Uluslararası terör koalisyonu

Prof. Dr. Cengiz Tomar
7.01.2017

Türkiye’nin Rusya ile ittifak yapması ve Akdeniz’e uzanan bir PKK denetimli Kürt kuşağının kurulması teşebbüsünü Fırat Kalkanı’yla delmesi, el-Bab’da DEAŞ’ı zor durumda bırakması, Menbiç’e uzanarak PKK kantonlarının arasını iyice açacak olması, yaşamakta olduğumuz saldırıların en önemli sâiki.


Uluslararası terör koalisyonu

Son iki yıldır Türkiye her biri farklı bir örgüt tarafından düzenlenen ancak sanki tek bir yerden komut verilmişçesine bir terör sağanağına dönüşen saldırılar altında. Bu olayları tek tek incelediğimizde farklı gruplar tarafından gerçekleştirilen tedhiş eylemleri gibi görünse de son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle birlikte ele alındığında anlamlandırmak daha kolaylaşıyor. Zira Suriye iç savaşının başladığı 2011’den beri yaşanan sürece ve terör eylemlerine bakıldığında Türkiye’ye yapılan saldırıların tesadüfi olmadığı, bir projenin, senaryonun veya Ortadoğu’ya yönelik paket programın bir parçası olduğunda şüphe kalmıyor. Zaten 2011’den itibaren bölgedeki olayların kronolojisi incelendiğinde bu apaçık ortaya çıkıyor.  “Arap Baharı” adı verilen süreç başlamadan önce Türkiye yaklaşık 30 yıldır etnik/ideolojik bir terör örgütü olan PKK ile mücadele etmekteydi. Ancak bu şimdi yaşananlara göre daha bölgesel ve kırsalda yaşanan bir hadiseydi. İstihbarat örgütleri ve Türkiye’ye rakip devletler tarafından da desteklenen; Avrupa hükûmetleri nezdinde de en hafifinden sempatiyle karşılanan, kronik PKK terörü, Türkiye tarafından tam olarak bitirilemese de bu alanda büyük başarı ve tecrübe kazanılmış; örgüt masaya oturmak zorunda kalmıştı. Ancak 2009’da başlayan görüşme süreci 2015’te sona erdi. Şüphesiz bu sürecin sona ermesinin en önemli sebebi PKK’nın Suriye iç savaşının sonucunda Irak’tan sonra Suriye’de de kantonlar kurmasına imkân verecek şartların ortaya çıkması ve bunun PKK’ya getirdiği umut ve avantajlardı. Nitekim PKK, 2015’te Güneydoğu’da şehirlerde savaş başlatırken Suriye’deki gibi kantonlar yaratmayı amaçlıyordu. Ancak PKK’nın unuttuğu şey Türkiye’nin Suriye ile kıyas kabul etmez bir biçimde güçlü olduğuydu. 

1960’ların sonlarında Soğuk Savaş döneminde NATO üyesi Türkiye’de Komünizmle mücadele etmek amacıyla kurulduğu anlaşılan FETÖ, 1990’larda Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve Soğuk Savaş’ın ardından kurucuları tarafından paradigma değişikliğine giderek Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Afrika’da ılımlı İslam, Türk-İslam’ı, Türkçe ve Türk kültürünü yaymak ambalajı içinde aslında bölgenin elit kesiminin çocuklarını yetiştirip stratejik konumlara getirerek mezkûr devletleri ele geçirmeyi amaçlıyordu. Projenin insan kaynağını Anadolu’nun gençleri(şakirt) ile mali kaynağını “himmet” adı altında yine dindar Anadolu insanının yardımları oluşturuyordu. Bu itibarla planlayıcıları açısından neredeyse bedava bir projeydi. 1980 darbesinin ardından daha Turgut Özal döneminde ordu ve emniyet gibi önemli birimlere sızmayı başaran bu örgüt, 28 Şubat sürecinde İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi mezunları gibi dindar kesimin tasfiyesinin ardından devlette daha geniş yer buldu. FETÖ, son dönemde “iyi yetişmiş dindar nesil” paravanıyla kurdukları kumpaslar vasıtasıyla diğer kesimleri pasifize ederek iktidara ortak olmak istedi. FETÖ’nün Arap Baharı’na paralel olarak 2012 başında Türkiye’de başlattığı hükûmeti devirerek devleti tamamen ele geçirme planı 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün Türk milletinin engin tarihi tecrübesi ve başka milletlerle kıyaslanmayacak cesaretiyle engellenmesiyle sonuçlandı.  DEAŞ’a gelince 2004’te el-Kaide’ye bağlı olarak ABD işgali altındaki Irak’ta kurulan ve Irak el-Kaidesi adını alan örgüt 2011 iç savaşının ardından Suriye’de de faaliyet göstermeye başlamış ve 2013’ten itibaren el-Kaide’den ayrılarak DEAŞ adını almıştır. 2014’te sözde halifetini ilan eden örgüt özellikle 2015’ten beri Türkiye’de pek çok kanlı saldırı düzenledi. 

Şimdi bu üç örgütün Türkiye’de düzenlediği eylemlere bakalım: 2015 başından bu yana Türkiye’de düzenlenen büyük terör eylemlerinin on ikisinin DEAŞ, diğer 12’sinin PKK tarafından yapıldığı değerlendirilmektedir. Bu arada 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ile son olarak da 2016 sonunda Rus büyükelçisinin Ankara’da suikast eyleminin faili ise FETÖ. Son bir aydaki eylemlere bakıldığında ise 10 Aralık Beşiktaş ve 17 Aralık Kayseri terör eylemini PKK/TAK, 19 Aralık Rus büyükelçi suikasti FETÖ ve 1 Ocak 2017 Reina saldırısının faili de DEAŞ olarak biliniyor. Bu yazının kaleme alındığı esnada dahi İzmir’de PKK tarafından yapıldığı değerlendirilen bir bombalı saldırının haberi gelmekteydi.

Büyük resme bakalım

Şimdi de büyük resme bakalım. Türkiye 2001-2011 arasındaki süreçte Ortadoğu’da önemli bir ivme yakalayarak hem 2001 krizinin ardından kırılgan hale gelen iktisadi bünyesini güçlendirmiş hem de Suriye, Lübnan ve Ürdün ile iyi ilişkiler kurarak serbest ticaret anlaşmaları yapmıştı. 2010’da Tunus’ta başlayan ve “Arap Bahar”ı olarak adlandırılan sürecin 2011’de Suriye’ye sıçramasıyla birlikte bölgede her şey tam tersine döndü.  Başlangıçta protestoları kanlı bir şekilde bastıran Esed rejimi ile müttefikleri Rusya ve İran’a karşı ABD ve Avrupa ile birlikte hareket eden Türkiye, müttefiklerinin kendisini yalnız bırakması üzerine Rusya ile uçak krizinin ardından bozulan ilişkilerini süratle düzelterek kendisi için hayati önem taşıyan Fırat Kalkanı harekâtını yaptı. Ardından hem ateşkesin sağlanması, Halep’ten tahliyeler ve insani yardım hususunda Rusya’yı ikna edebildi hem de Astana görüşmelerine güçlü bir şekilde katılma imkânı elde etti. 

Aslında önce Irak’a müdahale edilerek burada el-Kaide’nin yaratılması ve mevcut toplumsal fay hatlarının kırılması; ardından Suriye’de Arap Baharı sürecinin araçsallaştırılarak DEAŞ’ın kurulması ve Suriye’de etnik-mezhebi farklılıkların derinleştirilmesi Ortadoğu’da haritanın yeniden dizayn edilmesi ve devletlerin etnik ve mezhebi daha küçük devletlere bölünmesi projesinin ilk adımlarıydı. Bu projede daha sonraki aşama ise Türkiye ve İran’dı. Zira Suriye ve Irak’ta haritayı değiştirmek demek tabii olarak sınır komşuları Türkiye ve İran’ın haritalarını değiştirmek demek. Bu iki devlet büyük bir tarihi tecrübe ve devlet geleneklerine sahip olduklarından işe zayıf halka olan Irak ve Suriye’den başlanmıştı.  

Suriye iç savaşının başında ABD tarafından Esed’e müdahale için teşvik edilen ancak güvenli bölge kurulmasına izin verilmeyen Türkiye, şayet o dönemde savaşa müdahil olsaydı, muhtemelen FETÖ’cü komutanlarla savaşa girecekti ve bu da Türkiye için tam bir felaket olurdu. Her ne kadar biz o dönemde komutanların büyük kısmının FETÖ’cü olduğunu bilmesek de planlayıcıları bunu biliyordu. Bu başarılı olmayınca önce PKK ile şehir savaşları çıkartılmak istendi. Ardından DEAŞ saldırıları başladı. Son olarak 15 Temmuz darbe sürecini yaşadık. 15 Temmuz’dan sonra yapılan terör eylemlerinin yedisi PKK/TAK, ikisi DEAŞ ve biri ise FETÖ tarafından yapılmış görünüyor.  Bu projenin Suriye ve Irak’tan sonraki hedefleri olan Türkiye ve İran ise savaşın başından beri farklı kutuplarda yer aldılar. İran, Suriye savaşında Rusya’nın yanında yer alarak önemli avantajlar sağladı. Irak’ta ise ABD ile birlikte hareket etmekte. Başlangıçta ABD ile aynı safta yer alan Türkiye ise zaman içerisinde projeyi fark ederek Rusya ile anlaşmak suretiyle Fırat Kalkanı Harekâtı’nı ABD’ye rağmen yaptı. Şu anda ABD tarafından proje kapsamında korunan PYD ve elindeki Menbiç Türkiye’nin ilk hedefi olarak görünüyor.

Birliğimizin muhafazası 

Türkiye’nin son dönemde, amaçları farklı gibi görünen üç farklı örgüt tarafından senkronize olarak yoğun bir saldırıya uğramasının temel sebebi işte burada yatıyor. Türkiye’nin bizzat müttefikleri eliyle böyle bir operasyona maruz kalması karşısında Rusya ile ittifak yapması, yine bu projenin en önemli ayaklarından biri olan Akdeniz’e uzanan bir PKK denetimli Kürt kuşağının kurulması teşebbüsünü Fırat Kalkanı Harekatı’yla delmesi, el-Bab’da DEAŞ’ı zor durumda bırakması ve Menbiç’e uzanarak PKK kantonlarının arasını iyice açacak olması şu anda yaşamakta olduğumuz saldırının en önemli sâiki. Zaten yapılan saldırıların niteliğine baktığımızda amaçlananın, Türkiye’de mevcut ancak bütün çabalara rağmen bugüne kadar kırılamamış Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve laik-dindar gibi canlı üç fay hattını harekete geçirmek ve tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi Ortadoğu’nun sınırlarını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden belirleme projesinin önündeki en önemli engel olan Türkiye’yi bir iç savaşa sürüklemek olduğu çok açık. 

Halkımız bu tür çabalara tarih boyunca pek çok defa maruz kalmakla birlikte şu ana kadar bu oyunlara gelmedi. Özellikle zor zamanlarda birlik olmak gibi bir geleneğe sahibiz. Bütün farklılıklarımızla bir arada yaşamayı başarmamız gerekiyor. Aksi halde bizi götürmek istedikleri yer Irak ve Suriye. Bölgemizde hemen yanıbaşımızda olanları, her gün sokaklarda gördüğümüz Suriyeli mülteci kardeşlerimizin durumunu hatırlamak, sanırım nefret söylemi içeren yaklaşımlardan uzaklaşmamız için yeterli olmalıdır. Şu anda Türkiye’ye yapılan saldırıların tek bir çözümü var o da tek bir millet olduğumuzu ve tek bir vatanımızın olduğunu unutmamak.

[email protected]

Prof. Dr. Cengiz Tomar / Marmara Üniversitesi