Ulusalcı solun din ile imtihanı

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Akademisyen, Yazar
8.04.2023

Bizdeki sol, sosyolojik bir soruna işaret etmek ve buna çözüm üretmek için değil halkı aşağılamak için vardır. Halkın inandığı ve hayatının merkezine oturttuğu değerlere karşı gayri nizami bir harp yürütmektedirler. Onlara göre halkın bu yobazlıktan, feodal ilişkilerden ve bağnazlıktan kurtarılması gerekir ve bunun için de "gericilikle" mücadele için her yol mübahtır, her araç meşrudur.


Ulusalcı solun din ile imtihanı

Türkiye'de toplumdan en kopuk olan ideoloji ulusalcı soldur. Çünkü bizim ülkedeki sol, politik bir görüş değildir, bir toplumsal mühendislik projesidir ve üstelik kendi ideolojisinin de taşıyıcı ajanı olamayacak kadar kendisine yabancıdır. Daha çok ulusalcı Kemalizmin gönüllü taşıyıcı fedaisidir. Zira bizdeki sol, sosyolojik bir soruna işaret etmek ve buna çözüm üretmek için değil halkı aşağılamak için vardır. Halkın inandığı ve hayatının merkezine oturttuğu değerlere karşı gayri nizami bir harp yürütmektedirler. Onlara göre halkın bu yobazlıktan, feodal ilişkilerden ve bağnazlıktan kurtarılması gerekir ve bunun için de "gericilikle" mücadele için her yol mübahtır, her araç meşrudur.

Prof. Dr. Yasin Aktay'ın İslam ve Solun Soykütüğü adlı çalışmasında da vurguladığı gibi Türkiye'de sol ideoloji, hep muhalif olmayı kutsadığı halde, aslında iktidara gelebilmek için her türlü entrikaya başvurmaktan, darbeler planlamaktan hiç geri durmadı. Entrika, ve bu entrikanın güzel gösterilmesi, meşrulaştırılması ve haklılaştırılması gibi zor bir işin üstesinden retorikle, yani lafla gelmenin ustası olmuştur sol. Darbelerle halkı iktidara getirmeyi değil, halkın üstünde iktidar olmanın yolunu aramıştır. Halkı dönüştürmek, halkı eğitmek, tarihsel geriliğe maruz gördüğü halkı kaçırmış olduğu tarihine yetiştirmek çabası, epey laf gerektiriyor tabii.

Bu arda bir parantez açıp bahse konu kitabın yazarı olan kadim dostum hakkında bir iki kelam etmek isterim, başarısız ama büyük tecrübeler edindiğim siyaset sahnesinde ikinci bir Yasin Aktay sahiden tanımıyorum. Vefası, tevazusu, bilgisi ve samimiyeti hiçbir şart altında değişmeyen birisidir. Sosyolojik birikimi ve İslam dünyası ile kurduğu diyalog bana göre Türkiye için büyük bir hazinedir. Tek eksiği Arap-İslam coğrafyasındaki reel politik yapılarla diplomatik ilişkiler kurmada çekingen davranmış olmasıdır ki bu da bence zamanla telafi edilebilir bir konudur.

Gelelim asıl konuya, rahmetli Necmeddin Erbakan zamanında kısa süreliğine Adalet Bakanı olan İsmail Müftüoğlu'nun İstanbul Platformu adına verdiği iftar programına katılan sn. Kılıçdaroğlu'nun seccadeyi çiğnediği o görüntülere...

Temsil gücü

Seccadeye basmanın dini boyutunu tartışacak değilim. Hem alanım değil hem de bu iş bana düşmez. Ancak felsefi ve sosyolojik açıdan kutsala dair bir iki laf etmek isterim. Kutsiyet, tabiat üstü bir güçte ve onunla temas sonucunda bazı varlıklarda bulunduğuna inanılan aşkın niteliktir ve bu nitelik esasında bir yansımadır. Temsildir. Ki İslam inancında mekan, onun varlığının tecelligâhı olma potansiyeli bakımından kutsanır. Hacer-ül Esved, bir taş olmakla beraber cennetten bir esintiyi temsil eder. İnsanın ruhunda mündemiç olan cennet mekan özleminin ve hasretinin geçici olarak dindirilmesini sağlayan bir referanstır aynı zamanda.

Kutsal üzerine yazılan en kapsamlı çalışmalardan birisi de malum, Rudolf Otto'ya aittir. "Kutsal'a Dair" kitabında Otto, dinin, dini düşüncenin ve hatta Tanrı'nın kavranması ve inanılabilir/inanılacak hale getirilmesi için onun gündelik hayatta ifade edilebilir ve yaşanabilir olması gerekir. Ancak yine de ona göre dine ve kutsala dair olanı nihayetinde "his" ile kavrayabiliriz. Ve ona göre dini bir inancı hayatının hiçbir döneminde yaşamamış olanın da bu kutsalı anlaması ve o hissiyatı tarif etmesi mümkün değildir.

Kurucu ideoloji iddiası

Kimin kalbinde ne olduğunu sorgulayacak değilim. Ancak sosyolojik olarak yakinen biliyoruz ki bu coğrafyada bu hissiyattan kopuk olanlar bu ülkenin kurucu ideolojisinin sahibi olduğunu iddia eden askerler ile ulusalcı solculardır. Vaktiyle ülkenin asıl sahibi ve koruyucusu olduğunu iddia eden bir general, 2009 yılında üstelik "halkla bütünleşme" adı altında Mardin'de bir köy ziyaretine gittiğinde misafir odasına postallarıyla girip yer minderlerinin serili olduğu halde köy odasının orta yerinde bir sandalyeye kurulmuş ve köy muhtarına ayar verirken kaç çocuğun var sorusuna 16 cevabını alınca da "muhtar böyle yaparsa cemaat niye yapmasın" diyerek aşağılayıcı bir espri yapmıştı.

Sn. Kılıçdaroğlu'nun da seccadeye ayakkabı ile basmasını bu çerçevede görmek gerekir. Ülkenin kültürüne ve hissiyatına o kadar yabancılar ki hani derler ya, özrü kabahatinden büyük tarzında bir tutum sergilendi ve denildi ki dinen seccadeye herhangi bir kutsallık atfedilmez.

Din cahilliği

Evet doğru, seccadede herhangi bir kutsallık yok ama halkımız onun temsil ettiği ibadetin kutsallığının ona sirayet ettiğine inanmaktadır. Bu kadar basit bir kültürel bilgiden bir siyasetçi nasıl yoksun kalabilir diye hiç kimse hayret etmesin. Zira ülkede bir kesimin en cahili olduğu konu, ülkenin kahir ekseriyetinin inancı olan İslam'dır, dindir. Bunca zamandır dünyanın değişik ülkelerindeki meslektaşlarımla iletişim halindeyim, özellikle de sol ideoloji sahibi olanların içinde bizdeki kadar din cahilini görmedim. İnanıp inanmamaktan bağımsız olarak içinde yaşadığı topluma dair bir tezi, iddiası veya görüşü olan her solcunun kendi toplumunun inancı hakkında iyi kötü bir fikri ve kanaati var. Ama bizdeki sol siyasetçilerin, entelektüellerin ve yazar çizerlerin İslam'a dair tüm bilgileri sadece takvim yapraklarındaki hurafelerle sınırlıdır.

Aslında denilebilir ki kinleri meraklarını boğuyor ve bu durumu da nihayetinde inanç özgürlüğü içinde görebiliriz. İnsanların bir inanca özel bir kin veya öfke duymalarını kişisel tercih olarak da kabul edebiliriz. Evet bunlar mümkün ama işte şu seçim zamanlarında dindar gözükme veya dine referansta bulunma çabası olmasa bu konuyu zaten kimsenin gündeme getirmesi de söz konusu olmayacaktır. Burada işi açmaza sürükleyen esas konu seçim zamanlarında inançlı görünmenin bir türlü ikna edici olamamasıdır. Toplum buna ikna olmayınca da suçu kendinde değil ötekinin dindarlığında arayan bir yapı var karşımızda. İşte o zaman hemen "dinin siyasete alet edilmesi" klişe sloganına sığınıyorlar.

Peki bu durumda gerçekte kin dini siyasete alet ediyor, dindar olan mı yoksa seçim döneminde dindar görünmeye çalışan mı?

Dinin siyasete alet edilmesi demek, dindar olmayan, gündelik yaşamında dini vecibelerini yapmayan, görece daha seküler bir yaşam biçimine sahip olan bir kişinin siyasi bir imkan için (daha açık bir ifade ile oy avcılığı için) insanlara kendisini dindar olarak göstermesidir. Siyasete girmeden önceki yaşamında dini vecibelerini yerine getiren mütedeyyin birisinin politika ile ilgilenmeye başladığı anda dininden vazgeçmesini beklemiyorsak eğer onun sahip olduğu bu dindarlığının bir oy avcılığı olduğunu söylemek bir eleştiri değil aksine bir karalama çabasıdır.

Bugün artık ülkede insanların politikacıların dini inançları ile çok yakından ilgilendiklerini sanmıyorum. Toplum giderek bu konulardan bir hayli uzaklaştı. Daha doğrusu dindar olmak oy tercihlerini etkileyen başat bir faktör değildir artık. Bana göre insanlar ve özellikle de yeni jenerasyonlar için en dikkat çekici tercih sebebi adalet ve hakkaniyettir. Ama bir türlü yenemedikleri rakibinin tek rekabet üstünlük alanının dindarlık olduğunu zanneden cahillerin geliştirdiği stratejinin "efendim siz de muhakkak dindar görünün" önerisinin seçime kadar pek çok tuhaf işleri onlara yaptıracağını şimdiden öngörmek bir kehanet değildir.

"Benim kalbim temiz"

Oysa cahili oldukları bu alana hiç girmeseler bu kadar büyük potlar kırmazlardı. Bu alana girdikçe yapmacık olan tavırları daha çok toplumun gözüne batacak ve daha çok zorlanacaklardır. Ömrü hayatında toplumun sahip olduğu inanç kültürünün hiçbir atmosferinde bulunmammış, eline tek bir ilmihal kitabı dahi almamış birisinin ömrünün tamamı bu iklimde geçmiş birisi ile bu alan üzerinden rekabet edebileceğini düşündüren özgüven nedir sahiden? Hiçbir zaman inanmadığı, sadece kendi kendisini kandırmak için icat ettiği "benim kalbim temiz" saçmalığına muhataplarının gerçekten ikna olabildiğini mi düşünüyor?

Türkiye'de demokrasi var ve elbette her kes her şeyi konuşabilir, ama seçim arifesinde bence solcular ile ulusalcı Kemalistlerin hiç konuşmaması ve asla dahil olmamaları gereken iki konu var, birisi inanç alanı olan İslam ve ikincisi de Kürt meselesi. Çünkü her iki konudan da nefret ediyorlar ve her iki kesime (dindarlara ve kürtlere) karşı da içlerinde korkunç bir deve kini besliyorlar. Bu konularda onların zihnindekinden farklı olan hiçbir bilgiye göz atmamış hiçbir bilgi kaynağına başvurmamışlar. Bu konulara duyarlı olan vatandaşların oyunu almak için dine saygılı olduklarını göstermek adına yaptıkları her hareket onların sahtekarlığını ve Kürt meselesine olan ilgilerini göstermek için de söyledikleri her söz onları kanlı terör örgütü PKK'nın bir uzantısı haline getirmektedir.

Bir iki istisna dışında Türkiye'de siyaset ile iştigal eden herhangi bir ulusalcı Kemalist'in ya da solcunun 1400 yıllık İslam medeniyeti ile ilgili tek bir akademik satır okuduğunu görmedim. Akaid, Kelam, Tefsir, İslam Bilim Tarihi, İslam Sanatı alanında bu kesimden herhangi bir çalışması olan bir akademisyen gördünüz mü? Düşünün, bugün İslam'a dair pek çok akademik çalışmaya kaynaklık eden yabancı bilim insanlarıdır.

Zira bizim ülkedekilerin İslam ve din ile ilgili bilgilerinin tek kaynağı Marx'ın Doğu Mektupları'dır. Konuya az buçuk vakıf olanlar orada iki büyük cehaletin var olduğunu zaten biliyorlar. Onun bu alanlardaki cahilliğine rağmen çok önemli bir düşünür olduğunu ayrıca söylemeye de gerek yok sanırım. Büyük filozofun İslam dini ile ilgili bütün bilgilerinin hiçbir klasik dini kaynağa dayanmayan dedikodular olduğunu ve din ile ilgili bütün teorik çerçevesini de o gün batıda yaygın olan yozlaşmış mitolojik bir Hristiyanlığın şekillendirdiğini görürüz. Kısaca din ile ilgili tüm bilgisi birkaç devrimci slogandan ibaret olan bir insan son derece tutucu bir inanç sahibi olan insanlara kendisini dindar veya din ile ilgili bilgili göstermeyi ne kadar başarabilir ki? Bence bu imkansız.

Son olarak, ukalalık etmek istemem ama bizim ülkedeki ulusalcı solcular kadar kendi toplumuna yabancı dünyada başka hiç bir siyasi hareket tanımıyorum. Var olan yapıya karşı bir itirazınız olabilir, yeni bir ütopyayı vaat edebilirsiniz muhatabınız veya rakibiniz olan siyasi yapıya karşı özel bir kininiz ve öfkeniz de olabilir, gerçekten bunları anlamak mümkün. Ama değiştirmek istediğiniz toplumun hayatını şekillendiren en önemli değerler sistemi ile ilgili tek bir akademik çalışmaya göz atmamış, sadece özel kin ve nefret kusan azılı düşmanların ettiği küfürleri içeren gayri nizami harp projelerini bilgi diye okumayarak bakışınızı şekillendirmişseniz bu konu üzerinden siyasi bir imkanı da devşiremeyeceğinizi en azından tahmin edersiniz.

Ama bizimkiler bunun bile cahilidirler...

[email protected]