Uluslararası hukuk açısından Kırım’ın ilhakı ve self determinasyon hakkı

Doç. Dr. Ahmet Hamdi Topal/İstanbul Medipol Üniv. Hukuk Fak.
23.03.2014

Kırım’da yaşananlar, büyük güçlerin kendi menfaatleri doğrultusunda sahip oldukları gücü sınır tanımaksızın kullandıklarını ve BM andlaşması ile şekillenen ortak güvenlik sisteminin artık sürdürülemez hale geldiğini ortaya koymaktadır.


Uluslararası hukuk açısından Kırım’ın ilhakı ve self determinasyon hakkı

Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde oylamaya katılan Kırımlıların yüzde 97’sinin Ukrayna’dan bağımsızlık yönünde oy kullandığı referandumu takiben Kırım Meclisi, bağımsızlığını ilan etti ve Rusya Federasyonu’na katılmak için başvuru yaptı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de, önce Kırım’ın bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanınmasına ilişkin kararnameyi, ardından da Kırım’ı Rusya’ya bağlayan andlaşmayı imzaladı. Rusya’ya göre, bu imza ile birlikte Kırım artık resmen Rusya Federasyonu’nun bir parçası haline geldi. 

Yaşanan bu gelişmeler, Moskova yanlısı Yanukoviç’i hedef alan gösterilerle başlayan ve iktidarın el değiştirmesiyle sonuçlanan krizin Ukrayna sınırlarını aştığını ve uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğini gösteriyor. Öte yandan üç yıldan bu yana Suriye’de yaşananlar karşısında etkin bir çözüm üret(e)meyen uluslararası toplumun, Kırım’ın Rusya tarafından işgaliyle başlayan ve bağımsızlık ilanıyla giderek içinden çıkılmaz bir hale gelen bu yeni krize odaklandığı görülüyor. Nitekim ABD ve Avrupa Birliği, hukuka aykırı olduğunu iddia ettikleri referandumu ve sonuçlarını tanımadıklarını belirterek Rusya’ya karşı müeyyide uygulayacaklarını ilan ettiler. Referandumun hemen öncesinde de ABD ve müttefikleri, meseleyi BM Güvenlik Konseyi’ne taşımışlar ve gerek referandum gerekse referandumun sonucunda Kırım’ın statüsünde yapılacak muhtemel bir değişikliğin geçersiz olacağını vurgulayan karar tasarısını Konseye sunmuşlardı. Ancak Rusya, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygı gösterilmesine vurgu yapan ve uluslararası toplumdan referandumun sonuçlarını tanımamasını öngören bu karar tasarısını veto ederek Güvenlik Konseyi’ni sürecin dışına itti. 

Yaşananlara uluslararası ilişkiler disiplini açısından bakıldığında; Yanukoviç’in Batılı ülkelerin desteğiyle iktidardan uzaklaştırılması ve muhaliflerin iktidara gelmesi, Rusya açısından hayati çıkarlara sahip olduğu ülkenin kendi kontrolünden çıkması anlamına geliyor. Bu nedenle Rusya’nın Ukrayna’da yaşananlara sessiz kalacağını ve etrafının batı yanlısı ülkelerce kuşatılmasına izin vereceğini düşünmek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Nitekim Rusya, nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ını Rus ve Rusça konuşan nüfusun oluşturduğu ve kendisi açısından stratejik ve askeri yönden hayati önemi haiz Kırım üzerinden karşı hamleyi yaparak Batı dünyasına meydan okudu. Yakın geçmişte Gürcistan, günümüzde de Suriye ve Kırım’da yaşananlar; Rusya’nın Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi etkili ve kararlı bir aktör olarak tekrar uluslararası alana döndüğünü, bir taraftan uluslararası alanda nüfuzunu artırmaya yönelik adımları soğukkanlı bir şekilde attığını, diğer taraftan da siyasi ve askeri açıdan kendi yetki sahası içinde gördüğü arka bahçesine yönelik müdahalelere izin vermeyeceğini göstermekte. Bu bağlamda, hem Rusya’nın hem de Batılı ülkelerin etki ve güçlerinin sınanması açısından Kırım’ın önemli bir test alanı olacağı görülüyor.

Meseleye uluslararası hukuk disiplini açısından bakıldığında ise, ilk olarak söylenmesi gereken Kırım’ın Rusya tarafından önce işgal ardından ilhak edildiğidir. Her ne kadar Rusya, Kırım’a yönelik askeri müdahaleyi bölgedeki Rus vatandaşları ile askeri birliklerine yönelik tehdit doğrultusunda meşrulaştırmaya çalışsa da Kırım’da yaşananların uluslararası hukuk açısından işgal olduğunu, Rusya’nın da işgalci güç statüsünde olduğunu belirtmek gerekir. Uluslararası hukuka göre, bir devletin hukuken diğer bir devlete ait topraklar üzerinde açık bir şekilde yetki ve otorite tesis etmesi ya da etkin kontrole sahip olması hâlinde, işgal gerçekleşmiş olmaktadır. Kırım’ın mevcut durumuna bakıldığında, Rusya’nın milis kuvvetleri ve bölgedeki askeri birlikleri vasıtasıyla kontrolü sağladığı ve gerektiğinde bu kontrolü sürdürebilmek için güç uygulama kabiliyetine sahip olduğu görülmektedir. Bu durum karşısında Rusya’nın, Kırım’ı resmen ilhak yoluna gitmektense kendi kurguladığı bağımsızlık referandumunu takiben Kırım Meclisi’nin Rusya’ya bağlanma yönünde talepte bulunmasını gerekçe göstererek aslında ilhak sayılabilecek bu durumu hukuken meşrulaştırmaya çalıştığı görülüyor. Ancak uluslararası hukuk, hukuka aykırı kuvvet kullanımı suretiyle fiilen ele geçirilen toprakların ülke kazanımına konu olamayacağını kabul ettiği gibi, bu yolla kurulan devletlerin tanınmamasını da kesin bir kural olarak emretmektedir. 

Self-determinasyon nereye kadar?

Bu durumda, self determinasyon hakkının aynı zamanda ayrılma hakkını da içerip içermediği hususunun açıklığa kavuşturulması zorunlu hale gelmektedir. Halkların kendi kaderlerini tayin hakkı olarak bilinen self determinasyon hakkı, iç ve dış self determinasyon hakkı şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki, her devletin anayasal düzenini ve siyasi sistemini serbestçe belirlemesini ve kendi geleceğini şekillendirmesini ifade etmektedir. Dış self determinasyon hakkı ise, ülkeden ayrılarak bağımsız bir devlet kurulması anlamına gelmektedir. Ancak bu hak devletlerin ülke bütünlüğü ile siyasi bağımsızlığı dikkate alınarak sınırlı bir şekilde kabul edilmiştir. Buna göre dış self determinasyon hakkı, sömürge yönetimi veya işgal yönetimi altında yaşayan halklara tanınmış bir hak olup, söz konusu halkların bağımsız bir devlet kurmak veya diğer bir devletle birleşmek dâhil kendi geleceğini hür iradesiyle belirlemesi anlamına gelmektedir. Burada hukuken tartışılması gereken mesele, self determinasyon hakkının geniş yorumu kapsamında bir devlet ülkesinde yaşayan toplulukların sahip oldukları farklılıklara dayanarak ayrılma hakkı çerçevesinde yeni bir devlet kurma veya kurulu diğer bir devletle birleşme hakkına sahip olup olmadıklarıdır. Uluslararası hukuk, yukarıda sayılan haller dışında self determinasyon ilkesine dayanarak tek taraflı bir şekilde bağımsızlık ilanında bulunulmasını yasaklamaktadır. Uluslararası hukuka göre, self determinasyon hakkı devletlerin ülke bütünlüğü ile siyasi bağımsızlığını ihlal edecek bir şekilde kullanılamaz. Burada devletlerin ülke bütünlüğü ile devlet merkezli uluslararası toplumun istikrarı, korunan üstün değer konumundadır. Aksi takdirde mevcut devletlerin parçalanacağı ve uluslararası toplumun siyasi, iktisadi ve askeri yönden yetersiz sayısız yeni devletle karşılaşacağı açıktır. Kaldı ki bunun da sonu yoktur; ayrılma, söz konusu farklılıklar temelinde en homojen topluluk ortaya çıkana dek sürecektir.

Bu kısa bilginin ardından tekrar Kırım’a dönecek olursak, self determinasyon hakkının kullanılmasını meşru kılan hukuki bir gerekçeden bahsetmek mümkün değildir. Ancak Rus ve Kırımlı yetkililerin, Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova hakkında verdiği karara dayanarak mevcut durumu hukuken meşrulaştırmaya çalıştıkları görülmektedir. Ancak Kosova’ya ilişkin kararın sorunlu olduğu, uluslararası hukukçuların neredeyse ortak kanaatidir. Hatırlanacağı üzere Kosova’nın 17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan etmesi, uluslararası alanda yoğun hukuki ve siyasi tartışmalara neden olmuştur. Söz konusu tartışmalar kapsamında, BM Genel Kurulu Kosova’nın bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka uygun olup olmadığı hususunda Uluslararası Adalet Divanı’ndan danışma görüşü istemiş ve Divan da kararını 22 Temmuz 2010’da açıklamıştır. Ancak kararda, Kosova’nın hangi hukuk kuralları uyarınca ayrılma hakkına sahip olduğuna ilişkin bir hukuki izaha yer verilmemiş, sadece bağımsızlık ilanının hukuki meşruiyeti ele alınmıştır. Dolayısıyla self determinasyon hakkı, ayrılma hakkı ve bunların şartlarının Kosova’da gerçekleşip gerçekleşmediği, diğer devletlerin Kosova’yı bağımsız bir devlet olarak tanımalarının geçerliliği üzerinde durulmamıştır. Sadece bağımsızlık ilanını değerlendiren Divan, uluslararası hukukta bağımsızlık ilânını yasaklayan herhangi bir kuralın yer almadığı sonucuna ulaşmıştır. Ancak karar ile birlikte Divanın Kosova’nın self determinasyon hakkının varlığını onayladığı sonucuna ulaşılamaz. Aksi düşünülse bile Kosova örneğinin, Kırım veya bir başka yerde self determinasyon hakkı kapsamında ayrılma hakkını meşru kıldığı iddia edilemez. Her bir olayı diğerlerinden farklı kılan kendine has siyasi, hukuki, coğrafi ve kültürel şartlar söz konusudur. Kırım’da, Kosova’da olduğu gibi var olan otonom statünün merkezi devlet tarafından kaldırıldığını, Kırım’da yaşayan Rus asıllı Ukrayna vatandaşlarının etnik aidiyetleri sebebiyle veya bir başka temelde ayrımcı muameleye tabi tutulduklarını ya da ağır insan hakları ihlallerine maruz kaldıklarını, yönetime katılmalarına engel olunduğunu gösterir bir uygulama veya davranıştan bahsetmek mümkün değildir. Kaldı ki Rusya dâhil pek çok ülke, Kosova’nın bağımsızlık ilanını Sırbistan’ın ülke bütünlüğünü gerekçe göstererek tanımamıştır. 

Uluslararası hukuk ihlal edildi

Bu durumda, uluslararası hukuk açısından bağımsızlık referandumunun ancak Ukrayna’nın bu yönde karar alması halinde yapılabileceği görülür. Bir devlet, Yugoslavya ve SSCB örneklerindeki gibi kendi iç hukuku kapsamında belirli bir gruba veya otonom yapıya anayasal bir hak olarak veya İskoçya örneğindeki gibi andlaşma yoluyla ayrılma hakkı tanıyabilir. Ukrayna’nın bir parçası olan Kırım Özerk Cumhuriyeti ise, Ukrayna Anayasası’na bağlıdır, dolayısıyla anayasa ve ilgili diğer mevzuat çerçevesinde yetki kullanabilir. Ancak Ukrayna Anayasası’nda, yerel meclis kararıyla veya referanduma gitmek suretiyle bu yola başvurulabileceğine dair herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Dolayısıyla referandum yapılabilmesi, ancak Kiev’deki merkezi hükümetin onayıyla mümkündür. Ayrıca Kırım ile Ukrayna arasında, Birleşik Krallığı oluşturan dört ülkeden biri olan İskoçya ile Birleşik Krallık Hükümetleri arasında imzalanan ve 18 Eylül 2014 tarihinde bağımsızlık referandumu düzenlenmesini öngören Edinburgh Andlaşması gibi bir andlaşma imzalanmamıştır. Nitekim Kiev yönetiminin, bir yandan referandumun hukuka aykırı olduğunu, diğer yandan da Kırım’ın hukuken Ukrayna’nın bir parçası olduğunu ileri sürmeye devam ettiği görülmektedir. Sonuç olarak Rusya’nın askeri müdahalesinin belirleyici olduğu referandumun ve Rusya’ya katılma kararının, uluslararası hukuk açısından meşru olduğunu söylemek mümkün değildir. Rusya, hem uluslararası toplumun bir üyesi olarak hem de temel amacı uluslararası barış ve güvenliği sağlamak olan BM Güvenlik Konseyinin daimi bir üyesi olarak uluslararası taahhütlerine aykırı davranmakta ve hukuku ihlal etmektedir. 

[email protected]