira tok olan bir canlının doğası gereği başka bir canlıya zarar vermesi, sağlıksız başkaca bir durumu yok ise, düşünülemez – ancak böylesine geniş çerçeveli bir sorun için çözümün daha güçlü dinamiklerle desteklenmesi gerekir.

Kapsamlı değişiklik yapıldı

Bunu sağlamak amacıyla, 2004 yılından beri yürürlükte olan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nun günümüz koşulları ve suç tipleri karşısında yetersiz kalması da göz önünde bulundurularak, 14/07/2021'de bir dizi kapsamlı değişiklik içeren 7332 sayılı Kanun ile hayvan hakları kavramı genişletilerek birçok çözüm sunuldu. Bu değişiklik aynı zamanda insan – hayvan ilişkisini yeniden düzenleme ve insanın üstünlüğüne son vermenin yanında hayvanların da insanlara zarar vermesini önleyici çözümler taşıyor. Örneğin değişiklikten sonra kanunda sahipli- sahipsiz hayvan ayrımı kaldırılarak, hayvan hakları daha kapsayıcı şekilde düzenlendi. Bu değişikliklerle birlikte, "Hayvanlara cinsel saldırıda bulunmak veya tecavüz etmek, Bakanlıkça belirlenen tehlike arz eden hayvanları üretmek, sahiplenmek, sahiplendirmek, barındırmak, beslemek, takas etmek, sergilemek, hediye etmek ve bunların ülkemize girişini, satışını ve reklamını yapmak. işkence yapmak veya acımasız ve zalimce muamelede bulunmak. Ev hayvanını terk etmek." yasaklandı ve yasağa aykırı hareket edenlere değişen sürelerle, üç aydan üç yıla varan hapis cezaları düzenlendi.

Kanundan sonra ivedilikle yürürlüğe girmesi beklenen ve kanunun uygulanması ile ilgili olarak idareye yol gösterecek nitelikte olan yönetmelik yayımlanmadığı için belki de sorun bu noktalara vardı. Ayrıca öngörülen cezalar sonrasında hayvanlara yönelik kötü muamelede bulunan insanların işlediği suçlar bakımından da istatistiki olarak azalmayı gösteren bir veri yok elimizde. Bu olumsuzluklar zincirinde, halkanın tamamen dışında olan çocuklarımıza ve masum insanlar zarar görüyor. Onları korumak için kanuni çözümlerin yanı sıra idari otoritelerce bu kanunların uygulanması konusundaki etkin çalışma, sorunun kökten çözümü için yeterli olabilecek mahiyettedir. Sözgelimi, sokak hayvanlarının kısırlaştırılması gelecek nesiller için yok olma tehdidi yaratmadığı sürece sağlıklı bir çözüm yöntemi olabilir. Zira bu sayede kontrollü bir hayvan nüfusu azalışından bahsedebiliriz.

Köpek çetelerinin oluşumu

Köpeklerin saldırganlığı noktasındaki bir başka sorun, köpekleri dövüştürerek bundan gelir elde eden ve bu sebeple "köpek çeteleri" oluşturan insanlardır. Bu sebeple saldırganlaşan hayvanlar, ki bu noktada belirli ırktaki köpeklerin genetik yatkınlıkları sebebiyle daha çok istismara uğradığını söylenilebilir, yine insanlara zarar vermektedir. Değiştirilerek genişletilen yürülükteki kanuna göre; "Hayvanları başka bir canlı hayvanla dövüştürmek yasaktır. Folklorik amaca yönelik, şiddet içermeyen geleneksel gösteriler, Bakanlığın uygun görüşü alınarak il hayvanları koruma kurullarından izin alınmak suretiyle düzenlenebilir."

Ayrıca Türk Ceza Kanunu md.177 "Gözetimi altında bulunan hayvanı başkalarının hayatı veya sağlığı bakımından tehlikeli olabilecek şekilde serbest bırakan veya bunların kontrol altına alınmasında ihmal gösteren kişi, altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır" lafzı ile cezalandırmaya ilişkin koşulları düzenlemiştir. Görüldüğü üzere konuya ilişkin hapis cezası dahi söz konusudur. İlgili maddede bir somut tehlike suçu tanımlanmıştır, bunun anlamı şudur: Suçun oluşması için bir sonucun oluşması beklenmez sadece tehlike oluşturması yeterlidir.

Tüm bunlar yanında ve insanların sorumlulukları bir yana kanunda öngörülen denetim tedbirleri ve idareye düşen görevler bu noktada esas vurgulanması gereken kısımdır. Kanunla İl Hayvanları Koruma Kurulu, İlçe Hayvanları Koruma Kurulu gibi organizasyonlar düzenlenmekle kalmamış halihazırda belediye ve diğer kuruluşlara da bir dizi yükümlülükler getirilmiştir. Bunlar;

Büyükşehir belediyeleri, il belediyeleri ve nüfusu yirmi beş bini aşan büyükşehir ilçe belediyeleri ile diğer belediyeler, sahipsiz veya güçten düşmüş ya da tehlike arz eden hayvanların korunması ve bakımının yapılması ile rehabilitasyonunun sağlanması amacıyla hayvan bakımevleri kurar. Hayvan bakımevi kurma zorunluluğu olmayan belediyeler ise sorumluluk alanındaki bu hayvanları en yakın hayvan bakımevine götürür. Rehabilite edilen hayvanlar Bakanlıkça oluşturulan veri tabanına kaydedilir. Rehabilitasyon süreci tamamlanan hayvanların, bakımevine getiren belediye tarafından öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır. Rehabilite edilmemiş sahipsiz köpekler, belediyelerce hayvan bakımevlerinde veya geçici ünitelerde kısırlaştırılarak veri tabanına kaydedilir. Geçici ünitelerde yapılan kısırlaştırmalar sonrasında, köpekler alındıkları ortama bırakılmadan önce sağlıklarına kavuşmaları için gerekli tedbirler alınır. Bakanlık da bu kapsamdaki köpeklerin kısırlaştırılmasına her türlü yardımda bulunur. Kanun bunun dışında, özellikle kedi ve köpekler gibi sahipsiz hayvanların kendi mekânlarında, bulundukları bölge ve mahallerde yaşamaları sorumluluğunu üstlenen gönüllü kişilere yerel hayvan koruma görevlisi adı vererek, bunların idarece de takibini kolaylaştırmayı ve sorumluluklarını düzenlemeyi de amaçlamıştır. Böylece birey ve devlet el ele verip doğa için de insan için de en doğru çözüm olan bir arada ve uyum içinde yaşayabilmeyi gerçekleştirebilecektir.

Nitekim uyumlu ve farklılıklarla birlikte yaşama; bizim medeniyetimizde, kültürümüzde, mayamızda olan bir değerdir aynı zamanda. Fransız seyyah Thévenot'un, 1656'da İstanbul anlarında, "Türklerin bazıları ölürken haftada şu kadar defa şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok iratlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadakatle ve hatta dindarane bir riayetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin şart-ı vâkıfa göre ya köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla beraber onlarca öyle değildir." dediğine rastlayabilirsiniz.

Çözüm ne olabilir?

Hayvanlara verilecek hiçbir ceza ve uygulanacak yaptırım, tüm diğer hayvanların başkalarına zarar vermesini engellemeyecektir. Buna göre, önce sorunu yaratan unsurları irdelemek ve bunları değiştirmeye çalışmak, uygulama aracılığıyla hayvan itlafından daha insancıl ve hakkaniyete de uygun olacaktır. Nitekim, Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi, 5. maddesinde geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan türden olan bütün hayvanların türüne özgü koşullar ve özgürlük içinde yaşama ve üreme hakkına sahip olduğunu düzenlemektedir. Hulasa, yeryüzündeki hiçbir tür, diğerinin neslini yok etmek üzere kurgulanmamıştır.

Sorunun çözümü noktasında, sokak hayvanlarının sayısının azaltılması bakımından bir diğer adım, köpek almak isteyenlerin sahiplik eğitimine tabi tutulması olabilir. Fikrimce, köpek almak da belli süreçlere tabi olmalıdır. Köpek almak isteyenler, bakanlıkça yetkilendirilen kişi ya da kurumların veya bizzat bakanlık tarafından sahiplik eğitimine ve sınavına tabi tutulmalı ve bu eğitimi tamamlayanların yine bakanlıkça kayıt altına alınmış resmî yetiştiricilerden köpek alarak sertifikalarının numarası ile köpek sahibi olabilmeleri sağlanmalıdır. Bu eğitimler, barınaklardan köpek sahiplenenler için ücretsiz, diğerleri için ücretli olmalıdır. Elbette toplumu bunca zarara uğratan ve meşgul eden bir sorunun idareden bağımsız irdelenmesi düşünülemez. Danıştay 8. Daire Başkanlığı'nın 2020/7528 E ve 2021/1532 sayılı kararı ile başıboş köpeklerin korunması, bakım ve gözetimi ile saldırgan olanların eğitilmesi, sahiplendirilmeleri ve benzeri görev ve sorumlulukların valilik, büyükşehir ve ilçe belediyelerine ait olduğu, yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirmeyen idarelerin tazmin yükümlülüğünün olduğu açıkça hükme bağlanmıştır.

Yine 2003 yılında dahil olduğumuz "Ev Hayvanlarının Korunmasına dair Avrupa Sözleşmesi", insanın tüm canlılara ahlaki bir yükümlülüğü olduğu önsözüyle başlar ve hayvanların bakım ve refahına ilişkin hayvan sahiplerine uluslararası standartlar getiren bir sözleşmedir. Anayasamızın 90. maddesinde yer alan, "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir" hükmüyle birlikte mevzuatımızda kanun olarak yer alan bir sözleşme olduğunu da görebiliriz. Bu anlamda işbu sözleşme de tüm diğer kanunlar gibi uygulanacaktır. Taraf olduğumuz bu sözleşmenin "Başıboş Hayvanlar İçin Ek Tedbirler" başlıklı 12'nci maddesine göre, tüm taraf devletler, hayvanlara acı vermeden kısırlaştırma, başıboş hayvanların ihbarı sonucu ilgili idarelerce alınarak, ıslahına yönelik düzenlemeler yapmayı ve önlemler almayı taahhüt ederler. İlgili idare, idare hukukunun temel ilkeleri gereği tedbir almak ve zarar meydana gelmeden engel olmak yükümlülüğündedir. Bu taahhütlerin yerine getirilmesi aynı zamanda uluslararası bir yükümlülüktür. Tüm bunlara ek olarak, Cumhurbaşkanı Kararı ile çeşitli iller bazında kurulmasına izin verilen "Sahipsiz Hayvanları Koruma Birliği" bu noktada çözüme ilişkin atılan önemli bir adımdır. Peki, bu sorunun çözümü noktasında dünyadaki örnekler neler?

Sahipsiz hayvanların modern hayattaki konumu dünyada da tartışmalı aslında. Avrupa Birliği içinde 2007 yılında imzalanan Lizbon Anlaşması ile çiftlik hayvanlarının korunmasına yönelik düzenlemeler yapıldı. Ancak hayvanlara kötü muameleye karşı Avrupa'da ortak bir yasa olmamakla birlikte, her ülkenin kendi ceza sistemi var.

Vergi zorunluluğu

Avrupa'nın üç büyük ülkesi Almanya, Fransa ve Hollanda'da sokakta başıboş gezen hayvanların toplanmasından ve bakımından yerel yönetimler sorumlu ve evde hayvan besleyenler vergi vermek, belli türler için de eğitim almak zorundalar.

Sayılan ülkelerde bu soruna ilişkin olarak toplumda bizdeki kadar bir kutuplaşma yaşanmasa da temelde iki farklı görüşün olduğunu söyleyebiliriz. Bir görüşe göre, hayvanların hakları olmamalı ancak bu görüş hiçbir hayvanın acı çekmemesi gerektiğini de vurguluyor. İnsanların hayvan kullanırken, hayvanların koşullarını iyileştirmesi gerektiğine odaklanıyor.

Bir diğer görüş ise, hayvanlara yönelik muameleleri iyileştirmenin yeterli olmayacağını, hayvanları, insan amaçları için kullanmaktan vazgeçilmesi gerektiğini savunuyor. Bu görüşün etkisiyle veganlık dünyada yaygın bir beslenme biçimi haline gelmiştir. Her iki görüşün de üzerinde hem fikir olduğu bir nokta var: Alman filozof Immanuel Kant'ın da dediği gibi hayvanlara yönelik zulüm içeren davranışlar insanı zalimleştirir ve diğer insanlara yönelik işlenebilecek şiddet eylemlerini kolaylaştırabilir. Nitekim ülkemizde yaşanan çoğu örnekte de görüleceği üzere, suç potansiyeli yüksek profildeki insanlar, öncelikli kurban olarak hayvanları seçiyor. Hayvana kötü muamele, cinsel istismar adını dahi anmak istemediğimiz türlü suçları önce korunmasız hayvanlar üzerinde sonra ise diğer korunmasız sınıf olan çocuklar üzerinde uyguluyorlar. Ne yazık ki bu günümüzde örnekleri bolca mevcut olan kriminal bir analizdir.

Çözüm terihimizde

Düşünüyorum da, çözüm belki de tarihimizdedir. Sultan III. Murad zamanında İstanbul Kadısına gönderilen fermanda, hamalların taşımacılıkta kullandıkları at, katır vb. hayvanlara tahammüllerinin üzerinde yük taşıtmaları yasaklandı. Hayvanların bakım ve beslenmesine özen gösterilmesi gerektiği ve fermandaki ikaz ve hükümlere uymayanların cezalandırılacağı bildirildi. Bu ferman, "dünyada hayvan haklarına ilişkin ilk düzenleme" olma özelliğine sahiptir ve ceddimizden bu konuda da öğreneceklerimizin olduğu aşikardır

Son olarak bir hukukçu olarak belirtmek isterim ki; cezai yaptırımlardan önce, ailede ve okullarda, hayvanlara nasıl davranılması gerektiğini doğru anlatmalıyız. Yapılan araştırmalar hayvana şiddet uygulayanların büyük çoğunluğunun çocukluk döneminde şiddet veya kötü muameleye maruz kalmış veya başka suçlardan sabıkası olan kişiler olduğunu gösteriyor.

İnançlarımız ve kadim medeniyetimizin tezahürü bir toplumsal farkındalığı oluşturmalıyız. Bu dünyada her canlının eşit yaşam hakkına sahip olduğunu benimsemeliyiz. Bu dünyanın merhamet manzarasından bakarak, dilsiz ve çaresiz yaşaran gözlere vicdan ve sevgi ile muamele etmek zorundayız. Bu "insan olma"nın da bir zorunluluğudur aynı zamanda.

"Ben toprağın sinesinde insan denen bir canım,

Hem düşünür hem severim budur taştan farklı yanım,

Her maddenin zerresini bedenimde taşıyorsam,

Ben ne bir taş, ne bir ağaç, insanlığımla insanım."

@avsengulk