TÜSİAD’ın itibar kazanma çabası

Prof. Dr. EROL KATIRCIOĞLU / Siyaset Bilimci / [email protected]
17.09.2012

Bir zamanlar hükümetler düşüren bir iş dünyası örgütünün bugün TÜRKONFED’de aradığı, kaybettiği iş dünyası liderliğinden başka ne olabilir ki?


TÜSİAD’ın itibar kazanma çabası

Son günlerde TÜRKONFED ile TÜSİAD arasında yaşanan bir sorun (Star Gazetesi hariç) medyada çok yer almadı. Oysa birçok bakımdan bir tarihi ve bir sosyolojisi olan bu ilişki üzerine eğilmeye değerdi. Eski Başkan Erdem Çenesiz, TÜSİAD tarafından istifa ettirildiğine dair açıklamalarda bulundu. TÜSİAD Başkanı da gürültü çıkarmamaya çalışarak düşük tonda bir tepki verdi. Sonra olay kapandı gitti. Doğrusu eski başkanın bu çıkışı kişisel miydi yoksa gerçekten de TÜSİAD’ın bu binlerce küçük ve orta boy, çoğu Anadolulu sanayicisi üzerinde bir vesayet arayışı mıydı söz konusu olan, bunu bilmiyorum. Ama bildiğim, kuruluşundan beri ince dengeler üzerinde giden bir ilişkinin bir yerde kopma olasılığının varolduğu. “Kaçınılmaz olduğu” diye yazamadım çünkü gerçekten de kaynakları, geçmişleri ve gelenekleri farklı olsa da “işadamı” özellikleri belki de varolan ayrılıkların üstesinden gelmeyi mümkün kılabilir. O nedenle de bu işlerle uğraşan gazetecilerin basına yansıyan bu olayın arkasını deşmelerinde bence büyük yarar vardı.

TÜRKONFED 1997’de TÜSİAD’ın çağrısıyla özellikle Anadolu coğrafyasında kurulmuş bulunan onlarca SİAD, yani “sanayici ve iş adamları dernekleri”nin bir araya gelmesiyle kurulmuş bir federasyondu. Federasyonun kuruluşu ve bu adı alışı ise 2005’leri buluyor. Konunun ilginç oluşunun bir nedeni aslında SİAD’ların ortaya çıkışına neden olan ekonomik ve sosyolojik arka plan. Daha önceki yazılarımda zaman zaman değinmiş olabilirim ama yine de burada kısa bir çerçeve çizmekte yarar var.

Türkiye ekonomisi neredeyse kuruluşundan bu yana büyük ölçüde devlet kadrolarının yönlendirdiği ve yönlendirirken de gerek politik olarak ve gerekse ekonomik olarak rant yaratılması nedeniyle özel kesimle birlikte bunu yaptığı bir ekonomi özelliği göstermiştir. Zaten tarihsel olarak “yerli milli burjuvazi” yaratmak üzere davranan devlet kadroları devlet erkini bu yönde kullanmış deyim yerindeyse çeşitli fideliklerde yerli fidanlar yetiştirilmesini sağlamıştır. Seksenli yıllara gelene kadar benimsenen bu politika anlayışı Özal’ın “dışa açılma” politikalarıyla birlikte ciddi biçimde sarsılmıştır.

TÜSİAD’ın zor zamanları

Özal’ın politikaları, bir yandan ekonomide serbestleştirmeler yaparak yabancı rekabetinin içeride (ithalat yoluyla) hissedilmesini sağlamış bir yandan da ihracatın teşviki ile yeni iş aktörlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu aktörlerin ortaya çıkmasına yardımcı olan bir diğer politikanın da “küçük ve orta ölçekli” işletmelere yönelik destekleyici önlemler olduğunun da burada altını çizmekte yarar var.

Uzatmaya gerek yok. Bu politika değişiklikleri ekonominin en önemli aktörleri olan büyük ve TÜSİAD adı altında örgütlenmiş kesimlerini geçmişten farklı olarak içerden ve dışardan yeni rekabetçi güçlerle sarılmış hale getirdi. Bir yandan ithalat kanalıyla gelen rekabet baskısı diğer yandan da ölçekleri küçük de olsa yeni aktörlerin iç pazarlardaki rekabetleri büyük firmaları sıkıştırırken sektörler düzeyinde ciddi çatışmalar yaşandı. İşte SİAD’lar bu gerilimli ilişkinin ortaya çıkardığı kurumlar oldular. Her biri ayrı ayrı kendi sektörü ve yöresinde kendi gelişmesi için gerekli olduğuna inandığı tedbirlerin alınmasına yönelik olmak üzere tıpkı TÜSİAD gibi lobi yapmak üzere kuruldular vs.

Bu iki grup firma topluluğu arasındaki en önemli farklardan biri kuşkusuz finans imkanlarının adil olmayan bir biçimde yapılanmış olması idi. Büyük firmalar ya kendi bankaları aracılığıyla ya da devletle yakın ilişkiler çerçevesinde devlet bankalarıyla finansman sorunlarını çözerlerken, SİAD’lar altında örgütlenmiş firmaların ise durumları pek parlak değildi. O zamanın hatırladığım en önemli istatistiklerinden birinin, yatırılabilir fonlar içinde bu firmaların aldıkları payın ancak yüzde 3-5 civarında olduğu idi. Ekonomik kaynaklar üzerinde bu adil olmayan yapılanmanın ülke ekonomisinde yapısal sorunlara yol açtığı kadar ekonomik büyümenin de önündeki en büyük engeldi.

Özal’ın ekonomik açılımı

Türkiye ekonomisi Özal politikalarıyla dünyaya daha fazla entegre oldukça dünyanın da Türkiye’deki varlığı daha fazla hissedilir oldu. İç pazarın eskisi gibi az sayıda oyuncu arasında paylaşılması mümkün olmaktan çıktığı gibi artık yeni anlayışların yeni işbirliklerinin de zamanı gelmekteydi. O nedenle de TÜSİAD içindeki bazı büyük firma grupları yurt dışına açılıp oralarda yeni ortaklıklar kurmaya yöneldiği gibi, bazıları da iç piyasada SİAD’lar altında örgütlenmiş olanlarla işbirliklerine gittiler. Bu çabaların yüzeydeki görünür biçimi de TÜSİAD’ın SİAD’ları aynı çatı altında toplamaya çalışması olarak gelişti. TÜRKONFED bu çabaların sonucunda varılmış bir duraktı.

Başkan’ın istifa etmesiyle ortaya çıkan tartışmadan anlıyoruz ki bu durak son durak da değil. TÜRKONFED içinde zaman zaman su yüzüne çıkan rahatsızlıklar aslında iş dünyasının arasında farklılıkların da çözülmediğini ve devam ettiğini göstermekte. Benim hesaplarıma göre bugün bu iki iş dünyasının ekonomideki ağırlıkları neredeyse eşit. Bu hesaplarımı burada yeniden yazmakta bir yarar yok. Ama TUİK’in verilerinden giderek bulduğum sayılar en azından imalat sanayinde yaratılan katma değerin yarı yarıya paylaşıldığını gösteriyor (2007’lerde), son durumu ise bilmiyorum. Bildiğim bir başka rakam ise bugünlerde KOBİ’lerin yatırılabilir fonlar içinden aldıkları payın yüzde 25-30 civarında olduğu ki bunun da önemli bir ilerleme olduğu açık.

Türkiye kısa da olsa yukarıda üzerinde durduğum bu tarih ve sosyoloji üzerinden siyasetin de değişimini yaşadı. AKP’nin iktidara gelmesinin ardında seksenlerden bu yana yaşanan bu gelişmelerin olduğu çok açık. TÜSİAD gibi hükümetler düşüren bir iş dünyası örgütünün öneminin azalmasının arkasında bu gelişmeler olduğu gibi...

Bugün TÜSİAD’ın TÜRKONFED’de aradığı kaybettiği iş dünyası liderliğinden başka ne olabilir ki?