Uluslararası hukuk bağlamında hukuk terminolojisi

Numan İ. Ayvaz / Münih Üniversitesi Hukuk Fakültesi
26.12.2015

Tarihteki bazı gerçekler ve bunlara ilişkin birçok hata, hukuki terminolojiye hakimiyetin uluslararası arenadaki önemini birtakım olaylar çerçevesinde gözler önüne seriyor. Bu bağlamda, Cumhuriyetin kuruluşu esnasında ve ilk senelerinde geçen iki hadiseyi hatırlatmakta fayda görüyorum.


Uluslararası hukuk bağlamında hukuk terminolojisi

Geçtiğimiz son birkaç haftadır yerli ve yabancı medyada süregelen siyasi tartışmalara ve münakaşalara kulak verdiğimiz takdirde, üzerinde konuşulanların yalnız bir iki kelimede özetlenebileceğini çok kolaylıkla müşahede edebiliriz. Kastettiğim sözcükler tam olarak şunlardır: ‘’hava ihlali’’, ‘’angajman kuralları’’, ‘’Montreux Boğazlar Sözleşmesi’’. Ancak ne yazık ki ilgili kişiler, zikrolunan mefhumları ve diğer benzer kavramları kullanırken kendi zihinlerindeki muhtevayı ilgili sözcüklere aktarama cüretinde bulunabiliyorlar. Fakat nasıl ki her branşın ve ihtisas alanının ayrı bir terminolojisi mevcutsa, hukuk bilimi de kendine özgü teknik terimlere sahiptir.

Öyleyse bu minvalde fikir beyan etme arzusunda olan herkes evvela kendini zorlayıp, bahis olan terim düzenini öğrenmesi ve içselleştirmesi gerekir. Aksi takdirde hukuki yönden maalesef olağanüstü bir yanılgıya ve hatta kocaman bir ayıba tevessül etmiş olacaktır. Nitekim bu koşul sadece günümüz medya mensupları ve çağdaşımız olan siyasetçiler için geçerli değildir. Aynı şekilde tarihteki bazı gerçekler ve bunlara ilişkin birçok hata, hukuki terminolojiye hakimiyetin uluslararası arenadaki önemini birtakım olaylar çerçevesinde gözler önüne seriyor. Bu bağlamda, Cumhuriyetin kuruluşu esnasında ve ilk senelerinde geçen iki hadiseyi hatırlatmakta fayda görüyorum.

Hukuk dili bu

Lozan görüşmeleri esnasında Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda vazifeli bir hukuk müşaviri, Türk delegasyonuna başkanlık eden İsmet İnönü ile kapitülasyonlarla alakalı muğlak ve anlaşılması bir o kadar da güç bir münakaşaya girişir. Paşa, Parisli yetkilinin kullandığı hukuki terminolojiyi karışık bulduğu için karşısındakine: bunu neden daha net bir şekilde ifade etmemekte ısrar ettiğini sorar. Yalnız, iliklerine kadar işlemiş olan hukuk formasyonundan kuvvet alan Fransız bakanlık müşaviri, düşüncelerini hiç ama hiç oyalanmadan şöyle dile getirir; ‘’Canım, hukuk dili bu, hukuk dili!’’

İkinci Cumhurbaşkanımızın yıllar sonra bu olaya değindiği bir konferansında, süre olarak Lozan’daki görüşmelere tekabül eden, dokuz ay gibi bir zaman dahilinde hukuk dilini öğrenemediğini eğlenceli bir dil ile beyan eder. Fakat uluslararası platformdaki ilişkilerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi, sosyal yahut iktisadi yöndeki menfaat ve çıkarlarını müdafaa etmekle mükellef olanlar açısından; hukuka, bilhassa da uluslararası hukuka ve terminolojisine vakıf olmanın ne denli yarar sağlayabileceğini araştırmak lazım gelir. Bu bağlamda meselenin önemini daha iyi kavrayabilmek maksadıyla zikrettiğim diğer olaya göz atmamız gerekir.

Lotus ve Bozkurt çarpışınca...

Tarih 1926 yılını göstermektedir; İstanbul istikametinde Lotus isimli bir Fransız gemisiyle Türkiye bandıralı Bozkurt adını taşıyan bir yolcu gemisi açık denizlerde çarpışırlar. Türk gemisi çarpışma sonucu batar, mürettebattan ve yolculardan çokça kişi hayata veda eder. Kazayı müteakip Fransız gemisi seferine devam eder ve İstanbul’a ulaşır. Bu husus nedeniyle Türk adalet mercileri yabancıların da işin içine karışmış olmasına pek fazla aldırış etmez ve harekete geçer. Böylelikle Fransız kaptan, ölüme sebebiyet verdiği iddiasıyla tutuklanır ve yargı önüne çıkarılır. Yapılan iş ise Fransız Hükümeti’nin hiç ama hiç hoşuna gitmez, bu yüzden devletimize yargı yetkisinin Fransız adli makamlarında olduğunu savunarak siyasi yollardan baskı uygulamaya başlar.

Ancak Türkiye her zamankinden daha kararlıdır ve o zamanlarda yeni ve genç bir devleti teşkil eden ülkemiz, dünya kamuoyuna siyasi varlığını ve uluslararası hukuk içerisindeki hukuki kişiliğini kanıtlamak arzusundadır. Bundan dolayı iki taraf da en sonunda Lahey’deki Uluslararası Daimi Adalet Divanı’na gitmeyi kararlaştırırlar. Ancak bunun için her iki devletin de müşterek rızasını gösterecek olan ‘’tahkimname’’ isminde bir antlaşma imzalanması gerekir.

Mahmut Esat çirkefliği sezer

Gene Fransız devletini temsil eden hukuk müşavirleri, Adalet Divanı’na yöneltilecek tahkimnamedeki soruyu, ispatlama mükellefiyetini Türkiye’ye yükletilecek şekilde kaleme alırlar. Yani “Türkiye, gemi kaptanını tutuklamakla uluslararası hukuka ‘uygun’ davranmış mıdır?” şeklinde. Lakin devrin Adalet Bakanı Mahmut Esat bey, çirkefliği sezer ve böylelikle yazılanın derhal değiştirilmesini talep eder. Uzun uğraşlar neticesinde tahkimnamedeki soru artık:

“Türkiye, gemi kaptanını tutuklamakla uluslararası hukuka ‘aykırı’ davranmış mıdır” şeklini alır. Sözün kısası, bu formatta artık Türk tarafı yetkisinin olup olmadığını kendisi değil, bilakis Fransız devleti ispat etmesi gerekecektir. Bu sayede Türkiye sadece bir kelime değişikliğiyle çok daha cazip ve avantajlı bir konuma yükselir.

Bu bağlamda da uluslararası bir kaide bulunmadığından, Türkiye’nin yargı yetkisinin uluslararası hukuka aykırı olduğu Fransa tarafından kanıtlanamıyor ve Türkiye’nin hakkı o zamanın en yüksek devletlerarası mahkemesi olan Uluslararası Daimi Adalet Divanı tarafından tasdik edilebiliyordu. İleride kararın etkileri öyle muazzam olacaktı ki, ‘’Lotus-Bozkurt-Prensibi’’ ismiyle uluslararası hukukun ana kurallarından biri olarak kabul görecekti. Bundan böyle herhangi bir devletin herhangi bir hakkını, aleni bir şekilde kısıtlamayan bir kural veya kaide bulunmadığı müddetçe, ilgili devletin ilgili hakka sahip olduğu herkes tarafından kabul edilmesi lazım gelecekti.

Terminolojiye vakıf olmak

Peki, Mahmut Esat bey, hukuki terminolojiye önem vermeyip ilgili tahkimnameyi değiştirmeseydi Türkiye, Fransa’ya karşı uluslararası arenada bir hukuk zaferi kazanamazdı. Demek oluyor ki, Türkiye’yi uluslararası ilişkilerde temsil edenler daima her işini ince eleyip sık dokuması gerekir ve ayrıca uluslararası hukuka ve terminolojisine herkesten daha fazla vakıf olması icap eder. Bunun öğrenilmesi, tabiatıyla dokuz aydan fazla zaman alır, fakat devletimize uluslararası alanda büyük yararlar sağlar. Aynı şekilde günümüzdeki gazetecilerin ve politikacıların, nakletmiş olduğum tarihî şahsiyetlerden bu mesele çerçevesinde, kendilerine ev ödevini iyi yapmış olanı örnek olarak alırlar.

[email protected]